İSTANBUL - İmralı’da görüş yasaklarıyla tahayyül edilemeyen durumlar olduğu uyarısında bulunan avukat Cengiz Yürekli, “İmralı’da tecridi kat be kat aşan bir durum var” diyerek, kamuoyunu buna karşı harekete geçmeye çağırdı.

 MA / Ferhat Çelik - Mehmet Aslan'ın özel haberine göre; Uluslararası komployla 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkarılarak 15 Şubat 1999’da getirildiği Türkiye’de İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne konulan PKK Lideri Abdullah Öcalan, 23 yıldır ağır tecrit koşullarında tutuluyor. Öcalan, avukatlarıyla 27 Temmuz 2011’de yaptığı son görüşmeden 8 yıl sonra 2-22 Mayıs, 12-18 Haziran ve 7 Ağustos 2019 tarihlerinde görüşme gerçekleştirebildi. Aile görüşleri de engellenen Öcalan, son olarak 25 Mart’ta kardeşi Mehmet Öcalan’la “kesintili” bir telefon görüşmesi gerçekleştirebildi. Yapılan bu görüşme üzerinden geçen 8 ayda Öcalan’dan haber alınamadı. 

İmralı Adası’nda bulunduğu sürece Öcalan’a ile görüşme talebiyle yapılan başvurular, “koster bozuk” veya “hava muhalefeti” gerekçesiyle reddedildi yada yanıtsız bırakıldı. 20 Temmuz 2016’dan sonra ise Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında 6 aylık görüş yasakları getirildi. Bu engellemeler sonrası Öcalan’ın 2009 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gönderdiği savunmasına ek olarak hazırladığı "Yol Haritası" gerekçesiyle, 23 Eylül 2020'de 6 aylık avukat görüş yasağı getirildi. Bu yasak kararı bitmesine rağmen avukatların yaptığı görüşmeler yine yanıtsız bırakıldı. Yapılan başvurular üzerine geçtiğimiz Ocak ayında Öcalan’a verilen bir disiplin cezasıyla görüşlerin engellendiği ortaya çıktı. Getirilen bu yasak 23 Mart’ta dolmasına rağmen avukatların yaptıkları başvurulara olumlu ya da olumsuz hiçbir yanıt verilmedi.

Öcalan’ın müdafiliğini yürüten Asrın Hukuk Bürosu avukatları, Öcalan ile İmralı Adası’nda bulunan diğer tutuklular Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş’la “derhal görüşme” talebiyle Bursa İnfaz Hakimliği, Adalet Bakanlığı, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı ve Meclis, ulusal ve uluslararası hukuk kurumları ile sivil toplum örgütlerine başvuruda bulundu. Avukatların bu başvurusuyla Öcalan hakkında 12 Ekim’de 6 aylık avukat görüş yasağı, 18 Ağustos’ta ise 3 ay aile görüş yasağı verildiği ortaya çıktı. 

Öcalan’ın avukatlarından Cengiz Yürekli, tecride karşı yaptıkları ulusal ve uluslararası başvurular ile son aile ve avukat görüş yasaklarına dair soruları yanıtladı. 

 İmralı’da bulunan müvekkillerinizle “derhal görüşme” talebiyle yaptığınız başvurunun, önceki başvurulardan ayıran özelliği nedir? Başvuruda nelere vurgu yaptınız? 

Sayın Öcalan’dan ve yanında tutulan diğer müvekkillerimizden 8 aydır hiçbir şekilde haber alamıyoruz. Avukatı olarak Sayın Öcalan “iyi midir, kötü müdür” diye bir şey söyleyemiyorum.

