ÖTEKİLERİN TAŞHORANI

Dün Malatya’da Ermeni Taşhoran Kilisesi “Taşhoran Kültür Ve Sanat Merkezi” olarak açılsa da kilisenin kutsanışı da vardı. Açılışın sabahki programı devlet erkânı, Türkiye Ermeniler Patriği, Adıyaman ve çevre iller Metropoliti ve Malatya Hayırsever Ermeniler Derneği’nin(HAYDER ) katılımları ile gerçekleşti. Katılımcıların açılış konuşmaları ve verilen mesajlar; kardeşlik, barış, hoşgörü, birlikte ve huzur içinde yaşama, birlikteliğin ve kültürel çeşitliliğin güzelliklerini anlatan konuşmalardı. Ve tabiî ki karşılıklı selamlaşmalar, nezaket ve teşekkür ifadeleri… Duygulanmamak, bu sözleri alkışlamamak mümkün değil!.. Açılış için belki elli yıl önce mahallelerini, yaşadığı ili terk etmek zorunda kalan Ermeni vatandaşlar da gelmişlerdi. İtiraf etmem gerekirse, umduğumdan daha kalabalık bir katılım oldu. Malatya’da yaşayıp fakat Ermeni kimliğini gizleyenler, merak edip izlemeye gelenler, benim gibi tüm “öteki” olanlara karşı empati kurup “azınlığın”azgın sistemle olan direnişlerine bir selam verebilme amacıyla gelenlerle doluydu.

Kilisenin kutsanma programı ise akşamüzeriydi. Kilise etrafı ve mahallede yoğun güvenlik önlemleri alınmıştı. Kolluk kuvvetleri, tüm kilise etrafında ve içinde konuşlanmış, görev başındaydı. Hoşgörü dininin hâkim, barış ve kardeşlik duygularının yaşandığı bir ülkede, farklı inanç sahiplerinin ibadetlerini yaparken bu kadar güvenlik önlemi almak… Sabahki konuşmalarda özeleştiri yapmadan verilen, ”Yüz yıllardır bir arada yaşamanın getirdiği sevgi, hoşgörü, kardeşlik ve saygı” mesajlarını boşa çıkartan bir uygulama değil midir? Buradan şunu mu anlayalım; biz egemen güçler, istemesek size burada ibadet yaptırmayız, yüz yıldır olduğu gibi… Biz istedik ve şimdi buradasınız. Sizi azınlık, öteki, istenmeyen bir millet ve dine dönüştürdük. Biz, dini ve milletimizi size karşı nefretle doldurduk, artık biz istemesek bile size saldırırlar, o yüzden bu seferlik bir lütufta bulunalım ve sizi koruyalım.

Patrik Sahag Maşalyan ve HAYDER temsilcisi Nuran Gezdirici, yaşanılan acılara sitem etmeden, suçlayıcı ifadelerden de kaçınarak, umutları ve beklentilerini dile getirdiler. Nuran Gezici’nin, Hrant Dink’i doğduğu mahallede yine Hrant’ın sözleriyle vakur, ama ağlamaklı ses tonuyla anması, suçluların nefret dolu yüreğine elbette ki dokunmadı. Gözyaşlarıyla ümüğe oturan o ismi, verdiği onulmaz acıyı, yüreğinde sevgi ve vicdanı olanlar hissetti sadece. Hrant’ın katilini yaratan ve onu koruyan sistem, bugün Hrant’ın vaftiz edilemediği kilisenin açılışını ve koruyuculuğunu yaptı. Zirve Yayınevi cinayetinde katledilenlerin aileleri de oradaydı. Yüreklerindeki acıyı gizleyerek, sessizce, her şeye rağmen gözlerinde umut ışığıyla katıldılar kutsama ayinine. … Oysa nefret taşınması ağır bir yüktür. İster bireysel ister toplumsal olsun, bir süre sonra zehirlemeye başlar, kin ve intikam duygularını doğurur, dünya cehennem olur. Bunu da en fazla acı çekip gözyaşı dökmüş olanlar bilir. Ondandır ki affedici olan, ısrarla sevgiden ve barıştan yana olanlarda yine onlar olur. Barış Anneleri’nin bize öğretmeye çalıştıkları şey, tam da bu değil mi?

Kiliseye dört ya da beş yüz metre ilerde bir de cami var. O camide namaz kılmaya gelenleri kolluk kuvvetleri başlarına bir iş gelir diye korumuyor, korumadı da. Üstelik günde beş vakit ibadete açık… Resmi ideoloji ve egemen güçlerin dışında hiç kimse camilere karşı kötü niyetli değildi. Aynı şey kiliseler için de geçerli… Çan sesleri ve ezan seslerinin birlikte duyulduğu bir gökyüzü olamaz mı? Elbette ki olur… Dinler vücut bulduğu toplumların ekonomik, kültürel ve sosyal yapılarını taşır bünyesinde. Ama her dinin özünde mutlak hümanizm de vardır. Sadece bu öze meyledilirse; dinleri ve inançları birbirine düşmanlaştırıp savaştıran olguların, aslında yine dinlerin yaratıcısı olduğunu görüp görebilmek, ırk ve milliyet kavramlarına yüklenen misyonu ortadan kaldıracaktır, beraberinde nefreti de...