ANKARA - ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ; Figen Yüksekdağ, Leyla Güven'in açlık greviyle çözüm için siyasi sorumluluk üstlendiğini belirterek, "Açlık grevine başlayanların temel talebi İmralı tecridinin son bulması ve barış koşullarının yeniden oluşturulması. Şuan 7 bine yakın tutuklu açlık grevinde ve dünyada bunun örneği yok" dedi.

 
MA'nin haberine göre; Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ'ın tutuklu yargılandığı ve hakkında hazırlanan 7 fezlekenin birleştirilmesiyle oluşturulan davanın 11'inci duruşması, Sincan Cezaevi Kampüsü Ankara 16'ıncı Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmeye devam ediyor. Yüksekdağ, duruşmaya Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katıldı. Duruşmaya Yüksekdağ’ın avukatlarının yanı sıra HDP Kadın Meclisi üyeleri de katıldı.


‘İNSANLARIN BEDENİLERİNİN HER GÜN ERİDİĞİNİ GÖRÜYORUZ’


Birleşen dosyalar kapsamında savunmasına başlayan Yüksekdağ, duruşmaya bizzat katılmak istediğini ancak tırmanan kriz ortamında siyasi bir yargılama yapıldığı için katılamadığını söyledi.

Leyla Güven öncülüğünde devam eden açlık grevlerine dikkat çeken Yüksekdağ, “Bulunduğum cezaevinde çok yoğun bir siyasi hareket yaşanıyor. Bu siyasi hareketin adı süresiz açlık grevi. Kendini ifade ve hakkını arama yöntemi. Bugün Türkiye genelinde 7 binin üzerinde siyasi mahpus süresiz dönüşümsüz açlık grevinde. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Hakkari milletvekili sayın Leyla Güven öncülüğünde başlayan ve 150 gün aşmış durumda olan açlık grevi benim bulunduğum cezaevinde de yoğunluklu olarak devam ediyor. Odada birlikte bulunduğun birlikte her şeyi paylaştım DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel ve Hakkari Milletvekili Selma Irmak açlık grevinde ve 100 güne yaklaştılar. Onlardan önce başlayan bazı arkadaşlarımız 100 günü aşmış durumda” dedi.


‘DÜNYADA BÖYLE BİR ÖRNEK YOK’


Türkiye hapishanelerinde sayısız sorun ve hak ihlallerinin yaşandığına değinen Yüksekdağ, “Açlık grevleriyle uzun süren ve yıpratıcı bir sürecin tanığı olduk. En yakınımızdaki insanların bedenlerini her gün eridiğini görüyoruz. Siyasi sorunun çözülebilmesinden dolayı cezaevlerinde kendi bedenini feda eden insanlar, yaşanan ölümler var. Bu Türkiye'nin siyasal aklının ne kadar düğümlendiğini ve bu düğümün çözülmesi için bizim ne kadar uğraştığımızı gösteriyor. Türkiye'deki adalet ve hukuk sistemi yargılama süreçlerinde sağlıklı ilerleme düşünemezken, tüm toplumsal konularda sorunlara yol açan atmosferi ortadan kaldırmak için uğraşmak gerekiyor. Açlık grevine başlayanların temel talebi İmralı tecridinin son bulması ve barış koşullarının yeniden oluşturulması. Şuan 7 bine yakın tutuklu açlık grevinde ve bunun dünyada böyle bir örnek yok” ifadesinde bulundu.


'LEYLA GÜVEN SİYASİ SORUMLULUK ÜSTLENDİ'


Yaşanan derin kriz karşısında bütün toplumsal yapının sorduğu soruya cevap vermesi  gerektiğini ve çözüm için herkesin mücadele etmesi gerektiğine işaret eden Yüksekdağ şöyle devam etti: "Bundan 3-4 yıl önce İmralı ile hükümetin desteğiyle sistematik görüşmeler yapıyordu. Bu tutumu yeniden geliştirilmesindeki en temel engel siyasetin ülkeyi değil kendini merkeze koyması. Bugün AKP-MHP ittifakı halkın ihtiyaçlarını bir tarafa bırakıp kendi ihtiyaçlarını öne koyuyor ve halkı zapturapt altına alıyor. Sayın Leyla Güven bu nedenle siyasi sorumluluk üstlendi. Siyasi iktidarların üstlenemediği bu sorunun çözüm noktasında aktif oldu. Bu memleketin barışa ihtiyacı var dört yıl önce silahlar kınında,  asker kışlasındaydı.  İnsanların güvenlik sorunu, siyasi iktidar tarafından pazarlanmıyordu.  Bu ülkenin insanı ilk defa yarına, geleceğe umutla bakmayı öğrenmişti. Ne zaman ki İmralı kapısına kilit vuruldu, o zaman savaş başladı ve gerilim siyasetini de beraberinde getirdi. İşte bugün 7 bin tutsak bunun için açlık grevinde. Milyonlarca insan bunun için çözüm çözüm diye bağırıyor.”