Önceki başvurularımız tecrit koşullarının aşılmasına, oradaki müvekkillerimizin bütün haklarını tesis edecek kararların alınmasına dönüktü. Son başvurumuz çok daha farklı taleplerle yapıldı. Elbette İmralı’daki tecrit durumu devam ediyor ve bu tecridi aşmak gerekiyor. Fakat gelinen durumda biz Sayın Öcalan’dan ve yanında tutulan diğer müvekkillerimizden 8 aydır hiçbir şekilde haber alamıyoruz. Ne sağlık koşullarından ne tutulma durumlarından ne oradaki mevcut durumlarından hiçbir şekilde haber alamıyoruz. Ben avukatı olarak Sayın Öcalan “iyi midir, kötü müdür” diye bir şey söyleyemiyorum. En son 8 ay önce kendisiyle yarıda kesilen bir telefon görüşmesi oldu. O görüşme de zaten sorunlu bir ilişkilenme haliydi. Buna da “haber aldık” diyemeyiz. Burada Sayın Öcalan’la yapılan telefon görüşmesi çok kısa süre sonra kesilmişti. Görüşme bilerek mi kesildi, farklı bir şekilde mi kesildi, bunun arka planını bilmiyoruz. Diğer müvekkillerimizde -savcılığın ilettiği kadarıyla- tecrit koşullarını protesto ettikleri ve bu tavrı kabul etmedikleri için telefona çıkmamıştı. O görüşmeden sonra İmralı’dan şimdiye kadar tek bir haber alamadık. Sayın Öcalan ve diğer müvekkillerimizin durumları hakkında herhangi bir bilgiye erişmemiz mümkün değil. Bu bilgiyi olumlu ya da olumsuz şekilde teyit edecek bir durumda değiliz. Bu durum endişe verici, kaygı yaratıcı bir durumdur. Bu durumun aşılması için kamuoyunu, ilgili kurumları, sorumlu idari ve yargı mercilerini derhal harekete geçirmeye çağırdık. Toplumda oluşan kaygıların giderilmesi, yasaların ve evrensel normların uygulanması için bu kurumlara başvuruları yaptık.

Son görüş başvurunuzla aile ve avukat yasağı olduğu ortaya çıktı. Hukuki dayanağı nedir? 

Savcılığa rutin olarak yaptığımız başvurular, “bizi görüştürün” şeklinde başvurulardır. Fakat buradan tarafımıza gelen herhangi bir cevap yok. Buna rağmen gerek cezaevi idaresi gerek savcılığa bu yönlü başvurularımızı yapmaya devam ediyoruz. Son kertede bize bir cevap verilmediği, görüşmeler gerçekleşmediği, bunun bir insan hakları ihlali ve bir suç hali oluşturduğu için İnfaz Hakimliğine “Sen bu durumu gözetlemekle yükümlüsün. Biz müvekkillerimiz hakkında bilgi alamıyoruz. Bu bir suç durumudur. Derhal bu durumun giderilmesi gerekiyor ve bizim müvekkillerimizle acil bir şekilde fiziki olarak temasımızı sağla” şeklinde bir talebimiz oldu. İnfaz Hakimliği de ne hikmetse başvurduğumuz günü ve tarihi içeren bir belgeyi sonraki gün bize tebliğ etti. Hakimliğin verdiği cevapla müvekkillerimize verilen cezalardan haberdar olduk. Şimdi bu görüşme engeli bir mahkeme kararıyla alındı diye, sanki yasaya uygun, gerçek anlamda bir kararmış gibi bize yansıtılıyor. Hayır, bunun bir mahkeme eliyle çıkmış olması, buna hukuki bir belge niteliği kazandırmıyor.

7 Ağustos’tan bu yana zaten var olan avukat görüş yasağına dair yasak kararı verilmesini nasıl yorumluyorsunuz? 

Sayın Öcalan en son 7 Ağustos 2019’da avukatıyla görüştü. Üzerinden 2 buçuk yıl geçti. Diğer müvekkillerimiz 6 yıldır tek bir avukat görüşmesi gerçekleştiremedi. 

