İSTANBUL KADIKÖY: ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ RÖPORTAJ: YAZARIMIZ MUKADDES ERDOĞDU ÇELİK Bir süre önce yazar ve oyuncu sevgili Malik Enes Gümüşlü ile bir araya geldi.

Mukaddes Erdoğdu Çelik- Malik Enes Gümüşlü-Elif Yıldız Kıratlı

Geçtiğimiz yıl(2017)Haydarpaşa Garı’nda yapılan Kadıköy Kitap günlerinde tanıdım Malik’i. Bir kadın şair arkadaşım tanıştırdı. Aynı stanttaki imza saatlerimiz içinde bana, sizi tanıştırmak istediğim başka bir şair arkadaşım var, mutlaka tanışmanızı istiyorum dedi. Birlikte kalabalıkları yarıp başka bir standa geldik. Karşımda, memleketimizin kara yağız dediği tiplerden bir genç duruyordu. Arkadaşım bilgi vermeye devam ederken, o, bana mahcup gibi gelen bir gülümseyişle bakıp beni tanımaya çalışıyordu. O kısa tanışma aralığında bir küçük kitap imzaladı ve bana verirken; değerlendirmenizi rica ediyorum dedi. Ayrılırken de, mutlaka kendisine dönüş yapmamı ısrarla istedi.

Kitabı aldım, Atölye standına geldiğimde birikmiş kitap kolime onu da ekledim. İstanbul dışına çıkacaktım, kolim bu yüzden fuar sonrası Atölye’ye gidecekti. Fakat Fuar yerini basan yağmur seli kolilerezararvermiş, içinde benimki de varmış. “Su nerde, inek işti, o nerede, dağa kaçtı” tekerlemesi misali benim zarar gören kolimden bu küçük kitap da çıkmadı! Malik’in kitabı sır oldu gitti. Ben de Malik’e sözümü unuttum gitti sayın siz.

Bir gün Kadıköy’de Kafe Kahkaha’ya(KHK ile işten atılanların Kahkahası) uğradım. Beni tanıyan ve soran biri varmış, onu bir göreyim dedim. Ve gördüm; Haydarpaşa’daki kara yağız genç şairdi bu. Kafeyi işletmeye çalışanlardan biriymiş meğer. Ben de seni arıyordum derken, yüzüme kırgın kırgın bakıyordu. İnsan bu; az biraz sonra çay içip, onu dinleyip sohbete dalınca, ne kırılma ne araya girmiş bir yıl kalmıştı. Çok yoğun ve çok güzel bir dostluk başlatmıştı. Arka arkaya okuduğu güzel şiirleriylemest olmuştum doğrusu. Henüz 28 yaşındaki kara yağız delikanlı hayatı yaşamış, süzmüş, biriktirmiştigördüğüm kadarıyla. Sanat akımlarının her bir türüne girecek çalışmalara dalmıştı üstelik. Daha ne ufuklar vardı açacağı, ne projeler hazırdı kafasında.

Kitabının başına gelenleri anlattığımda hiç yüksünmeden bir önceki kitabıyla birlikte yeniden imzalayıp verdi. Kitapları alıp gittiğimde Lia’yı okudum önce. Ben onu şair biliyordum ama düz yazının örneği idi esasen kitap. Lia adını verdiği kahramansa, her yitik sevdalının ardında bıraktığı sevdalısıydı. O kadar çok örneğini biliyordum ki…

Tesadüf bu ya; o günlerde Şükrü Erbaş’ın Kuş Uçar Kanat Ağlar adlı kitabını okuyordum. Şair Erbaş, düz yazı ve şiir dilinde öykü parçacıkları yazmıştı. Şiirler de ama azıcıktı. Kitabın girişine Behcet Necatigil’den alıntı yapmıştı. Aynen şöyle: Şimdilik edebiyat kitaplarımızda böyle bir tür yok. Ama ilerde şiir-hikaye diye, şiir ve hikaye arasında ortak bir türe de yer verileceğini umuyorum.” İlk kez duyduğum bu türün Malik Enes Gümüşlü’nün-o roman sayıyor ama-Lia’sında gerçekleşmiş olduğunu düşündüm. Elbet bu işin uzmanı değilim amaNecatigil’i doğruladığını düşündüğüm formu çok zenginleştirici buldum.

