Montaigne Türkiye’de Yaşıyor Olsaydı
Montaigne, mutluluk ve yaşamın anlamı, şüphecilik, relativizm, ölüm, ölümsüzlük, felsefi sorgulamalar, eğlence, kişisel deneyim ama en çok da kişinin kendini tanıması ve insan doğası konularını ele almıştır. Kapsamlılığı, derinliği ve etkisi tartışılamaz bir yazar olmuştur ‘‘İnsan her yerde hep o insandır ve bir insanın özünde soyluluk olmadı mı, dünyanın tacını giyse yine çıplak kalır. - İnsan kendisini anladığı ve tanımladığı zaman bütün insanlığı anlar.’’ Gibi birçok düşüncesi insanlığa ilham kaynağı olmuştur. Montaigne ’e göre kitap yazmak sadece bilgi aktarımı değil, aynı zamanda kişinin kendini keşfetme ve iç dünyasını dışa vurma, yaşamını ve yaşamının anlamını sorgulama, düşüncelerini organize etme ve başkalarıyla iletişim kurma aracıdır. Montaigne, ‘‘Denemeler’’i sürekli olarak genişletmiş ve revize etmiştir. Ona göre bir şeyleri yazmak, sadece bilgi aktarmaktan çok daha fazlasıdır. Bu, bir yazarın kendi iç dünyasına yaptığı yolculuk, düşüncelerini ve duygularını dünyayla paylaşma ve yaşamın anlamını sorgulama fırsatıdır.
Hayatının büyük bölümünü kendini gözlemlemeye ve anlamaya adamıştır. Denemelerinde kendi zayıflıklarını, korkularını ve tutkularını samimiyetle okurlarıyla paylaşarak her bireyin kendi gerçekliğini inşa ettiğini vurgular. İnsanı merkeze alır ve onu tüm yönleriyle anlamaya çalışır.
Montaigne Rönesans döneminin önemli filozoflarından biriydi, ‘‘Denemeler’’ eseri derinlemesine incelendiğinde Montaigne hep kendini anlatmıştır. O günün şartlarına göre Denemeler eserini defalarca derlemişti. Montaigne eğer bugün Türkiye’de yaşıyor olsaydı ülkemizin karmaşık sosyal, siyasi, dini ve kültürel yapısını yansıtan, oldukça çeşitli konuları içeren bir eser kaleme alması muhtemeldi.
Kimlik ve aidiyet; sosyal eşitsizlik ve adalet; siyasi iklim ve demokrasi, enflasyon, din ve laiklik gibi temalar eserlerinin gövdesini oluştururdu. Babam derdi ki ‘‘Ayının yedi tane hikâyesi vardır, yedisi de armut üzerine kuruludur. Aynı şeyleri tekrarlamak istemem ama hayal kuruyorum eğer bu büyük yazar Türkiye’de yaşıyor ve sürekli haksızlıklara uğruyor olsaydı: Mevcut düzeni sorgulayan bir hak savunucusu aktivist, devletin otoritesini yıkmaya çalışan biri olarak damgalanmış, siyasi baskılarla karşı karşıya kalıp tutuklanmış olabilirdi. Akli dengesini kaybedip tımarhanelerde, ekonomik zorlukların pençesinde sürgünde, öldürülebilir, sürekli düşüncelere boğulan biri olduğu için kendi hayatına son verebilirdi. Ne güzel demiş İbni Sina ‘‘Şifa hazımdadır’’ psikolojik olarak ülkenin durumunu hazmetmekte zorlanırdı. Şu anki mevcut durumu hâlihazırda olumsuz şekilde olurdu.
Denilir ki olumsuz insan rüzgârın yönünden şikâyet eder, olumlu insan rüzgârın değişmesini bekler, gerçekçi insan ise rüzgârın yönüne göre yelken açar.
Ülke insanlarının hak ettiği noktaya gelebilmesi için temel hak ve özgürlüklerin güçleneceği, kuvvetler ayrılığının olacağı, katılımcı demokrasinin geliştirildiği, bilinçlenmenin, hoşgörü ve çeşitliliğin teşvik edilebileceği, hesap verilebilirliğin, seçimlerin şeffaf ve adil, medyanın özgür ve bağımsız olacağı bir yaşam inşa edilerek ancak ülkemizi kurtarabiliriz. Çünkü hiçbir bayrak, hiçbir siyasi ve dini görüş insan onurun üzerinde değildir. Türkiye’de yaşayan herkes aynı eşit şartlara ve haklara sahip olmalıdır. Aklınızı kafatasınızda tutun derdi Montaigne.