Bir kişiye avukat yasağı getirebilmeniz için öncelikle yasal olarak bir avukat görüşünün gerçekleşmesi gerekiyor. Bu avukat görüşünde daha önce savcılık kararıyla bir kişinin bulunması ve görüşmede uygun olmayan bir söylemde bulunmanız halinde tutanak tutulması gerekiyor. Bu tutanağın tutulması gerekir ki savcılık bu tutanağa dayanarak hakimliğe “Suç unsuru görüşmeler gerçekleşiyor. Sen kişinin şu şu avukatlarla görüşmesini engelle” demelidir. Hakimlik de buna göre karar verecek. Ki böylesi bir kararda bile kişinin topyekun savunma hakkından mahrum bırakılmaması için ilgili kurumlara yazı yazarak, bunun telafi mekanizmalarını ve başka avukat hazırlığını gündeme getirmesi gerekiyor. Ama İmralı özgülünde gerçekleşen bir avukat ziyareti yok. Bakın Sayın Öcalan en son 7 Ağustos 2019’da avukatıyla görüştü. Üzerinden 2 buçuk yıl geçti. Diğer müvekkillerimiz 6 yıldır tek bir avukat görüşmesi gerçekleştiremedi. Siz neye dayanarak avukat yasağını veriyorsunuz? Açıkça çıkın biz “İmralı’da avukat görüşü gerçekleştirmiyoruz” deyin. Ki zaten uzun süredir bu böyledir.

Avukat görüşü için verilen yasak kararının bir benzeri aile görüşü için de verildi… 

Böylesi bir yasak söz konusu olamaz. CPT (Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi) İmralı’da yapmış olduğu ziyaretler sonucunda oluşturduğu raporlarda, Türkiye’ye ‘Siz havalandırmada cereyan eden bir hadise için, hele İmralı gibi bir yer için dış dünyayla temasa yasak getiremezsiniz. Bu aldatıcıdır’ dedi. CPT açık bir şekilde aldatıcı kavramını kullandı. Hadi diyelim ki siz bunu yasalara uygun bir şekilde yapıyorsunuz. Müvekkillerimizin hukuki bir uzmanlığı yoktur. Avukat olan biziz, onların yetkili temsilcileri biziz. Niçin bu dosyaları bizden kaçırıyorsunuz? Ne için bunları bizden saklıyorsunuz? Bunu yapmanıza imkan veren herhangi yasal bir dayanak söz konusu değildir. Bu kararları alıyorsunuz ama bize tebliğ edilmiyor. Talep etmemize rağmen bu dosyalar bize verilmiyor. Niye? Çünkü bu kararlar hukuka aykırı bir durumdur. Zaten bununla erişilmek istenen hukuki bir amaç da yoktur. Bunun temel amacı Sayın Öcalan’a bir çeşit siyasal şantaj, bir çeşit psikolojik baskı uygulamayla ilgilidir.

Yasak kararlarının gerekçeleri tebliğ edildi mi? 

Hayır; bize tebliğ edilen bir şey yok. Biz bu gerekçenin ne olduğunu bilmiyoruz. Bize sadece “yasak” olduğu gerekçesiyle taleplerimizin karşılanmayacağı ifade edildi. Ancak yasak içeriklerinden haberimiz yok. Muhtemelen yine daha önceki volta cezasına benzer yasaklar söz konusudur. Yoksa İmralı’da 4 kişinin tutulduğu ve yalnızca bir saat bir araya geldiği bir yerde, ne gibi bir disiplinsizlikten söz edilebilir ki?

 Burada iki durum var, birincisi direniş, ikincisi ise bizim tahayyül etmediğimiz kötü ve olumsuz bir durum var.

Burada özellikle şu hususa vurgu yapmak gerekir; ortada ilk defa olan bir durum var. Bu yasak kararına karşı müvekkillerimizin hiçbiri itiraz etmedi. Sayın Öcalan’ın bu konudaki tarzı ve tutumu bilinmektedir. Sayın Öcalan böylesi teknik olaylara asla girmez. Pratiklerinden bunu biliyoruz. Ama diğer müvekkillerimiz bu yasaklara karşı dosyaların dışarı taşırılması, hukuki sürecin kapanmaması, bir şekilde bireysel mekanizmaların açık tutulması, bizim bu dosyalara erişebilmemiz için de olsa itiraz prosedürlerini işletiyorlardı. Ama hakimlik kararından öğreniyoruz ki ilk defa bu yasak kararlarına karşı müvekkillerimiz itiraz etmeksizin bu kararlar kesinleşmiştir.