Coğrafyası yaslı ve kanlı hayatlarından geçen,kadim bir dil Kürtçe ve yazın sanatçısının, sinema ve tiyatro emekçisi olmaya azmetmişgenç bir insanın tanınması, bilinmesi, okunması gerektiğine o gün karar verdim.

Üçüncü görüşmemde,üçüncü kitabıyla karşıladı beni. Bu da salt Kürtçe bir şiir kitabıydı. O gün onunla, okuyacağınız röportajı yaptık.

Saygı ve sevgilerimle…

Malik Enes Gümüşlü

 ŞİİR- ÖYKÜ- SİNEMA- TİYATRO ve 28 YILLIK HAYAT

1-Malik Enes Gümüşlü kimdir? Seni tanımak isteyenlere neler söylemek istersin? Biraz kendinden bahsetsen…

Yanıtı zor bir soru, insanın kendini tanımlaması. Kendimi yazar ve oyuncu olarak tanımlıyorum. Ben hikâyemin yazıldığına inanıyorum. Kader değil, başka bir şey bu. Yaşadıklarım, karşıma çıkanlar hikâyemin bir parçasıdır ve benim payıma düşen, bu hikâyeyi yaşamak…Masallarla büyüdüm ben,sonra iyi kitaplar ve iyi insanlarla tanıştım…

Sınıra yakın küçük bir köyde dünyaya geldim. Köyümüz küçüktü ve bütün dünyayı bizim köyle sınırlı bilirdik. Meselaherkesin bizimle aynı dili konuştuğunu, en yakışıklı erkeğin amcam, en güzel kızın komşumuzun kızı ve ya da tek kızıl saçlı olanın yalnız başına yaşayan kadın olduğunu bilirdik ve mutluyduk. Çok hayal kuran, hayallerini gerçekleştirmek için çabalayan, sorgulayan biriydim. Köyde diğer çocuklar çamurdan oyuncak arabalar yaparken ben çamurdan televizyon yapar, sonra karşına geçer, ne hayal etmek istesem onu izlerdim.

Kültürler, gelenekler, şölenler beni hep etkilemiştir. Mesela eğlencelerde halay çekilirken herkesin neden aynı hareketlerle ritim yaptığını merak ederdim, neden aralardan birinin çıkıp da farklı figürlerle oynamadığını sorgulardım. Ev kimsenin olmadığı zamanlarda radyoda çalınan müziğe değişik hareketlerle eşlik ederdim (çok sonradan öğrendim ki, bu hareketler dansın figürleriymiş). Radyoda duyduğum sesleri taklit ederek canlandırırdım (bu da tiyatroydu). Ama radyoda duyduğum seslerin nece olduğunu bilmiyordum, öğrendim ki radyo Türkçe, bizim konuştuğumuz dil ise Kürtçe idi.

2- Burada araya girmek istiyorum. Türkçeyle ilk nerede karşılaştın ve yaşadığın zorluklar nelerdi?

            Reel olarak okula ilk bağladığımda tanıştım ama aslında daha evvel radyodan, televizyondan biliyordum. Fakat anlamıyordum. Zorlukları vardı elbet; bilmediğiniz bir dilde eğitim hayatınız başlıyor. İlk öğrendiğim kelime “Evet” kelimesiydi. Burada trajikomik bir anektodaktarmak istiyorum.

Okulda ders işlediğimiz zamanlar evet kelimesini sıkça kullanırdık, bildiğimiz birkaç kelimeden biriydi. Öğretmenin ders anlattığında,“anladığınız mı çocuklar”, sorusuna “evet” diye cevap verirdik. Bir daha anlatayım mı? “Evet” derdik yine hep bir ağızdan. Anlamadınız mı yoksa? Hep birlikte “evet” derdik.Çok sonra bu anektodbir tiyatro oyununda yer aldı.