‘MUTLAKA KAZANACAĞINA İNANIYORUM’


Koşulların zorlu olmasına rağmen direnişin başarılı olacağını umduğunu söyleyen Yüksekdağ, "Hesapsız, kitapsız bir davayı mutlaka kazanırsınız.  Bu onurlu hareketin mutlaka kazanacağını inanıyorum. Yanımdaki arkadaşın refakatçisiyim. Koşullardan kaynaklı zorluklar yaşanıyor. Umarım önümüzdeki duruşmada bu sorunlar çözülmüş olur ve ben bizzat gelip savunmamı yapmış olurum" diye konuştu.


‘BU FEZLEKELER HAKLIYI HAKSIZ ÇIKARMA FEZLEKELERİDİR’


Yüksekdağ daha sonra savunmasına hakkında hazırlanan fezlekelere ilişkin konuşarak devam etti.  Abluka döneminde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde yaptığı açıklamadan dolayı hakkında hazırlanan fezlekeye ilişkin konuşan Yüksekdağ, şunları söyledi: "Fezlekeye konu olan bu basın açıklamasının esas çıkış noktası sokağa çıkma yasakları ve Sur'daki ablukayı protesto etmek. Ve Sur içerisinde mahsur kalan insanlarımızın can güvenliği talebini dile getirmek. Basın açıklamasında  benimle birlikte bulunan 150 arkadaş ve Diyarbakır halkıyla birlikte katliam girişimi ile karşı karşıya kaldık.'Yavuz hırsız ev sahibini bastırır' diye bir söz var. Ben bu fezlekeleri bu şekilde görüyorum.  Bu fezlekeler haklıyı haksız çıkarmaya çalışan fezlekelerdir. Bizim niyetimiz Sur'dan başlayarak sokağa çıkma yasakları olan kentlere dikkat çekmek, sivillerin olduğu yerlerde bombardıman yapılmamasını sağlamak. Bu da partinin bu belirlediği programlar çerçevesinde yaptığımız etkinliklerden biriydi.  Son durağımız da Cizre olacaktı. Valilik ve emniyetle görüşüldü anlaşma sağlandı. Biz sonradan fark ettik nasıl bu tuzağa düştük. Her tarafı kapalı ve dikenli tellerle çevrilmiş  bir yere kıstırıldık. Maalesef kendimizi emniyet güçlerine emanet etmememiz gerektiğini bir kez daha öğrendik. İnsanların en savunmasız olduğu yere girdiğimizde arkamızdan bir gürültü geldi. Sonra ses bombası atıldığını fark ettik. Ardından beş dakika yürüyüşe devam ettik. O aşamaya kadar kimse 'durun' demedi.  Her tarafımız demir kafeslerle çevrili bir cehennemin ortasında gibiydik. Basın açıklamasına başladık. Arkadaşımız anons yaptı. Sonra ben konuşmaya başlayınca polis anons geçti. Burada benim konuşmama yönelik olduğunu düşündüğüm için  konuşmamı sürdürdüm. Basın açıklamasını provoke etmeye dönük bir yaklaşımdı ondan sonra cehennem gibi bir gaz bombası saldırısı yaşandığı, katliam girişinde girişimine maruz kaldık. Sağımızdan, solumuzdan her yerden gaz bombaları yağıyordu. Bir izdiham ortamı yaratılmak istendi. Gazdan dolayı göz gözü görmüyordu. Bundan sonra ciddi yaralanan arkadaşlarımız oldu. Soğukkanlılıkla oradan çıkmayı başardık. O gün yaşadığımız katliam girişimiydi. Hala ses bombasının nereden ve kim tarafından atıldığı çözülemedi. Uçanı, kaçanı yakalayan emniyet güçleri, bu tür provokasyonları ne hikmetse bir türlü aydınlatamıyor."


