Önceki gün Bitlis Tatvan’da kırsal bir bölgede bir askeri helikopter düştü. Helikopterde üst düzey TSK mensupları bulunuyordu. Korgeneral, albay, binbaşı, yüzbaşıların bulunduğu helikopterde 11 TSK mensubu yaşamını yitirdi, iki yaralı var. Helikopterin düşmesinin nedeni olarak “kaza kırım” açıklaması yapıldı. Ancak gerçeğin ne olduğunu bilmiyoruz. Belki de hiç bilmeyeceğiz.

Hayatını kaybedenlerden biri korgeneral, Elazığ 8. Kolordu Komutanı Korgeneral Osman Erbaş. Erbaş’ın, adının Kara Kuvvetleri Komutanlığı için adı geçtiğini de öğrenmiş olduk.

Yağış, sis, kar… Dağlık bölgedeki yolculukta birçok faktör, düşüşün kaza olduğu sonucuna varmamıza neden olabilir. Ancak bu denli üst düzey TSK mensuplarının bulunduğu bir helikopterin yol güzergahı ve bölgedeki koşullar hakkında önceden detaylı bir hava raporunun alınmamış olması oldukça düşündürücüdür. Daha önceki bazı uçuş “kazaları” düşünülünce kafalarda ihmaller de dahil birçok soru işaretlerinin doğmaması olası değil.

Yine Cougar helikopterlerinin daha önce de üç kaza yaptığı, kazalarda 28 askerin hayatını kaybettiği kaydediliyor. Ayrıca Garê sonrasında artan “Natocu”, “Avrasyacı” ayrımları ve çekişmelerinin konuşulduğu bir dönem de söz konusu olunca sorular art arda diziliyor. Açık ve şeffaf bir soruşturmaya ihtiyaç olduğu açık.

Ama bize göre gözden kaçırılmaması gereken bu ölümlerin Kürt sorununa barışçı bir yol açılmamasından kaynaklı olduğudur. Aynı gün Şırnak’ta bir askeri araç devrildiği haberi alındı. Yağış nedeniyle kayganlaşan yolda kontrolden çıkan araç devrilmiş, 10 asker yaralanmıştı…

Birkaç hafta önce sınır ötesindeki Garê operasyonu esnasında 16 asker hayatını kaybetmişti. 13’ü PKK’nin elinde rehin tutulan TSK, MİT ve Polis teşkilatı mensubu, 3’ü de operasyona katılan yüzbaşı ve asker…

Garê daha unutulmadan bu denli bir vahim bir gelişme birçok yanıyla konuşulup tartışılacak gibi görünüyor. Ne yazık ki, bölgede hemen her gün acı haberler alınıyor. Her gün ölüm haberleri alınıyor. Kaza ya da çatışmadan dolayı, ölenler, öldürülenler…

Bitmeyen bir savaş halindeyiz… Bir ölüm ve acı vadisi oldu bölge. Tüm bunlar bölgede kırk yıla yakın bir süredir devam eden savaş eksenli politikalardan kaynaklanıyor. Zira bir dönem yani birkaç yıl süren barış ve çözüm, müzakere sürecinde kimsenin tırnağı acımamıştı. Ne kan ne göz yaşı dökülmüştü. Kürt sorununa hak ve özgürlükler kapsamlı demokratik bir çözüm kapı aralanmıştı.

Kürtler, Türkler, Türkiye’nin tüm halkları o süreci rahat bir uyku uyuyarak geçirmişti.

Ancak AKP ve MHP’nin sorunları şiddetle çözmekte ısrar ettiği bu dönemde kan ve gözyaşı yeniden göl oldu, sel oluyor…

Her gün asker ölümleri, her gün cenaze törenleri yaşanıyor. Ve öyle ki kendi çocukları bedelli askerlik yapanlar halk çocuklarını şehit olmasına övgüler diziyor, anne ve babalara, sevgililere, eşlere, çocuklara “ne mutlu size ki çocuğunuz, yakınız şehit oldu” diyebiliyorlar. Askerlerin cenazeleri kamyonetlerde taşınırken, yıkık dökük asker evlerine devasa bayraklar asılıp, mezarların başında nutuk atılıp lüks makam araçlarına binilip uzaklaşılırken, yoksul halk acı ve gözyaşları içinde soğuk toprağa verilmiş evlatlarının başında, çocuğunun giydirilmiş asker parkasında yürekler sızlatıyor.

Yeni bir anayasadan söz edilen, “İnsan Hakları Eylem Planı” açıklanan bir dönemde barış diyen, Kürt sorunun eşit halklara dayalı demokratik çözümü için çaba gösteren HDP hakkında fezlekeler sıralanıyor, TBMM’de HDP hedefe konuluyor, partinin kapatılması için yargıya direktifler veriliyorken, diğer tarafta acı ve gözyaşı dökülüyor.

Tüm bunlar olurken askerler ölmeye, evlere ateş düşmeye devam diyor.

Yeniden Bitlis’te düşen helikoptere dönecek olursak; helikopter neden düştü, nasıl düştü bilmiyoruz. Zira geçmiş yıllar boyunca düşen helikopterlerin ve askeri uçakların her birinin bir hikayesi var. Açık ya da gizli… Ama gerçeğin üzerinin küllendiği bir tarihi var düşen helikopterlerin… Bazen bir iç hesaplaşma, bazen bilerek “ihmaller” zinciri… Düşme ve düşürülme muammaları hep konuşuldu, konuşuluyor. Hava koşullarından kaynaklı sis dağılsa da uçak ve helikopter düşmelerinin üzerindeki sis hiçbir zaman dağılmadı.

Garê’de yaşananlardan sonrası için konuşulan birçok spekülasyon ise bu tür gelişmeler konusunda akıllara yeni sorular getiriyor. Yandaş medyanın daha ilk dakikalardan itibaren verdiği “kesin” haberler, düşüş hikayeleri yazmaları da ilginçti! Bu ölümlerden sonra şeffaf bir soruşturma yapılacak mı göreceğiz. Bir gizleme, üstünü örtme çabası mı olacak, Eşref Bitlis olayı, Muhsin Yazıcıoğlu olaylarının yanına mı yazılacak, onlar da dahil olmak üzere sis perdesi kalkacak mı?

Bakıp göreceğiz.