Buradan çıkan iki anlam var. Birincisi, 25 Mart telefon görüşmesi sürecinde müvekkillerimizin içinde bulundukları tavrı yükselterek üst aşamaya taşıyarak bir protesto -ki bunun da karşılığı direniştir- aşamasına geçmiş bulunuyorlar. İkincisi ise bizim tahayyül etmediğimiz kötü ve olumsuz bir durum var.

 İfade ettiğiniz bu duruma karşı girişimleriniz var mı? 

Elbette ki girişimlerimiz var ve olacak. Şuan başlatmış olduğumuz süreçte bu duruma karşı bir girişimdir. Girişimlerimiz sadece hukukun rafa kaldırıldığı, sonuç alamadığımız yargı ve devlet kurumlarından değildir. Aynı zamanda sivil toplum örgütleri şahsında kamuoyuna taşırma ve ona hassasiyet oluşturması için de girişimlerimiz söz konusudur.

 İmralı Adası’nda tecrit uygulaması nasıl bir aşamaya geldi? 

Aslında esas tartışmamız gereken konuda budur. Evet, İmralı’da bir tecrit var ve bunun aşamaları vardır. İmralı’daki tecrit durumunun bir benzeri yok. Tecrit içinde işkenceyi barındırır, şiddeti barındırır. Bu konuda AİHM’in kararları da var. Buna bir diyeceğimiz yok. Ama İmralı’da tecrit durumu devam ederken, bunu aşan başka durumlarda söz konusu. Bakın “mutlak tecrit” kavramı İmralı için kullanılır. İmralı eşittir mutlak tecrit demek. Bizler de İmralı için “tecrit rejimi” kavramını kullanıyoruz. Orada uygulanan tecrit rejimidir. “Mutlak tecrit” kavramını kullanan Sayın Öcalan’dır. Sayın Öcalan bu kavramı kullandığı vakit yine İmralı hukuka aykırı durumlar yaşanıyordu. Fakat o süreçlerde bile gönderilen mektupların hepsi olmasa da en azından bir kısmı verilmesi söz konusu olabiliyordu. En azından sınırlı da olsa avukat ve aile ziyaretlerinin gerçekleşmesi söz konusu olabiliyordu. Doğrudur, İmralı Cezaevi bir ada hapishanesidir. Oradakiler günün 23 saatini yalnız başına geçirmesi ve kişiyi çürütmeye yönelik bir rejim söz konusudur. Ancak biz vekilleri ve aileleri olarak kısmi de olsa oradaki durumdan haber alabiliyorduk. Hangi koşullar altından tutulduğunu biliyorduk.

 Artık “tecrit” demek yetersiz kalmaktadır. İmralı’da tecridi kat be kat aşan bir durum var. Bu anlamıyla da kamuoyunu bir hassasiyete çağırıyoruz. 

Ancak gelinen aşama itibariyle mutlak tecridi aşan, bir haber alamama durumu söz konusu. Uluslararası literatürde de bunun kavramsal bir karşılığı vardır. Bu iletişimsizlik hali içinde her türlü riski barındırıyor. Ailenizden, eşinizden, dostunuzdan, sağınızdan, solunuzdan birinden haber alamadığınızı düşünün. Siz O’na ısrarla ulaşmaya çalışıyorsunuz. Bütün girişim ve çabalarınıza rağmen sonuç alamıyorsunuz. Bunun normal karşılamanız mümkün olabilir mi? Bu durumu en fazla kaç gün normal karşılayabilirsiniz? Bir gün, bir hafta, iki hafta… Bakın 8 aydır Sayın Öcalan ve diğer müvekkillerimizden hiçbir şekilde haber alamıyoruz. Şuan temiz havaya erişimleri var mı bilemiyoruz. Televizyona, radyoya, oradaki görsel yayınlara bir erişimleri söz konusu mudur, bilemiyoruz. Birbirleriyle görüşüyorlar mı, bilemiyoruz. Sağlık durumları, tutulma koşulları ve kendilerine dönük kötü bir muamele var mı, bilemiyoruz. Bu yüzden var olan durum tecridi aşarak her türlü endişeye, her türlü kaygıya zemin sunan bir durumdur. Bu anlamıyla artık “tecrit” demek yetersiz kalmaktadır. İmralı’da tecridi kat be kat aşan bir durum var. Bu anlamıyla da kamuoyunu bir hassasiyete çağırıyoruz. 