Mukaddes Erdoğdu Çelik- Malik Enes Gümüşlü

 

3- Seni yazmaya iten sebep neydi, ne zaman başladın yazmaya?

Benimsöyleyeceklerim vardı; bir hayalim, bir derdim vardı anlatmak istediğim. Dile gelmeden önce temeli atılmıştı aslında. Bir gün köyümüze yakın en yüksek dağın tepesine çıktığımda çok şaşırdım. Başka köylerin de var olduğunu gördüm; başka insanların, başka hayatların var olduğunu… İşte o zaman “Madem bunlar var, daha güzel bir hayat da vardır” diye düşündüm. Kanımca hikâyemin başladığı yer orasıydı. Benim anlatacaklarım vardı ama bunları nasıl dile getirebilirim diye düşünürdüm.

Sanata ilk resim yaparak başladım, lise yıllarıydı. İçinde bulunduğum koşullar resim yapmama uygun değildi. Biriktirebildiğim parayla aldığım kâğıt ve boyaların kaliteli olmayışı içimdekini resme dökmeye engel oluyordu. Örneğin koyu bir rengin üzerine beyaz bir rengi süremiyordum, boyayı az biraz sulandırdığında ise kâğıt yırtılıyordu. Yapacağım en küçük hata resmin ölmesine sebep olabiliyordu. Bu yüzden yazı dilini seçtim. Anlatacaklarım vardı. Üniversite yıllarında yazmaya başladım. Kısa öyküler, mektuplar ve şiir… Dilin yazınsallığı içinde beni çok etkileyen şiirdi. Okuduğun bir şiirdeki kelimeler bana büyülü gibi geliyordu. Düz bir yazıda, bir romanda, bir hikâyede anlatılan bütün ifadenin şiirdeki tek bir kelime ile karşılığını bulması beni etkiliyordu. Sonra şiirin çok derin olduğuna, benim ise çok toy olduğum, buna hazır olmadığıma kanaat getirdim. Yine de yazmayı bırakmadım. Sonrasında çıkan kitaplarda şiire az yer vermem bundan.



5-Oyunculukla nasıl buluştun?

Okuduğum ilk üniversite muhasebe üzerineydi. Sonrasında uluslararası ilişkilerdi. Oysa,hiç biri kendimi bulabileceğim alanlar değildi. O yüzden bunları bir kenara bıraktım. Sanat, hayatımın bir yerinde hep vardı. Üniversite yaşamından sonra İstanbul’a yerleştim. Günümüzde en etkili iletişim aracı sinema. Hayallerimi gerçekleştirmek için, anlatmak istediklerimi insanlara ulaştırabilmek için, şiirsel filmler çekmek amacıyla sinema eğitimi aldım. Bunun bir parçası olan oyunculuk eğitimlerini de aldım. Buluşma dediğiniz böyle oldu.

4- Şuana kadar gerçekleştirdiğiniz oyunculuk çalışmalarından bahseder misin?

İlk projem “Bir Şizofrenin Günlüğü” (Kitap- Deneme) 2014’te çıktı. Yine aynı yıl içinde “Chaplin’in Bir Günü” (Forum Tiyatro) oynadım. Bir yıl sonra 2015 ‘te ilk kitabımı sahneye taşıdım “Bir Şizofrenin Günlüğü”.Tek kişilik tiyatro gösterimi olarak birkaç kez oynadım. İlk Teatral/Dans gösterimini de 2015’te “Nüpelda/ Bir İntihar Çiçeği”ni gerçekleştirdik. Gün geçtikçe daha da çoğaldı sahne arkadaşlarım.2016’da Hayat sanatla, sanat sokakta festivalinde “Devrim Kadınları” (Biyografi tiyatro) gösterimini oynadık. Artık Çalışmaların ardı arkası kesilmedi; 2017’de toplumcu-gerçekçi bir dil ile üst üste çalışmalar yer aldı. 2017 ‘nin başlarında ikinci kitabım “Lia” (Kitap- Roman) çıktı. O esnada provalarını yaptığımız “Recm” adlı ikinci teatral dans gösterimini oynadık. Ders verdiğim çocuklar sahneye doğru yol alıyordu bu arada. Üst üste iki tiyatro “Barış” (Çocuk tiyatrosu) ve “Elçi” Tiyatro oyunu sergilendi. 2017’nin sonlarında üçüncü kitabımı “MeylaSosinê” (Kürtçe-Şiir) çıkardım.

