DİYARBAKIR - İç içe geçen devlet-mafya-siyaset ilişkisi üzerine yazdığı kitaplarında önemli belirlemelerde bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan, "Devletin çeteleşmesi, ortadan kalkması anlamına gelir. Çeteye yol açarsanız devlet parselleşir, hukuk metalaşır" tespitinde bulunuyor.

MA'nın haberine göre; Devlet bağlantılı çete yöneticisi Sedat Peker’in itiraflarıyla Türkiye’de devlet-mafya-siyaset ilişkisi bir kez daha tartışmaya açtı. Kodlarını İttihat ve Terakki’den alan, legal-illegal örgütler, çete ve mafyatik yapılanmalar, bugün kendini Sedat Peker örneğinde somutlaştırıyor.

PKK Lideri Abdullah Öcalan, 2002 yılında Mem Yayınları’ndan çıkan “Çeteciliğe Karşı Mücadele”, 2011'de çıkan “Türkiye’de Demokratikleşme Sorunları Kürdistan’da Çözüm Modelleri”, 1995’te Serxwebun yayınlarından çıkan “Sömürgeci Cumhuriyet Kirli ve Suçludur” adlı kitaplarında Türkiye’de mafya-devlet-çetecilik üzerine önemli saptamalarda bulunuyor.

ABD FİNANS ETTİ

Türkiye’nin NATO’ya girişi (1952) sürecinde Gladio adı altında dünya çapında bir çete olgusunun ortaya çıktığını ifade eden Öcalan, Gladio’yu, "NATO bünyesindeki ülkelerde komünist hareketlerine, yönelik gizli, kanun dışı yöntemlerle saldıran" aygıt olarak tanımlıyor. ABD’nin bizzat eğitip finanse etmesiyle oluşturulan bu aygıtın ve çete tipi örgütlenmenin ortalığı kasıp kavurduğunu anlatan Öcalan, yine aynı tarihten itibaren bu örgütlenmenin içine Türkiye'nin de dahil edildiğini, ilk subayının Alparslan Türkeş olduğunu ve Türkeş'in Amerika’da kontrgerilla eğitimi aldığını vurguluyor.

MEHMET AĞAR

Ordu içinde bir subayın, NATO’nun Gladio taktiklerine uygun olarak yeni bir örgütlenmeyi sivillere dayalı olarak geliştirdiğini ifade eden Öcalan, devletin bütün kurumlarında olduğu kadar toplumun sivil kurumlarında da, bu çete veya Özel Harp Dairesi'nin birimlerinin ortaya çıktığını vurguluyor. MHP’nin bu temelde kurulduğunu ifade eden Öcalan, çete başı diye tabir edilen Mehmet Ağar’ın da o dönemin örgütlenmesi içinde yer aldığını belirtiliyor. 

ORDU İÇİNDE ÇETECİLİK

Teşkilatı Mahsusa türü, çete türü bir organizasyonun, ağırlıklı olarak 1990 sonrası devreye girdiğini aktaran Öcalan, bu dönemde aynı zamanda ordunun bütün kurallarını zorlayarak, ordu içinde çeteleşmeyi geliştirmek için büyük bir atağa geçildiğini söylüyor. 1990’ların başlarından itibaren Özel Harp Dairesi'nin ordu içindeki gücünün arttığına dikkat çeken Öcalan, Doğan Güreş'in tamamen bu ekibe dayanarak kendi rakiplerini saf dışı ettiğini, özellikle Jandarmada çok etkili bir tasfiyecilik yürüttüğünü, birçok generali tehdit ettiğini ve bilinen o çok etkili konumunu elde ettiğini vurguluyor.

ÖZAL, BİTLİS, SİNCAR

1993’lere doğru gelindiğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin, tarihinin en hukuk dışı sürecini yaşadığını ve çetelerin her türlü cinayeti işleyecek kadar güçlendiğini belirten Öcalan, şöyle devam ediyor: “Öyle ki devlet içinde, Parlamento’da, orduda ve Bakanlar Kurulu'nda bunların önünde duracak bir güç yoktur. Örneğin Mehmet Sincar’ın katli, Bitlis Paşa'nın, hatta Özal'ın katli kesinlikle bizzat bu çeteyle bağlantılıdır. Bu çetenin marifetleri saymakla bitip tükenmez. Bize düşen payı ise, 1992-93’lerden itibaren Cizre, Şırnak ve Nusaybin’deki katliamlar başta olmak üzere yüzlerce katliam, binlerce insanın acımasız, yargısız infazla öldürülmesi, yine faili meçhul cinayetler adı altında tek tek insanların katledilmesi, üç bini aşkın köyün harabeye çevrilmesi, muazzam bir korucu teşkilatının, uyuşturucu şebekelerinin geliştirilmesi olmuştur. Avrupa’da gerek PKK'yi, gerek genelde solu etkisizleştirmek için, Ağca’dan tutalım Palme cinayetine kadar birçok provokasyonun gerçekleştirilmesi; Avrupa’ya yönelik uyuşturucu ticaretinin yüzde sekseninin bunların kontrolü altına alınması, Kürt işadamlarının bu kanallardan temizlenmesi ve çete tarafından devlet bütçesinden daha fazla maddi imkânın gayri meşru yollarla ele geçirilmesi, işlerin ne kadar vahamet derecesine getirildiğini göstermektedir." 