Bu durumu kanıksamamak, içselleştirmemek gerek. 23 yıldır ciddi bir psikolojik mühendislikle bu durum ilmek ilmek dokunmaya çalışıldı. Bir yıl, iki yıl bütün İmralı kapıları kapatılıp hiç haber alınmamasını sağladılar. Ardından sadece yaşam hakkını teyit eder şekilde temaslar sağlandı. Şimdi yeniden İmralı kapıları tamamen kapatılarak aynı durum devam ettirilmeye ve Sayın Öcalan unutturmaya çalışıyorlar. Yapılanlar buna dönük bir hamledir. Zaten Sayın Öcalan’la yapılan son telefon görüşmesinde ‘Tehlikeli bir durum var. Buna alet olmayın’ diyerek bu tehlikeye işaret etmişti. Bu anlamda bütün kurumları, demokratik değerleri taşıyan bütün insanları, aydınları ve kamuoyunu bu anlamda hassas davranmaya ve bu tecritten istenen sonuçları başarıya erişmemesi için bir çabaya davet ediyorum.

Bundan sonra ne tür adımlar atacaksınız?

Bu durumun giderilmesi için yetkili bütün kurumlara başvurularımızı yaptık. Elbette bunlardan bir sonuç beklemiyoruz. Ancak bunlara karşı uluslararası mekanizmalara gidecek kadar bir prosedürü işleteceğiz. AİHM önünde zaten benzer süreçlerimiz var. Biz bunu AİHM harici başkaca uluslararası bütün mercilere götürmeyi düşünüyoruz. Böylesi bir hazırlığımız söz konusu. Bunun haricinde bu dosyayı sade ulusal değil uluslararası insan haklarını gözetlemekle kendini yükümlü gören, bu iddiada olan insan hakları kurumlarına da taşıyacağız. Zaten bir kısmına bu başvurularımızı yaptık. CPT’ye, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne sürekli olan başvurularımız söz konusu. Bu başvurularımız da devam edecek. Ancak bundan öte birde şöyle bir durum söz konusu. Mevcut iletişimsizlik halini salt insan haklarına indirgemek, insan hakları bakışıyla ele almak da doğru değildir. Evet, işin bir boyutu budur. Bununla ilgili bütün hukuk kurumlarını, hassasiyet gösteren bütün kuruluş ve kişileri görevlerini yapmaya çağırıyoruz. Ancak Sayın Öcalan’dan bahsettiğimizi unutmayalım. İşin birde politik ve toplumsal boyutu var. Bu mutlak tecrit halini, bu haber alamama durumunun Türkiye toplumlarına, coğrafya halklarına maliyeti, kayıpları nedir? Bu durumun bu şekilde devam etmesi halinde daha ne gibi kayıplar söz konusu olacaktır? Bunun halklara ne gibi bir faturası olacaktır? Bunun doğru tartışılması, doğru eksende ele alınması lazımdır.

Politik ve toplumsal boyutu biraz açar mısınız?

