.

MUNZUR

Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu(FDG) tarafından başlatılan Dersim 1937-38 Sözlü Tarih Projesi kapsamında, 1938’de TSK’da askerlik yapmış tanıklardan biri Mehmet Ali Çavuş’un 2011’de yapılan bir görüşmede söyledikleri:

“…Hiç silah açmadı, Dersim silah açmadı. Biz köylerden topluyorduk. Torlayıp toplayıp toplu getiriyorduk, onları kırıyorlardı, bu sefer yine köylere düşüyorlardı, gidip köylerden torun toplu getiriyorlardı onları kırıyorlardı, ondan sonra yine… Asker masker biz karşılaşmadık ki askerle. Biraz bize karşı gelen, onlardan bize silah atan görmedik onları. (…) Ooohh…Adam öldürmemişler mi? Kutu Deresi’ne gitsin sorsunlar, Kutu Deresi’nden. Gitsin ifadeyi Kutu Deresi’nden alsınlar, kaç tane cendek var orada. Kutu Deresi’nden gitsin ifade alsınlar.”

Dersim’de kamp alanı ararken bana önerilen adreslerden biriydi Kutu Deresi. Ama yüreğim istemedi orada eğlenip dinlence yapmayı. Daha önce medyada da bol övgülere nail olan bölgenin çatışmaların gölgesinde plaj keyfi, Antalya, Bodrum sahillerini aratmayan eğlence merkezi olarak reklamları yapılmıştı. Dersimlilerin de eğlence ve mesire alanı. Hâlâ yoğunluklu olarak askeri operasyon bölgesi… Kutu Deresi’ne on km öte Dersim’e yakın bir alan buldum kendime. Yerleştiğim kamp alanında muhteşem bir doğa manzarası ve öfkesini içine bastıran Munzur’un ağıtlar yakarak çağıldayışını dinledim. Uyku girmedi gözlerime, sabaha kadar katledilenlerin çığlıklarını, “Ya Ali, Ya Hızır!” yakarışlarının kayalıklardan sessizce yankılandığını duyar gibiydim. Sabahın ilk ışıklarının derenin karşı tarafındaki kayalıkları ışıttığı, dağ keçilerinin artık gölgeliklere çekildiği vakitte, ben yerlerdeki sigara izmaritlerini topluyordum. İki gün orada Munzur’la hasbıhalden sonra Ovacık ilçesine geçip yeni bir çadır kamp alanına yerleştim.

Kamp alanı Ovacık merkezde, Munzur’a sıfır ve gözelere otuz kilometre uzaklıkta bir yer. Havanın sıcaklığı ve suyun berraklığı bir mıknatıs gibi çekiyor içine. Ayaklarım; bu eşsiz güzellik ve nimetle buluşurken gayri ihtiyari dilimden ve yüreğimden minnet ve özür sözcükleri dökülerek suyla buluştu. Bitlis’in Van Gölü kıyıları başı açık kadınlara haram kılınmışlığının aksine Munzur, mayolu ve bikinili kadınlara rahatlık ve özgürlük sağlıyor. Gün boyu Munzur’un suyuyla şifalandıktan sonra ilçe merkezine yemek tedariki için gittim. Ekmek fırınına lahmacun hazırlatıp kamp alanında yemek istedik. Muharrem ayından dolayı, tüm kasap dükkânları içleri boşaltılmış biçimde kapalıydı. Fırında çalışanlar, et ve türevi olan yiyecekleri Muharrem ayında hazırlamıyorlar ama yemek malzemesini hazırlayıp getirenlerinkini pişirdiklerini söylediler. Kimin oruç olup olmadığını anlayamıyorsunuz. Bu inançlarını gelenekselleşmiş biçimde yaşatmaya çalıştıkları da belliydi çünkü lokantalarda etli yemekler mevcuttu. . Aleviler, bin dört yüz sene önce yaşanan zulmü unutmayıp Muharrem orucunu bir yas orucuna dönüştürmüş, ibadetin ötesinde derin anlam ve mesajlar veren dini ritüel haline getirmişler. Keşke Kerbela’dan beter; Yavuz Sultan Selim’in Alevi soykırımı başta olmak üzere Dersim Tertelesi Koçgiri, Zilan katliamlarını da konu eden dinsel bir ritüel ve geleneğe dönüştürmüş olsalardı. En azından katliamların hafızalardan bu kadar çabuk silinmesine engel olunurdu.

Konakladığımız kamp alanına otuz kilometre ötede olan gözeleri görmeden olmazdı, ertesi gün gittik. Gözelerin girişi Sultan Munzur Ocağı ile açılıyor. Ocak yeri Alevilikte çerağ yakma ritüelini gerçekleştirenlerle doluydu. Sırada bekleyenler, irfan ve hakikat yolunu bularak, içlerindeki nefret, kibir, kötülük ve kötü nefislerin yanıp yok edilmesi, yüreklerin ve beyinlerin aydınlanması niyetiyle yakıyorlardı çerağlarını. Yakılan çerağlar orada bulunan herkesin beynini ve yüreğini yeterince aydınlatmamış olacak ki gözlerin kaynadığı yerlere ayaklarla girilmiş fotolar çekiliyordu. Oysa o gözlerin birkaç metre aşağısında insanlar o suyu içiyor, bir kilometre ötedeki yerleşim yerinin içme sularını oluşturuyor. Farklı noktalardan kaynayan sular, önündeki çöp yığınlarını aşarak bazen içine katarak birkaç metre aşağıda birleşerek Munzur’un kolunu oluşturup akmaya devam ediyor. Dilin, dinin, inancın ve kimliğin ne olursa olsun, suyun gözüne ayakla girmek de nedir? Hem kutsal sayacaksın hem de kendi kutsalını ayaklarınla çiğneyeceksin ve içine çöpünü atacaksın. Ayrıca çerağların yakıldığı yer gözelerden birinin üzerinde kurulu. Yanan çereğların eriyen siyah mumları suya karışıyordu.

Ya piknik masalarına ne demeli bilmiyorum ama kasıtlı yapılmış gibi geldi bana. Tam su kaynaklarının üzerine kurulmuş, hemen yanı başlarında yemek pişirme ocakları, bulaşık yıkama yerleri, sabunlar, deterjanlar, gözelerin henüz birleştiği yerde. Korkunç bir manzaraydı! Oysa çadır kurduğumuz alanda suyun temiz ve içilebilir olduğu söylenmiş, biz de doyasıya içmiştik. Bir güzelliği, eşi olmayan bir nimeti öldürmek için her şey yapılmış. Ovacık Belediyesi’nin bu duruma daha fazla sessiz ve duyarsız kalmayacağını umuyorum. Piknik masaları derhal çıkartılmalı, gözlere girişler sadece seyirlik olabilecek mesafe uygulaması ve çevreyi yeniden düzenlemesi lazım. Tüm Alevi kurumları ve özellikle Dersim derneklerinin bu konuya duyarlılık göstereceklerini umuyorum.