KONTR DEVLET

Söz konusu çeteye para ve sermayenin dayanmadığını, toplumun diğer kurumları, siyasi partilerin hepsinin neredeyse nefes alamaz duruma geldiğini ifade eden Öcalan, şunları ekliyor: “Ordu içinde bile generalleri öldürmeleri söz konusu veya kalanları da bir yere atıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti devlet aygıtının tümüyle ele geçirildiğini ve bugün sivil toplumda çok sınırlı, direnen bazı güçler olsa da, halen esas eğiliminin çetelerden yana olduğunu vurgulamakta hiçbir sakınca yok. Bu, Türkiye Cumhuriyeti içinde ve toplumsal yapıda epey rahatsızlıklara ve büyük çalkantılara yol açtı, daha da açacaktır. Hatta sert sınıf mücadelelerine kadar götürebilecektir. Avrupa da buna karşı tedbir alıyor, devlet ve çete ilişkisini fark etmiştir ve 'Kontr Devlet', 'Çete Devlet' vb kavramlar ortaya çıkmıştır. Türkiye’yi de böyle tanımlıyorlar."

‘HUKUK METALAŞIR’

Öcalan, 2011'de yayınlanan “Türkiye’de Demokratikleşme Sorunları Kürdistan’da Çözüm Modelleri” adlı kitabında ise şöyle diyor: “Devlet iktidarının oligarşik ve diktacı güçlerin eline geçmesi, sınırlı hukuk güvencesini de ortadan kaldırır. Devlet adeta parsellenir. Bir ucu devletçi odaklara bağlı çok sayıda mafya ve çete türer. Halkın üzerinde tam bir terör estirirler. Suçlarda patlama yaşanır. Hak aramada hukuki yollar yerine taşeron güçler tutulur. Hukuk adeta metalaşır. Devletin güvenlik güçlerinin kendileri, güvenlik sorunu haline gelir."

DEMOKRATİKLEŞMENİN İHLALİ

"Gayri resmi çekirdek olarak resmi devleti kullanmak, demokratikleşmenin en ağır ihlali anlamına gelmektedir. Daha da vahimi, devletin devlet olmaktan çıkarılmasıdır” diyen Öcalan, “Devletin en bariz vasfı, resmiyeti ve belirgin kurallarla toplumu idare etmesidir. Tüm kusurlarına rağmen Osmanlı sultanlarının devleti yönetme gelenekleri çok belirgindi. Belli bir ahlâkları ve dini karakterde de olsa kuralları vardı. Komplocu bir taktiğe başvurmak çok ender durumlarda, o da bazı kişisel davranışlar sonucu mümkündü. İttihat ve Terakki’nin hem devleti hem toplumu yönetme tarzı baştan sona komplocu ve darbeci nitelikteydi. Devlet olmaktan çıkma, bu gerçeği ifade eder. Devletin çeteleşmesi, ortadan kalkması anlamına gelir. Birinci ve İkinci Meşrutiyet, bütün iyi niyetlerine rağmen, amaçlarının tersine gayri meşrutiyetçi, çeteci bir devlet veya devletsizlik anlayışına katkıda bulunmuştur. Bürokratik çetecilik, yeni devleti eskisini aratır tarza sokmuştur" diyor. 

HUKUK MAFYA TEKELİNE DÖNÜŞTÜ

Öcalan, 1995’te Serxwebun yayınlarından çıkan “Sömürgeci Cumhuriyet Kirli ve Suçludur” adlı kitabında, çeteciliğin Türkiye halklarını derin bir bunalıma sürüklediğine dikkat çekerek, şunları ekliyor: “Türkiye'yi şu anda büyük bir maymun taklitçiliği yönetiyor. Kendileri bunu söylüyor, ben söylemiyorum. Çok kirli bir özel savaş yürüttükleri halde, bunu büyük vatanseverlik diye, bütün Türkiye halkına yutturabiliyorlar. Türk halkı her gün neredeyse deliriyor. Çılgınlık diz boyu. Öyle bir insan tipi yaratılmış ki, medyaya bakın, sıradan yüzlerce haberle çalkalanıyor. Trafik canavarından bahsediyorlar, her türlü insanlık dışı cinayet işleniyor. Sadece siyasi anlamda da değil, türeyen mafya çeteleri her gün insan öldürüyor. Hukuk adına büyük bir hukuksuzluk var. Hukukun kendisi zaten bir mafya tekeline dönüşmüş. Hiç kimse kendi yaşamından emin değil. Müthiş bir vurgun sistemi yaratılmış.

KEMALİST RUH

Türkiye Cumhuriyeti bir sonuç aşamasıyla karşı karşıya gelmiştir. Bu devlet kendi halkını ve uluslararası alanda kendisiyle ilgilenen çevreleri aldatarak, yanıltarak, çarpıtarak ve hatta delirterek idare etmeyi baş siyaset biliyor. Şimdi bunu herkes görüyor. En başta da Türkiye halkının kendisi bunu görüyor. Türkiye'de şu anda çok ilginç bir yönetim biçimi söz konusudur. Tabii bu her gün gündem değiştirmekle icra ediliyor. Halkı büyük bir mantıksızlık içine yuvarlayarak, yüreğini, moralini günde bilmem kaç defa yerle bir ederek ve çıldırtarak yönetme sanatıdır. Acaba tarihte bunun bir örneği daha var mı? Kim böyle yapıyordu? Tarihte görülen o tiranlıklar da halklarını bu kadar delirtmişler miydi? Hiç sanmıyorum. Bu kadar gündem değiştirerek, morali bu kadar yerle bir ederek veya moralle bu kadar oynayarak, en basit mantık kurallarını bile bir yana iterek bir yönetim gerçekliğine ulaşmak dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Bu Türkiye Cumhuriyeti'nin, dolayısıyla Kemalist ruhun büyük icadıdır. İnanılması güç, ama bu bir gerçektir."

Editör: Haber Merkezi