CHP Milletvekili Gürsel Tekin’in bir soru üzerine “HDP’ye bakanlık verilebilir” mealindeki açıklamasıyla başlayan tartışmalar sürüyor. Tek adam yönetiminin devamını milliyetçilik ve din istismarı üzerindeki propagandaya ve politikalara bağlamış olanlar Tekin’in açıklamasını sakız edip çiğnemeye başladılar. Oysa az çok demokratik bir ülkede böylesi bir tartışma olmaz. Zira milyonların iradesinin sonucu olarak parlamentoda temsil edilen bir partinin bir koalisyonda yer alıp almayacağı, kabineye girip girmeyeceği, bakanlık alıp almayacağı ancak o partinin yönetici ve üyelerinin iradesinin bir sonucu olabilir. Buna karar verecek olan HDP’dir.  

Hukukun ve demokratik normların işlediği bir mecliste ve bir ülkede kimse böylesi sorulara, yanıtlara ve üzerinden koparılan fırtınalara itibar etmez, dönüp bakmaz, kulak vermez. Ancak Türkiye gibi yirmi yıldır AKP yönetiminde olan ve son beş altı yılı koyu bir despotizm altında geçen bir ülkede bunlar oluyor.  

Bunlar yaşanıyor ve iktidar, HDP gibi TBMM’nin üçüncü büyük partisi üzerinden muhalefeti sıkıştırmaya çalışıyor. Önceki yıllarda masaya oturduğu Kürt temsilcilerini şimdi “Düşmanlaştırma” çabasındaki AKP, muhalefeti HDP’ye yakın durmakla eleştiriyor. İmralı’da Öcalan ile görüşmelerin mimarı olan, Kandil’e heyetlerin gidip gelmesini organize eden Erdoğan, şimdi zayıf karnından yakaladığı 6’lı masayı, Millet İttifakını ve özellikle CHP’yi Kürtler üzerinden sıkıştırmanın hesabını güdüyor.  

Muhalefet temsilcileri Erdoğan’ın karşısına çıkıp; “Kürt sorunu vardır” diyemiyor. “Seçime giderken, Kürt sorununu silahtan ve şiddetten arındıracağız, demokratik koşulları yaratacağız” demek varken söyleyemiyorlar. “Eşit ve özgür bir ülkede yaşam her kesin hakkı, halklar ve inançlar zengini Türkiye “tekçi” zihniyetle yönetilemez, halklarımızın barış içinde özgür ve kardeşçe yaşayacakları bir gelecek için varız” diyemiyorlar. Kürtlerle ve temsilcileriyle görüşeceğiz ve parlamento düzleminde bu sorunu çözeceğiz” demek varken korkuyorlar, diyemiyorlar. Erdoğan’a, “Sen daha önce PKK ile, Öcalan ile, parlamentodaki temsilcilerle görüştün, ancak hesabın başkaydı” deseler, “Sen kendi başkanlığın, tek adam yönetimin için bu yolu denedin, ancak biz Türkiye’nin geleceği için barışı sağlayacağız, anaların göz yaşına son vereceğiz” diyemiyorlar. “Helalleşme” çağrısı ve söylemi Kürt sorununda böylesi bir dönemi aralamaya yetmiyor.  

Görüleceği gibi iktidardaki AKP-MHP bloku Kürt halkının demokratikleşme taleplerini kriminalize ederek, HDP’yi düşmanlaştırarak yol almak istiyor. Kürt halkının temsiliyetinde önemli yeri olan HDP’ye yönelik düşmanlaştırma hesabı bir yandan Millet İttifakını HDP’ye karşı kışkırtmaysa bir yandan da 6’lının birbirine düşmanlaştırılmasıdır. Böylece içi karmakarışık bir 6’lıya olan ilgi ve desteği paralize etmeyi düşünen bir AKP-MHP bloku var. Diğer yandan HDP’yi yalnızlığa sürüklemek ve tepkiyle hareket etmesini sağlama çabası sürüyor. HDP’yi hedefe koymuş, Kürtlere sınır içinde ve sınır dışında gün yüzü göstermeyen AKP-MHP bloku Millet İttifakını Kürtler ve HDP’ye karşı ne denli ajite edebilirse, yarattığı ya da yaratılmış provokatif ortamlarına doğru onları ne kadar sürükleyebilirse o denli başarılı olacağını hesaplamaktadır.

CHP’li Gürsel Tekin’in “HDP’ye bakanlık verilebilir” biçimindeki açıklaması üzerinden bunun için fırtınalar koparılıyor. İYİP Başkanı Meral Akşener’in hemen topa girmesi de iktidarın hesaplarının işlediğini, gösteriyor. Ancak herkesin gördüğü bir şey var ki o da tıpkı geride kalan yerel yönetim seçimlerinde yaşandığı gibi AKP’ye kaybettirecek olan Türkiye’nin emek ve demokrasi güçleridir. HDP’nin halklarımızın, işçi ve emekçilerin nefes almasını sağlayacak olan bir taktik içinde olacağından kuşku duyulamaz.  

Türkiye’nin emek ve özgürlük güçleri ne AKP ve MHP’nin provokasyonlarına ne de 6’lının bazı bileşenlerinin kışkırtıcı söylemine itibar edecektir. Zira sorun, Türkiye’nin demokratikleşme yoluna girmesi sorunudur. Barış ve demokrasiye su kadar, hava kadar ihtiyacımız var. Kürt sorununun eşit haklara dayalı demokratik barışçı çözümü elzem hale gelmiştir. Burjuva düzen partilerinin nemalanma alanını onların elinden alacak yollar bulunmalıdır. Dönem kritik olsa da sorunların üstesinden gelme koşullarını fazlasıyla sunmaktadır. Elbette bugün karşı karşıya bulunduğumuz sorun sadece bir seçim sorunu değil; işçi ve emekçilerin ezilen ve sömürülen milyonların kaderi ve geleceği sorunudur. Ancak küçümsenmemeli, atlanmamalıdır, eğer iyi değerlendirilebilirse seçim bu gelişmelere yön verme sürecinde önemli bir olanaktır.

Kuruluş aşamasındaki Emek ve Özgürlük İttifakı böylesi tarihsel bir misyonla karşı karşıya kalmıştır ve bu yolda doğru ve kararlı adımlar atacağından şüphe duyulmaz.