"EBEDİ BARIŞA HASRET" 

1 Eylül, Almanya'nın 1939 yılında Polonya'yı işgal ederek başlattığı insanlık tarihinin en büyük kıyımı 2.Dünya Savaşı'nın başlangıç günüdür.

Sovyetler Birliği ve Türkiye'nin de içinde bulunduğu Varşova Paktı ülkeleri, barış için mücadelenin unutulmaması, savaşın yaşattıklarını dünya halklarına hatırlatması ve bir daha o acıların yaşanmaması amacıyla 1946 yılında 1 Eylül'ü 'Dünya Barış Günü' olarak ilan etti.

Aynı zamanda Birleşmiş Milletler (BM), 1981'deki 57.birleşiminde Genel Kurul'un açılış günü olan her eylülün üçüncü salı gününü 'Uluslararası Barış Günü' ilan etti. 7 Eylül 2001'de ise aldığı yeni bir kararla bu günü, her yıl 27 Eylül'de kutlanmasını kabul etti. 

1 Eylül, yıllarca Sovyetler'de ve Doğu Almanya'da törenlerle kutlanırken, bu gün ülkemizde de her yıl anmalarla, örgütsel ve kitlesel etkinliklerle 'Dünya Barış Günü' olarak kabul görmüştür. 

Böylelikle her yıl eylülün başında ve sonunda 'var olan barış' için kutlamalar aldı başını gitti. 

Oysaki hal bildiğimiz hal değil. 2.Dünya Savaşı ile hale süre gelen 3.Dünya Savaşı arasında yumuşak bir geçiş olmuştur o kadar. 

2.Dünya Savaşı'nın sürdüğü 6 yıl boyunca asker ve sivil 60 milyondan fazla kişi hayatını kaybetti. Savaşın sebep olduğu kıtlık ve hastalıklar nedeniyle hayatını kaybedenler de eklendiğinde ölü sayısı ilerleyen yıllarda 80 milyona yaklaştı.

1943-1945 yıllarında "Büyük Üçlü" olarak adlandırılan ABD, Sovyetler Birliği ve İngiltere arasında gerçekleşen konferanslarda yeni dünya haritası adeta bu üç ülkenin liderleri tarafından çizildi. Avrupa'da Romanya, Yugoslavya, Macaristan, Bulgaristan ile Baltık ülkeleri Estonya, Letonya ve Litvanya Sovyetler Birliği hakimiyetine geçerken Batı Avrupa'nın kontrolü ABD ve İngiltere'de kaldı.

Fakat bu onlara yetmedi. Savaşın ardından gerek Sovyetler Birliğinin gerek ABD'nin yayılmacı politikasını devam ettirmesi, ilerleyen yıllarda dünyayı iki kutuplu bir hale getirecek süreci başlattı. Böylece 1950'li yıllardan itibaren Sovyetler Birliği ile ABD'nin başını çektiği Batı bloku arasında uzun yıllar sürecek 'soğuk savaş' dönemi başladı.  

Bunu takriben 1990'lı yıllara geldiğimizde, egemen güçler arasında savaşlar cephelere sınırlı kalmayıp kapitalist sermayeye, emperyalist rekabete dönüştü. 

Bu yıllarda emperyalistlerin reelde müdahalesi sonucu meydana gelen çatışmalar ve savaşlarla dünya, dört bir tarafı ile savaş alanı haline geldi. ABD ve NATO işbirliği ile Avrupa'da Yogoslavya parçalanırken, eş zamanlı olarak  Orta Asya'nın güneyindeki Afganistan'ın içi oyuldu. Irak, Yemen, Libya ve Suriye'de gerek direkt müdahale gerek faşist, ırkçı, dinci işbirlikçileri ile ülkeler kan gölüne çevrildi. Türkiye, Ukrayna, Belarus, Ekvator gibi bazı ülkelerin iç işlerine semer altı edilip darbeler düzenlendi. Diş geçirilemeyen bazı ülkeler ise ekonomik yaptırımlar ve ambargolarla dize getirilmeye çalışıldı. 

Savaş olgusunun bu kadar diri ve barış talebinin suç olduğu günümüzde sıcağına soğuna bakmadan, emperyalistler dün olduğu gibi bugün de kandan besleniyor.

Orta Doğu'da olsun, Afrika, Asya'da olsun farklı etnisitilerin olduğu hemen hemen bütün ülkelerde halk milliyetçilik, ırkçılık, cihatçılıkla zehirleniyor, nefret tohumları ekiliyor ve halklar birbirine düşman haline getiriliyor. Ve taraflar sahaya sürülüyor. Devreye arabulucuk niyetinde ellerinde beyaz güvercinlerle ateşi körükleyen ABD ve NATO giriyor. 

Sonuç:

İç çatışmalarla yanıp kavrulan ülkeler... 

Sefalet, açlık, yolsuzluk, işsizlik, eğitimsizlik... 

Yıkım, vahşet, çatışma, şiddet... 

Ülke kaynaklarının bu emperyalistler ülkelerce yağmalanması... 

Yerini, yurdunu, evini, barkını terk etmek zorunda bırakılanlar... 

Yeni yurt arayışında yollarda telef olan milyonlar... 

Egemen güçlerin kan hırsı, daha çok pazar, daha çok hammadde, daha ucuz iş gücü, daha çok daha çok sömürü için körüklediği savaşlar, iç çatışmalar varken hangi barış? 

Barış demek savaşsızlık demek, silahsızlanma demek, militarizasyonun reddi demek. 

Barış demek can güvenliği demek, sosyal güvenlik demek.

Barış demek eşitlik demek, sınıfsız bir toplum demek. 

Barış demek toplumsal adalet demek. 

Barış demek ortak yaşam demek. 

Barış demek daha az devlet, daha çok birey demek. 

Barış demek sömürüsüz bir dünya demek.

Dürbünü alıp uzaklara bakmaya, bizde yoksa belki uzaklarda bir yerlerde demeye gerek yok. Her birimizin ayrı ayrı yaşadığı topraklarda bunlardan kaçı mevcut? 

Biz o halde emperyalistler ve mazlum dünya halkları olmak üzere iki cepheli üçüncü bir dünya savaşının içinde değil miyiz? 

Önce bunu bilelim, bunu bilelim ki tarafımız belli olsun. 

Editör: Haber Merkezi