Bir seçim dönemini daha geride bıraktık.Umudun, beklentilerin tarihinin üstünden iki gün geçti. Hepimiz toplantılarla, dost buluşmaları ile, mitinglerle, seçim süresince sandık, oy sayımı, oyu koruma görevleri ile var gücümüzle çalışıp yeni yasama ve yürütme dönemine geçiş yaptık.

Birkaç ayda bir sunulan seçimlerden birinde daha -yılmadan- geleceği, korumak istediklerimizi, düşünce ve yaşam özgürlüğünü oyladık. Bir grup da iktidardan, çıkarlarından yana kullandı oyunu.
Her seferinde ilkinin kazanacağını umuyoruz. Faşizme ve kapitalizmi durdurabilmeyi hedefliyoruz. Parlementer siyasetle barışı ve demokrasiyi yeniden sağlamaya çabalıyoruz.
Bu süreci defalarca yaşamanın burukluğu var içimizde. Umudumuz yüksekti. Bu seçimde halklar buluşabilir ve tüm katliamlara dur diyebiliriz diye düşündük. Sandıkra buluşamadık. Halklar bu seçimde de partilere birlikte karar verin dediler.

2015 yılı 7 Haziran’ında halklar birlikte söz söylemek, birlikte karar vermek istediklerini oyları ile belirtmişlerdi. Gezi’de de; 2013 yılı Mayıs ayı sonundan başlayarak yaklaşık bir ay boyunca birlikte yaşamayı pratik etmiştik.
Her iki süreçten de çok şey öğrendik. Ne yazık ki o dönemlerde biriktirdiklerimizi, deneyimlediklerimizi içselleştiremedik, toplumsallaştıramadık, siyasetini yürütemedik. Biz ayrışırken iktidar yapılanmasını sürdürdü.
İktidarın ve Cumhurbaşkanının çabaları, OHAL, savaş, baskı ve parlamentoyu devredışı bırakma uygulamaları ile parlamenter siyasette de toplumsal siyasi zeminde de birlikte siyaset yapmayı ve birlikte barış içinde yaşamayı başaramadık.

24 Haziran seçim sonuçlarından görüyoruz ki; umutlarımızı, barış ve özgürlük hedefimizi parlamenter siyasete taşıyacak vekil arkadaşlarımızın ve onlara iradesini teslim eden biz’lerin/ halkların omuzunda sorumluluk daha da artacak.
Şimdi sıra biz’lerde. Oyumuzu kullanırken aklımızdan geçenlerle, yaşam hedeflerimizle, deneyimleyip içselleştiremediklerimizi buluşturma zamanı.
Siyasiler alanlarda, seçim bildirgelerinde söylediklerini yürütmeye sokacaklar.

Biz’ler ise hayallerimizi, eşitlik ve özgürlük hedeflerimizi buluşturup eyleyeceğiz, koruyacağız, yeni yaşamı sabırla örmeye devam edeğiz. Eğer izin verirsek daha fazla yaşam alanlarımıza ve yaşamımıza saldıracaklar.
Hatırlar mısınız 2011 genel seçimlerine iki gün kala (8 haziran 2011de) Resmi Gazete’de bir 636 sayılı KHK açıklanmıştı. Çevre ve Orman Bakanlığı iki bakanlığa ayrılmıştı. Çevre ve Şehirçilik Bakanlığı (ÇŞB) kurulmuştu.
Ardından 644 ve 648 sayılı kararnamelerle (KHK) ÇŞB’na; yıkma, doğal alanları kullanıma açma, plan yapma devretme yetkileri verildi. Halklar zorla yerinden edildi, mülksüzleştirildi, kentler benliklerinden koparıldı, kimliksizleştirildi, dağ taş beton yığınlara gömüldü, dereler yeraltı katmanları, ormanlar, meralar maden ocaklarına, enerji santrallarına, yollara dönüştürüldü.
24 Haziran 2018 seçimlerine iki gün kala iktidar; bu sefer, bakanlıkların birleştirileceği açıklamasını yaptı. Bu gelecek iktidarların yol haritasını belirleyecek bir açıklama. Açıklamaya göre Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile tarım ve gıda bakanlığını birleştirecek. Hatırlarsanız bir ay önce Orman Bakanlığı’na bağlı DSİ’nin yetkilerini bir torba yasa ile değiştirdiler ve doğal alanların kullanıma açılması için şirketlerin de DSİ’nin de yetkili olacağını “yasal”laştırdılar.
Biz izin verirsek; geçimlik çiftçilik ve hayvancılık öldürülürken, şirketler tarafından el konulan topraklarda endüstriyel tarım ve diğer uygulamaları hayata geçirecekler.
Yeni dönemde sorumluluğumuz ağır. Bu saldırıkara birlikte karşı koyabiliriz. Yasama ve yürütmeyi, yaşamı korumaya zorlama da, parlamenter siyasete güç verme sorumluluğu da bizlerde. İçimizde bu sorumluluğun ve bugüne değin yapamadıklarımızın hissettirdikleri, üstümüzde ise güneşin tüm renkleri ve coşkusu var.

Yolumuz açık olsun.
Editör: Haber Merkezi