NE OLUR Kİ
  MUN(Model United Nations)  Türkçesi: Model Birleşmiş Milletler, eğitim kurumlarında öğrenci delegeler çıkararak belli ülkeleri ve Birleşmiş Milletler kurumlarını temsil ettikleri eğitsel  simülasyonu. Bu model; eleştirel düşünme, takım çalışması ve liderlik yeteneklerine ek olarak katılımcıların araştırma, konuşma, tartışma ve yazma becerilerini kullanarak,öğrencilerin ilgisini çekmek ve onların dünya meselelerine duyarlılık, farklı  anlayış geliştirmelerini amaçlıyor.
  Bu program;  il milli eğitim müdürlüğünün organizasyonuyla, benim çocuğun okuduğu okul da dahil birçok lisenin katılımıyla uygulandı.  Çocuğumun talebi üzerine oturumların iki tanesine izleyici veli olarak katıldım.   İlk oturumun yapılışından dört gün önce vefat eden değerli öğretmeninin, çocukların motivasyonundaki katkısını ve onlaralara gösterdiği sevgiyi anmadan da edemeyeceğim. Buraya kadar her şey gayet iyi… Ta ki ikinci oturumun yapılacağı o sabaha kadar… İkinci oturum bir başka okulda yapılacak. Çocuklar sabahın erken saatinde kalkıp  bir delegeye yakışır biçimde gayet hoş  giyinmiş, hazırlanmışlar. Onları diğer okula taşıyacak servis okul önüne yanaşınca bindik bir heyecanla. 
     Müdür yardımcısı olan Hoca Hanım koşturarak geldi, minibüsün içindeki kız öğrenciye:
   “Bu etekle gidemezsin. Müdür pencereden görmüş, beni çağırıp uyarmamı istedi. Gidip üzerini değiştir, arkadaşların seni bekler. On dakika geç gidersiniz bir şey olmaz.”
  “Hocam ben değiştirmek istemiyorum. Başka eteğim yok.”
  “Ben karışmam, müdür uyardı o etekle gitmesin, Milli Eğitim müdürü de katılacak programa dedi. Ben onun bana söylediği şeyi söylüyorum. Sorun çıkmasın.”
  “Ben değişmeyeceğim üstümü! Geçen sefer de aynı kıyafeti giyindim niye sorun olmadı da şimdi oluyor?”
 “Kızım uzatma ya, ne olur ki sadece eteğini değiştirsen. Kot pantolon giyin. Bunda inat edecek ağlayacak ne var? Müdür, o etekle gitmesin, Milli Eğitim müdürü de programa katılacakmış,” dedi.
   Elbette ki  tepkileri gecikmedi. Programdan sorumlu öğretmen de zor durumda kaldı. “Oturuma almamaları için bir bahane olmasın. Tamam değiştirme ama yanına ne olur ne olmaz bir yedek pantolon veya diz altı bir etek al. Oradaki duruma göre bakarız,”dedi. Ve minibüs önce çocuğun evine uğradı. Kız öğrenci bir poşet içinde, elinde yedek kıyafetiyle geldi ve yola çıkıldı.   
 Milli Eğitim müdürünün başı kapalı bir kadın olmasını, kendince yorumlayıp buradan bir tavır belirleyen müdür, müdür  yardımcısı Hoca Hanım ve görevli öğretmen üzerinde oluşturduğu baskı, bana nedense KHK zulümlerini hatırlattı. 15Temmuz darbe girişimi öncesi okullarda, öğretmenler odasında Zaman Gazetesi ve Sızıntı Dergisi getirilir ve masaya bırakılırdı. Abonelik ücretleri de öğretmenlerden toplanırdı. Ücret ödemeyen fişlenirdi. FETÖ’nün propaganda ve örgütlenme çalışmaları olan“Kutlu Doğum Haftası” programları çocuklara etkinlik adı altında dayatılırdı. Tepki gösterenler fişlenirdi. Hizmet-himmet paraları açıktan toplanırdı. Para vermeyen fişlenirdi. Ve tüm bunlar müdürlerin aracılığı ya da inisiyatifinde olurdu.Darbe girişiminden sonra KHK ler ile işinden ekmeğinden edilenler, kurum müdürlerinin oluşturdukları listelere göre yapıldı. O listelere darbe öncesi fişlenmişler yazıldı ilk, sonra da fişlenmemek için Hoca Hanım’ın deyimiyle “…ne olur ki…”diyerek ucundan kıyısından bu yapılanmaya bulaşanlar.
    “Kızım uzatma ya, ne olur ki sadece eteğini değiştirsen...”sözüyle sadece bunlar yaşanmadı.  “…ne olur ki…”anlayış ve tutumlarla çok şey oldu, oluyor... Başörtüsü yasağı koyarak insanları dini yapılanmalar ve partilere sürerek toplumsal zeminde güçlenmesini sağlayan sistem,  Siyasal İslam’ı böyle getirdi yerleştirdi hayatımıza ve burada da durmayacak. FETÖ yapılanması aynen olduğu gibi duruyor, üstelik muadili birçok tarikat ve cemaate de yer açarak. Birkaç sene sonra sokaklarda başı-  bacağı açık kadınlar, rejim bekçileri tarafından coplanıp dövüldüğü zaman o sizin,”…ne olur ki…”lerinizin yüzünden olacak.  
   DİB ile MEB arasında imzalanan işbirliği protokolleri,  din derslerinin anasınıfına kadar indirgenip zorunlu hale getirilmesi, tarikat ve cemaatlere ait yurt ve kurslarda tecavüz, intihar ve ölümlere, yargı mekanizması sistemin istediği biçimde işledi. Yasalar ve kanunların kalın kalın kitaplarda ama sadece kitaplarda durmasında bir beis yok. Zaten şimdiye kadar siyasi egemenlere göre oluşturuldu o kanunlar ve yargı sistemi ve bu hale getirdi memleketi.   İki dudak arası hükümlerle idare ediliyor memleketteki tüm düzen. Kurumların başına kraldan çok kralcılar, liyakat ehli olmayanlar ve tabii ki cemaat ya da tarikat icazeti olanlar atanarak baskılar artırıldı, kurumların içi-içeriği boşaltıldı. Bu sayede tıpkı Ortaçağ devri savaşlarındaki gibi korkunç bir yağma, talan ve ganimet paylaşımı yapılabiliyor.  Hiçbir etiğe sığmayan, absürt uygulamalarla en tepeden düşen çığ gibi aşağı doğru yuvarlanıyoruz.  Düşsün… O çığ, düştüğü yerde elbette ki baharın gelişiyle eriyecek…