YIKILACAK DUVARLAR

Böyle imliyor olacak olanı, kitabın ve şiirin adı. Sonra ekliyor:

“Eskiden yakılacak kadınlar varmış/ Yıkılacak duvarlar var şimdi”.

Dört yıldır tutsak, dahası siyasi rehine Figen Yüksekdağ, zulmün duvarlarına karşı konuşuyor, diyorsunuz önce. Birikmiş onca acı, onca öfke, onca bilinç ve sanata dair kuşanılmış bilgiyle, yürüyor duvarlara karşı.

Aklınıza gayri ihtiyari “soysuzun Soylu’sunun”, “armağan ettik” dediği dört duvar geliyor aklınıza. Heyhat! ne güçlü bir metafor bu duvar, diyorsunuz birden, Nazım’dan, Fazıl Nafiz Çamlıbel’den Sabahattin Ali’ye aklınızdan akıp duruyor dizeler.

Dizeler arasında gezindikçe anlıyorsunuz ki, soysuzun duvarları “vız gelir tırıs gider” cinsinden kalmış aralarında. Zaten biliyordunuz bu gerçeği. “Yakılacak kadınlar varmış eskiden” dizesine varınca, önünüze kocaman bir kadın tarihi açılıyor!

“Hayat kadın demektir”, sözüne hala inanmayanlar varsa, dizelerin gezindiği hayatın tarihinden öğrenecek muhakkak. Öyle düşündüm. Zira herkesin “sert” siyaset algısıyla baktığı Figen Yüksekdağ, hayatın kıvrımları arasında kaybedilmek istenmiş ve hatta kaybedilmiş kadını, bin bir hali ile bulup çıkarmış,- devrimlerin hikayelerini anlatan sözcükleri söküp çıkardığı gibi- her biri koca maden dağları arasında parıldayan elmas parçacıkları misali sözcüklere dökmüş: “Solgun ömürlerin /her sayfasında/ yıkılacak duvarlar hikayesi vardır” dizeleri, başka nasıl tanımlanır ki?

“Evinin kadını” der ya, erkek egemen düzen ve tek makbul kadın tipi olarak esas alır ya, işte o kadının “akşam pazarından” döndüğü günün gecesinde başına geleni “Ve merhamet geçirmez duvarlara/ kim bilir kaçıncı kez/ ölmek istemeyen bir kadının/ çığlığı çarpar” dizeleriyle anlatıyor hepimize.  Doğrusu, o saklı gecenin, korunaklı duvarların gerçeği ancak bu kadar yalın ama güçlü anlatılır. Karakolların “kara kollarını bağlamış” lığına ne çok tanığızdır. Bıçak darbe sayıları, kurşun izleri, morarmış noktaların dökümü arasında gerçeği kaybedişleri de bir bir gözünüzün önündedir artık.

Yıkılacak Duvarlar şiir kitabı, kadınlara ağıtın, isyanın bahçesinden derlenmiştir bence. ‘Yıkılacak Duvarlar’ın her sözcüğünde, her dizesinde kadınlar var; yaşamın bütün cephelerinde emeği, bedeni ve kimliği yok sayılan ve şimdi artık bu gerçeklikle savaşa tutuşan kadın var. Taybet Ana şiiri örneğin; “yasak sokakta “düşerken eylemiyle tarihe kaydolan kadınların kudret simgesidir. Zalimin asla yenemediği de budur. Arjin’e ağıt da aynı gerçeğin şiiridir.  Kandıra’daki siyasi rehine kadınlara, “Kandıra Kadın Meclisi” diyorum ben onlara, şiiri bilgelik destanı kanaatimce. O duvarların arasında, bir avuç avlu ve gökyüzü altında tüm dünya ne ki evreni izleyecek, yorumlayacak ve de değiştirecek fikrin üretimini sürdüreceklerine dair bir sesleniş. Dört yıldır yapıp ettiklerinin ayırdında olmamız gereken çok üretimlerini düşündüm elbet.

Acıların derinliği kadar sabrın taşı çatlatan gücü de, inadın sürekliliği de sinmiş her bir dizeye. En yakıcı alevlerini arka kapağa çıkmış dizelerde buldum ben: “Bağrına taş basmak/ Böyle bir şey olsa gerek/ Altında ölüleri aradığın/ evlerin enkazında/ Ah ederek içinden/ yürümeli dersin/… Tandırında sabır pişirmeye başlamıştır kadınlar”. Öyle değil mi? Biraz da öyle yaşanmadı mı insanların yakıldığı Cizre bodrumları günleri sonrası…

33’lere ağıtında(O Ağaç- s. ) onların sevinçli yürüyüşlerini, düşlerini, çocuksu sayılan gerçek inatlarını ve de fütursuzluk zamanını bulmak mümkün geldi bana. “Yarım ekmek peynirler” ve “az kullanılmış oyuncaklar” coşkun sular gibi yola düşenler kadar onları vuranların sınıf farkını da anlatıvermiştir.

Kitaba önsöz yazan Şair Suna Aras’ın emeğine de değinmeliyim. Şiirleri içinden, dışından çok katlı okumuş, hem de şair bilinci ve duyarlılığıyla. Özdeşleşmiş sanki. “Gözleri asitli iğne uçlarıyla dağlanan” bülbüller misali söyleşmiş onlarla. Sözün derinliği ile yüreğin deliliği arasındaki mesafesizlikleri yakalamış, “kırmızı fularlar” a kadar gitmiş. Ama en çok final şiirdeki, “aşkı anladım galiba/ ama ne yazık/ taşamayan bir nehir gibiyim” dizesinin sırrını çözmüş; “yatağından taşıp, tel örgüleri, yüksek duvarları aşmış, umudu mavilere boyamış bile” diyor ve ekliyor; “Üstelik ‘idareden habersiz’.

İsyanında ve kahrında Kadın devriminin sesi yükseliyor bu şiirlerde. Kadınların yıkacağı duvarlar merkezde ama yıkılacak bütün duvarlara gönderme var. Sloganlarla değil, sanatın gücüyle. Etrafımızın yeniden yeniden duvarlarla örülmeye çalışıldığı bu zamanda, duvarları yıkma gücü kuşanır okuyan da.

Şiirinin yolu ve Figen Yüksekdağ’ın yolu açık olsun. Kuşkusuz şiirin ustalarının diyecekleri benim yazdıklarımdan farklı olabilir ama Kutsiye Bozoklar görebilseydi bugünleri; “Evet, Figen yoldaşım; şiir yazmışsın, devrimci sanat üretmişsin” derdi.



 

 
Editör: Haber Merkezi