Nesrin Nas*

Öyle zor zamanlar ki... İktidar, gerçeğin duyulmasına hiç ama hiç tahammül edemiyor. Kendi söylediğinin gerçek olarak kabul edilmesi dışında hiçbir şeye tahammülü yok. 

Bu koşullar altında bile Mezopotamya Ajansı’nın tüm çalışanlarının yılmadan, korkmadan bunca baskıya rağmen güç sahiplerinin değil, ezilenin, baskıya, haksızlığa ve zulme uğrayanların haberlerini hepimize iletmeye çalışması ve ödediği ağır bedellere rağmen inat ve ısrarla hakikate ulaşma çabası toplumun bütününe umut veriyor.

Çünkü gerçek ötesi söylemlerle inancın gerçek olarak sunulduğu, itiraz edenlerin hain, terörist, iç düşman olarak damgalandığı bir dünyada insanların yararı ancak, iktidarların halkın bilmesini istemediği gerçekleri araştıran, doğrulayan ve duyuran güvenilir bir medya ile sağlanabilir. 

Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda, “Türk hukuku, AİHS’ye ve AİHM içtihadına uygun şekilde ifade özgürlüğünü yeterli ölçüde güvence altına almamaktadır. Gazetecilere karşı açılan dava sayısının fazlalığı ve internet sitelerine sık sık getirilen yasaklar endişe konusudur. Basın üzerindeki gereksiz siyasi baskılar ve yasal belirsizlikler uygulamada basın özgürlüğünü etkilemektedir.” diyor.

Bir ülkedeki ifade ve basın özgürlüğü, demokrasinin geldiği yeri ölçen bir barometredir. Artık kusurlu bir demokrasi dahi sayılmıyorsak ve hukuk devleti sıralamasında dünyada en alt sıralarda yer alıyorsak, bu  ifade ve basın özgürlüğünün bir güvenlik tehditi olarak görülmesi ve tanımlanmasıyla başlayan sürecin tabii sonucudur.

Tüm dünyada otokrasilerin yürüdüğü yol aynıdır: Apolitikleştirme, popülizm, kutuplaştırma ve gerçek ötesi bir siyaset kurgusu. 

Bunun için özgür basının kapısına kilit vurulması ve söyleme mecburiyetinin topluma kabul ettirilmesi gerekir. Çünkü bilginin kontrol altına alınması ve düşüncelerin serbestçe yayılması, iktidarların gücünü sınırlar.

Mediapart’ın kurucusu Plenel, özgür basının misyonunu “İktidarların örtmeye çalıştıklarının karşısında toplumun bilme hakkı” olarak tanımlıyor. Mezopotamya Ajansı ve  çalışanları tam da bunu yapıyor. 

AİHM de “kamuoyunu ilgilendiren bir konu varsa basın özgürlüğünün sınırlanması kabul edilemez” diyor.

AİHM’in hakaret, nefret söylemi dışında ifade ve basın özgürlüğüne getirilen sınırlamayı ihlal olarak görmediği tek durum, şiddete teşvik.

John Donne, bir katedralde başrahip olduğu dönemlerdeki vaazlarından birinde;

Bir ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına; 

anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta; 

...

Ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; 

işte bundandır ki çanlar kimin için çalıyor diye sorma; çanlar senin için çalıyor.” der.

Gün geçmiyor ki, bizi okyanusta diğer damlalarla buluşturan, bizi anakaranın bir parçası yapan gazetecilerin başına bir iş gelmesin… Bazen bir haberi yazdıkları için bazen de yazmadıkları için gözaltına alınıyor, tutuklanıyorlar. Yakıştırılan suç yelpazesi epey geniş. Teröre destek vermekten casusluğa, toplumu kışkırtmaktan hakarete uzanan oldukça çeşitli suçlar, günün ihtiyacına göre iktidar sahipleri tarafından uygulanıyor.

Basın özgürlüğünün sınırlarını belirleyenin basın yasaları ve etik kuralları değil de, iktidar sahiplerinin keyfi olunca, her eksilen gazeteciyle birlikte, çanlar toplumun barış ve dirlik içinde yaşamasını isteyen herkes için de çalmaya başlıyor.

Bu nedenle Türkiye’de gazetecilik yapmak, mayın tarlasında yürümeye benziyor. Arazinin mayınlı olduğunu biliyorsunuz ama mayının nerede olduğunu, nereye basarsanız patlayacağını bilmiyorsunuz. Çünkü hukuk yok, yasa yok, ilke yok. 

Soruşturmayla, yayın cezasıyla, haber linkinin ya da sitenin kaldırılmasıyla da kurtulabilirsiniz, dayak, gözaltı, tutuklama ve uzun yıllar hapis cezasıyla da… Bazen ifadeniz dahi alınmadan adınızı arananlar listesinde de görebilirsiniz.

Çünkü başınızın “belaya girme derecesi” kimliğinize, çalıştığınız kuruma, konuya, iktidarın çevresindekilerin rahatsızlığına göre bile değişebiliyor. Bazen de iktidardakilerin isteğine ya da iktidarcıklar arasındaki çekişmeye de kurban gidiyorsunuz.

Ödenen çok ağır bedellere rağmen halen iktidarın hoşuna gitmeyen Mezopotamya Ajansı gibi kurumlar ve gerçekleri araştıran, yazan, haber yapan sizin gibi gazeteciler var. 

Bu zor zamanlarda en ağır baskıyı Kürtler ve Kürt gazeteciler görüyor. Mezopotamya Ajansı gibi kurumlar ve daha birkaç ay önce tutuklanan 16 gazeteci gibi…

Sizlere yeterince sahip çıkmadığımız için bugün hepimizin haber alma hakkı, gerçeği bilme hakkı gasp ediliyor.

Bir daha “ asla dememek ve tüm bunlar nasıl oldu?” sorusunu sorup durmamak için bugün arkadaşlarının demir parmaklıklar arkasında olmasına ve sonu gelmeyen soruşturmalarla gözdağı verilmesine rağmen, kamu adına inatla ve ısrarla gerçeklerin peşinde koşan sizler gibi özgür basına ve gazetecilere her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. 

Bu vesileyle Mezopotamya Ajansı’nın 5.yılını kutlarım.

* Ekonomist

Editör: Haber Merkezi