Geçenlerde ortaya bir helalleşme kavramı atıldı. Ana muhalefet partisi lideri “Biz barışı getireceğiz. Diyarbakır Cezaevi’yle helalleşeceğiz” dedi. Diyarbakır Cezaevi nedir? Burası bir bina, bir inşaat, bir betondan ibaret midir? Diyarbakır Cezaevi’nden tutulan insanlar ne için oradan tutuldu? Bunlar kimdi? Ne için bu işkencelere maruz kaldılar? Ödün vermeksizin hangi motivasyonla bu işkencelere karşı durdular? Bütün bunların doğru eksende tartışılması lazım. Şuanda geçmiş döneme el sallayarak “helalleşeceğim” demek kendisini kandırmadır. İmralı Cezaevi gerçekliği devam ederken, bunu gözardı ediyorsanız, gözlerinizi kapıyorsanız, tek söz söylemiyorsanız bu bir kandırmadır. Ki İmralı’da tutulan insanlar Diyarbakır Cezaevi’nden tutulan insanların ardıllarıdır, aynı mücadeleyi vermektedirler. Bunlara karşı bilinçli bir işkence durumu var. 85 yaşındaki insanları, kanser hastası insanları kelepçeli olarak hastaneye götürülüyorsa ve siz buna bir söz söylemiyorsanız, buna helalleşmekten bahsedemezsiniz. İmralı Cezaevi Diyarbakır Cezaevi’nin modernize edilmiş, güncellenmiş haliyken, uluslararası hale getirilmiş durumuyken ve buradan hiç haber alamama durumu söz konusuyken, siz buna ses etmiyorsanız, hangi helalleşmeden bahsediyorsunuz? Diyarbakır Cezaevi’nin nasıl ve hangi saikle ağzınıza alıyorsunuz? Bunu bir kere netleştirmek lazım. Bu anlamda bir beyin karmaşasına gitmemek gerekir.

Öcalan’ın 2013-2015 yılındaki barış çabalarına karşı savaşta ısrar eden ve toplumu bir birine düşüren bir süreci yaşadık ve halen yaşıyoruz. Bu durum devam ederken muhalefet liderinin ifade ettiği “Barıştırma” durumu nasıl sağlanabilir?

İnanın toplumun şovenizmden beslenen çok küçük bir kesimi hariç herkes Sayın Öcalan’ın çağrılarına ihtiyaç duymaktadır. Toplumun Öcalan’ın fikirlerine, müdahalelerine ihtiyacı var. 

Sayın Öcalan 2013 yılında “Coğrafyamız ekonomik, toplumsal ve bölgesel bir kriz halindedir. Bu krize dur demek gerekiyor. Akan kan Türk’üne, Kürt’üne, Çerkez’ine, Laz’ına bakmaksızın bu coğrafyanın bağrından akmaktadır. Gelin, buna hep birlikte dur diyelim. Bütün halkların, bütün kültürlerin barış içinde özgür ve demokratik bir şekilde yaşayabileceği ülkeyi inşa edelim. Gelin helalleşelim” çağrısında bulunmuştu. Sayın Öcalan Diyarbakır’da 2 milyon insanın, ulusal ve uluslararası basının huzurunda böylesi bir çağrıda bulundu. Buna ne cevap verildi? Bunu sormak ve bu hafızayı canlı tutmak lazım. Buna verilen karşılık 2015 yılından sonra Öcalan’sız bir siyaset inşası oldu. Öcalan’sız siyaset inşasından geldiğimiz durum apaçık ortadadır. Halk açlığa, sefalete mahkum edildi. Bu durumun panzehiri Sayın Öcalan gerçekliğiyle yüzleşmektir. 

İnanın toplumun şovenizmden beslenen çok küçük bir kesimi hariç herkes Sayın Öcalan’ın çağrılarına ihtiyaç duymaktadır. Bu toplumun Öcalan’ın fikirlerine, müdahalelerine ihtiyaç duyduğu defalarca teyit edilmiştir. Duruma bu şekilde yaklaşım göstermek gerekir. Durumu topluma bu şekilde yansıtıp tecridin aşılması için gereken çabayı ve hassasiyeti göstermek gerekir. Var olan İmralı hukuksuzluğuyla yüzleşmeden, Sayın Öcalan’ın içinde olduğu işkence haline dur demeden, Sayın Öcalan’ın barışı, demokrasiyi inşa etmek için sonuç alıcı çabaları için gereken zemini sunmadan ve gereken çabayı göstermeden hiçbir şey mümkün değil. Demokratik öncülerin, bu iddiada olanların bu durumu göstermesi, bunun bilincinde olması ve bu yönlü bir toplumsal örgütlenme çabası içerisinde olması gerektiği inancındayım.

Editör: Haber Merkezi