‘BİZE KARŞI SUÇ İŞLENDİ’


Yüksekdağ savunmasına şu sözlerle sürdürdü:  "Karanlık güçler tarafından bizlere yönelik provokasyon olmuştur. Bizlere karşı suç işlenmiştir. Bu suçun hesabı verilmemiştir. Bunu bir suç duyurusu olarak sunuyorum. Ortada bizim tarafımızdan yapılan bir yanlışlık yoktur. Olaydan sonra yaralananlar hastaneye kaldırıldı. Geri kalanlar çok kötü bir şekilde gözaltına alındı. Bu kadar ağır bir saldırıdan sonra tepkimizi ifade etmek amacıyla Büyükşehir Belediyesi önünde toplandık.  Yaralanmış ıslanmış ve savaştan çıkmış şeklinde direnen yaşamaya çalışan insanlar vardı. Biz ne olursa olsun bu sesi duyurmak için bir şekilde yürüyüşe devam ettik. Kısa bir konuşma yaptık, oradan otobüsle Mardin'e geçtim.  Bu açıklamanın içeriğinin anlamamaya çalışan ve üstünü örten bir anlayış var.  Siyasi iktidarın baskı ve yönlendirmesiyle bu fezlekeler hazırlandı."


TÜRKİYE ŞU AN PAMUK İPLİĞİNE BAĞLI


Baskı koşullarında direngen tavırlarının cezalandırılmak istendiğine işaret eden Yüksekdağ, "İnsan bu hayatta birçok yanlış yapabilir. Suç işleyebilir. Ama asla ve asla bağışlanamayacak  bir suç vardır.  O da barış umudunu kaybetmek. Bu sözleri söylemek zorundaydım. Biz üç yıl önce yaşanılanları gördük. Bu krizin oluşmaması için çabaladık, çırpındık ama engelleyemedik. Ama en azından biz çırpındık, bu siyasetçiler ne yaptı? Bir akşam tek bir adamın tepesi attığında her şeyi mahvedebilir. Türkiye şu an pamuk ipliğine bağlı. Şartlar çok ağır ama biz de bir kapı açmaya çalışıyorduk. Biz o zaman da Diyarbakır'a düşen ateşin dakikada her yeri yakacağını söylemiştik. Ateşe sadece düştüğü yeri yakmaz, bu bir insanlık ayıbıdır. Türkiye'de devamında OHAL geldi sıkıyönetim geldi, KHK rejimi geldi.  Gelmeyen kalmadı daha ne getirecekler bilmiyoruz” diye belirtti.


‘BİZİ SEÇEN MİLYONLAR BANA CESUR OLMA GÖREVİ VERDİ’


Diyarbakır'da yaptığı basın açıklamasına ilişkin hazırlanan fezlekeye de değinen Yüksekdağ, o gün okuduğu basın metnini okudu. Bu metin üzerinden kendisine "Örgüt propagandası" ve "Tehdit" suçlamasının yöneltildiğine dikkat çeken Yüksekdağ, "Bu konuşmanın içinde gerçeklerin keskin ifşası var. HDP Eş Genel Başkanı ve bir siyasetçi olarak yaptığım tüm konuşmalarda mücadele etmemiz karşısında gerçekleri net, doğrudan açık ve kesin bir biçimde ifade etmek var. Bu benim üslubumdur  bu aynı zamanda bir siyasi karakteristiği ve ahlaki bir durumu da belirtir. Yurttaşların  sana verdiği vekalete karşı cesaretli olmak gerekir. Bu bir görevdir bizi seçen milyonlarca insan bana cesur olma görevi verdi. Onların söyleyemeyeceği şeyleri açık dolaysız söylememizi  istedi. Bir söz vardır: 'Gerçek ve gerçekten beslenen söz kılıçtan keskindir'. İşte bizim yargılamamızın nedeni budur. Sözlerimize bu kadar saldırmalarının nedeni budur" dedi.


‘ACİZSİNİZ ÇÜNKÜ…’ 


Gelecekte bu davaların ve iddianamelerin ders kitaplarına gireceğini söyleyen Yüksekdağ, "Hukukun kötüye kullanımının  en berbat örneklerini bizim davalarımız ve iddianamelerimiz de yaşanıyor. Dün söylediğimiz gibi bugün yine söyleriz. Madem bu kadar bu kadar güçlüsünüz cezaevinde olan  2,5 yıl verdiğiniz ve daha da ceza istediğiniz Figen Yüksekdağ'dan neden bu kadar korkuyorsunuz ve  uğraşıyorsunuz?  Acizsiniz çünkü. Bizi seçim meydanlarında karalamak için sesimizi dinletiyorlar. Sesimiz aslında onların politikalarına cevap verdi. Milyonlar buna cevap verdi. Kurdun kuşun kanadından bizim sesimiz bu topluma ulaşır" dedi.


Duruşma verilen aranın ardından devam ediyor.
Editör: Haber Merkezi