ÖLENLER ÖLÜMÜ BİLMEZ, ÖLÜM KALANLAR İÇİNDİR

Uzanmış yatıyorlar. Sesleniyorum ses vermiyorlar. Duymuyorlar, görmüyorlar, konuşmuyorlar ve nefes almıyorlar. Sadece ve sadece kendilerinden emin bir şekilde, toprağa sırlanmış yatıyorlar. Her birini ayrı ayrı ziyaret ediyorum. Taşına, toprağına dokunuyorum. Tam konuşuyor iken duygularım depreşiyor, ağlamaklı oluyor içim ve dayanamıyorum, dökülen göz yaşlarıyla birlikte başlıyorum ağlamaya… Bir süre sonra psikolojik olarak kısmen rahatlamış bir şekilde oturuyorum mezarlığın bir kenarına. Film şeridi gibi her biri ayrı ayrı geçiyor gözlerimin önünden. Birlikte yaşadıklarımla daha çok vakit geçiriyorum. “Ölenle ölünmüyor ama ölen çok özleniyor.” Bugün babamı özlediğim gibi…

Toprağa sırlanmış olarak yatanların; hikayelerini, anılarını, misafirperverliklerini anlatabilir miyim bilemiyorum. Yarım kalmış hayatlar, tamamlanmamış hayaller, yaşanmış yoksulluklar ve var olan imkanlarla yetinmeyi bilen “o güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler…”

Hayır anlatamam. Yaşanmamış bir hayatı onlar adına nasıl yaşanmış gibi anlatabilirim ki, tamamlanmamış hayalleri, nasıl tamamlayabilirim ki, iliklerine kadar yaşadıkları yokluk ve yoksullukları nasıl ifade edebilirim ki… Bedenleri nasıl toprakta sırlandıysa, o güzel insanların hayalleri, umutları, yokluk ve yoksullukları da kendileriyle birlikte toprakta sırlanıp gidiyor, geri dönmemek üzere…

En zor şeyi başarabiliyorlar, anneler ve babalar; evlatlarını, evlatlar ise; annelerini, babalarını bırakıp, bir daha görüşmemek üzere en sevdiklerinden ayrılıyorlar.

Ölüm bir seçenek olarak insanlara sunulsa tercih edilir mi? Pek sanmıyorum. Çünkü ölüm seçeneksizliğin seçeneğidir.  Ama her insanın karşılaşacağı ve kaçamayacağı tek gerçek, adına kalleş olsun dedikleri, ölümle karşılaşacak olmalarıdır. Her ölüm, sıralı ve doğal ölüm de değildir. İdeal ve inançları uğruna bedenlerini feda edenler, savaşlar, doğal afetler, trafik kazaları ve hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirip gidenler…

Annelerin ve babaların evlatlarına, evlatların ise annelerine, babalarına, kardeşlerine, arkadaşlarına, yoldaşlarına vasiyetleri olur. Kimileri doğduğu yerde toprağa verilmek ister. Kimileri türkülerle uğurlanmak ister. Kimileri ise dualarla uğurlayın beni der… Her insan yazılmayan kitap gibidir. İnsanlar bedenen ölür ancak, anıları, fikirleri, eserleri ve hikayeleri ise hep yaşar.

Sevdiklerimizin toprağa verildiği gün bitmek, tükenmek bilmeyen bir özlem başlar kendiliğinden. “Baba’mı özlemek mi, gölgesini görsem sarılırım” sözü bunun en güzel kanıtıdır. Her şey yaşıyor ve birlikte iken güzel ve anlamlıdır. Hele barışı ve kardeşliği savunuyor, ezilenden yana dayanışma ve mücadele içerisinde bulunuyorsa, ölümü değil, yaşamı ve yaşatmayı savunuyor ise, o insanların, o güzel yürekli insanların gölgelerine özlemle, hasretle nasıl sarılır bir bilseniz.

Ömrünün tamamında; alın teri dökerek üreten, dosta her zaman güven veren, düşmanına duruşuyla saygı duyulmasını öğreten, namerde muhtaç olmamak için tasarrufu ilke edinmiş, doğasına, toprağına, suyuna yani coğrafyasına gönül veren emektar emekçi insanları toprağa ağıtlarla buluşturmak, sırlamak ne zor imiş…

Sırdaşlarımızın, yoldaşlarımızın, arkadaşlarımızın, sevdiklerimizin ölümlerinde acı ve ıstırap yaşıyoruz. “Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanlar içindir.” Yitirdiklerimizin anılarına, hatıralarına, inançlarına sayıp çıkmak şimdilik biz kalanların görevidir.

Hoşgörüyü, paylaşmayı, dayanışmayı, sevgiyi, saygıyı, insan olmayı, insana el uzatmayı babamdan öğrendim. Babam benim rehberim idi. Babamı çok özlüyorum, saygı, sevgi ve özlemle  yad ediyorum.

Yarın şeker bayramı, bu bayramda hamaset nutukları değil, ezilen bütün halklara sevgimi, saygılarımı ve kardeşliğimi gönderiyorum. Sevdiklerini yitirenlere sabırlar ve başsağlığı diliyorum.

Sevgi ile kalın. Sağlıklı günler, İyi bayramlar…