2018 yılında 3.’sü olan teatral dans gösterimi “Narda Şiir – Harda Dans”ı sergiledik. Çalışmalarımız aynı hızla devam ediyor. Sanat güzelleştirir; insanı, hayatı, doğayı...

5- Peki şu an neler yapıyorsun?

            Şu an İstanbul’da birden fazla çocuk ve yetişkin grubuna oyunculuk dersleri veriyorum. Ders verdiğim yerin maddi olanaklarına göre, özellikle çocuklara ben ve arkadaşlarım gönüllü temelde ücretsiz olarak tiyatro eğitimi veriyoruz. Ama bunun dışında hayatta kalabilmek adına ücret karşılında ders verdiğim yerde var. Yazıyorum, okuyorum.

           

  1. Şimdi artık Türkçe’den başka Kürtçe de yazmaya başladın demek ki. Bu geçişi ne tetikledi?


Ben artık kitapları olan, sahneye çıkan bir yazar ve oyuncuydum. O sınıra yakın küçük köye geri döndüğümde her şey yine bıraktığım gibi yerli yerinde duruyordu. Annem, çevremdekiler yazdığım kitapları okuyamıyordu. Çünkü Türkçe bilmiyorlardı. Çok acı bir durum bu. Aynı çatı altında yaşadığınız kişiler, sizin ürettiğiniz eserlere sadece öyle bakıyorlardı. Çünkü onların konuştuğu dil Kürtçe, benim yazdığım dil Türkçe’ydi. Bu yüzden 3. Kitabı Kürtçe olarak yazdım. Siz hangi dilde okuyor, yazıyor ve konuşuyorsanız; o dile hizmet ediyorsunuzdur. Yerine getirmem gereken bir görevim vardı. Annemin konuştuğu dile hizmet etmek… Her dilin kendince bir güzelliği vardır. Türkçe çok güzel bir dildir. Farsça şiir dilidir ha keza. Kürtçe ise kalp dilidir. Ben sürekli kalbiyle konuşan biriyim. Kalbimle olan konuşmalarımdı “MeylaSosinê”… Artık iki dilli bir yazar olarak sanat alanında çalışmaya devam ediyorum.

7- Lia kitabını okuduğumda benzer hikayelerden-benim mesela- birçok kesitle karşılaştım. Herkesin hayatından birer parça vardırLia’da. Sen nasıl tanıştın Lİa ve Lia’yı yazmaya iten sebep neydi?

Mavi Kelebeklerin hikâyesi beni derinden etkileyen hikâyelerden biriydi. Lia’yla karşılaştığımda, onun bir Mavi Kelebek olduğunu hissettim. Hikâyemin ve bu toprakların mavi bir kelebeğe ihtiyacı vardı. Bu yüzden Lia’yı yazdım.

8- Peki Lia’ya şiir yazdınmı?

            MeylaSosinê kitabında Lia için yazılan bir şiir var. Hatta bestesi de yapıldı.

LİA

Ar û jîn/ Yek in diferhengaevînê de/

Ez dibim ar dişewitimbêguman/ Tu dibîjînminhembêzdikî

Şewat û ar tev dibe jîn/ Arêevînê/ Bidukesan e/

Yek ez im û yek tu yî/ Ez û tu /

Linavastranekeşoreşgerî/ Lihemberîqêrîniyamirovatiyê/

Xwezayekînûşîn dikin/ Dengbirengêxwezayê/Xwezabirengê te xweş e Lîa           

           
Editör: Haber Merkezi