Türkiye sosyalist hareketi içinde çok önemli bir yeri olan düşünür Masis Kürkçügil, yayınladığı son kitabı ‘Bir başka tarih mümkün müydü?’ ile bu kez tarih araştırmacısı kimliğiyle çıkıyor okuyucu karşısına.

Kitap, ‘Ermeni meselesi üzerine yazılar’ alt başlığından da anlaşılacağı üzere, konuya dair farklı zamanlarda kaleme alınmış bir dizi değerlendirmenin bir başlık altında toparlanması ile şekillenmiş. Yine genel çerçeve içinde değerlendirilmesi gereken söyleşiler de kitabın son bölümüne eklenmiş.

İşin aslı, Ermeni meselesi, politik tutumu ve yaklaşımı her ne olursa olsun, salt Ermeni bir anne-babadan doğmuş olmakla, kaçınılmaz bir şekilde kişiyi çekim alanına alan bir konu. Hrant Dink katıldığı bir televizyon programında, tartıştığı akademik ünvanlı insanlar belge fetişizmi yapıp ‘Hani belgesi, belgesi nerede, belge göster’ diyerek üstüne geldiklerinde ‘her Ermeni ailesi bir belgedir’ demiş ve tek bir sözle noktayı koymuştu.

Evet, gerçekten de her Ermeni ailesi, tarihindeki yaşanmışlıklarla bir belgeye sahip. Bu belgeler bilimsel tarih okumalarını artık krallar, devletler kısaca egemenler tarihi üzerinden değil de gerçek insanlar üzerinden okuma yolunu benimseyen yeni nesil tarihçiler için çok daha güvenilir bir kaynak oluşturuyor.

Nitekim Kürkçügil daha önceki çalışmalarında emekçi sınıfların politik mücadelesi, sınıf temelli siyasi partilerin doktrinleri, kazanımları veya kayıpları üzerinde yoğunlaşmış bir teorisyen ve eylem insanı. Oysa bu son çalışmasında meselelere hem bu birikim ve donanımla, hem de Osmanlı imparatorluğunda yaşanan devrimci- karşı devrimci siyasetlerin kimliklere yansıması boyutunda bakıyor.

Kitabın adı, önemli bir tartışmayı daha ilk sayfayı okumadan başlatabilecek özellikte. Dilimizde ‘dikilmiş ceketin davası olmaz’ deyimi vardır. Aslı bir hayli ağır argo olduğundan bu hali benimsenmiştir ve yaygın olarak kullanılır. Ancak yüz yıllık geçmişe farklı bir yorumla dönüp baktığımızda, meseldeki ceketin, üstelik aynı terzi tarafından halen dikilmeye devam ettiğini görmek de mümkün. O zaman da ‘nerede yanlış yapıldı?’ sorusu çok önemli bir anlam kazanıyor.

Bu değerli çalışmada anılan karakterlerin günümüzde de, üstelik aynı veya çok benzer söylemlerle ülke siyasetinin yönünü belirlediklerini görmek kitaba ayrı bir özellik kazandırıyor. Konunun bu açıdan sunulması tarihe farklı açıdan yeniden bakmayı gerektiriyor. Böylesi bir tersten okuma özellikle sol cenahın geçen yüz yıllık bir zaman diliminde içine düştüğü yanlış değerlendirmeleri de anlamlı kılıyor. Nasıl oluyor da 70’li yılların başında devrime ramak kaldığını sanan sosyalist hareketler 12 Mart cuntası altında bu denli kolay sindiriliyor? Nasıl oluyor da 12 Eylül’ün hemen öncesinde ‘DGM’yi yendik sıra MESS’de’ sloganıyla meydanları dolduran kitleler 12 Eylül cuntası karşısında bu denli suskunluğa bürünüyor? Masis Kürkçügil’in kitabı doğrudan bu soruların cevabını vermiyor belki ama, o cevaplara varacağımız birçok tespiti içeriyor sayfalarında.

Türkiye solunun milliyetçilikle özdeşliğini sadece son yıllarda gözlemlemekteyiz. Bu körlüğün arka planında ülke tarihini Osmanlı ve Cumhuriyet olarak bölünmüş algılamamız yatıyor. Ne Osmanlı’daki sosyalist birikimleri anlamlandırdık, ne de cumhuriyet dönemi sosyalist hareketin İttihatçı, hatta Turancı damarını fark edebildik. Yapay bir modernizmi ilericilik sanan anlayış kendi aslına yabancılaşarak bir ütopyaya mahkûm oldu.

Cumhuriyetin onuncu yıl marşında altı çizilen ilerleme hamleleri, zaten o ilerlemeleri sağlamış bir yapıyı imha ettikten sonra kaydedildi. İlkokul yıllarımızdan başlayarak en çok ezber edilen öğretilerden biri, cumhuriyetin kuruluş yıllarında toplu iğne dahi üretemediğimiz tespiti üzerine kurulmuştu. Hiç kimse var olan sanayinin nasıl imha ve talan edildiğinden bahsetmiyordu o öğretilerde. Bundan bahsetmesi murat edilen aydınlar zümresi de mutlak suskunluğa boğulmuştu. Ne yakın dönem tarih yazınımız, ne edebiyatımız, ne de sinemamız bu konuda kendini aklayacak bir sınav verdi. Oysa 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki siyasi ortam, bugünün toplumsallaşmasının çok gerisinde olmakla birlikte entelektüel düzey anlamında bugünün ilerisindeydi.

Türkiye’de tarihe bakış, aynaya bakmadan önce güneş gözlüğü takmamızı gerektiriyor. Oysa gerçeği olduğu gibi görmek için suni filtrelerden kurtulmak gerek.

Edebi Şeyler yayınevi etiketi ile basılan bu kitap tarihe ‘keşke’ ile bakmamızı değil, nasıl yanlış baktığımızı göstermesi anlamında çok değerli bir çalışma.




Editör: Haber Merkezi