İsmail AFACAN
İstanbul

14 Şubat ne kadar Sevgililer Günü olarak bilinse de edebiyat tutkunları için bugünün farklı bir anlamı var. Uzun bir süredir 14 Şubat Dünya Öykü Günü olarak kutlanıyor. Bugün arkadaşlarımıza, dostlarımıza ve sevdiklerimize bir öykü yazmak ya da okumak yaşama sıcacık bir ‘merhaba’ aslında.

Biz de, Dünya Öykü Günü nedeniyle Fergun Özelli, Muzaffer Kale, Sibel Öz ve Melike Belkıs Aydın’la öykünün neliği üzerine konuştuk. Anlattıkları hem öykünün gücü hem sanat içindeki yeri hem de yazarın öykü ile duygusal ilişkisine dair. Genç öykücülere kısa notlar da var elbette anlatıların içinde... Söz öykücülerimizde:

TUTUKLANMIŞ ‘AN’LARI SAPTIYORUZ
Fergun Özelli

Fergun Özelli: Okumaktan çok, görmekle anlayabilen bir canlı türüyüz, hızla akıp giden bir zamanda, “görüntü bombardımanları” altında yaşıyoruz. Üstelik “hız”, eriyip yok olma, tekleşme, şeyleşme, hiçleşme ve renksizleşmeyi taşıyıp getiriyor beraberinde. O zaman da olmayanı arayıp bulmak, tanıyıp bilmek, büyüteç, mikroskop, ultrasonografi, MR, PET gibi araçlara ihtiyaç duyuyor; bunlarla da gerçekliğin tutuklanmış “an”larını saptıyoruz. Sonra, patolojik raporlara geçip biyoloji, fizik, kimya, matematik, astronomi, arkeoloji, sosyoloji, psikoloji vb. yorumlamalarına açılan daha geniş kapılar buluyoruz. Kısa ve çok kısa öykünün önemi işte bu benim için. Bunu yapıyor ve yapmaya çalışıyorum kısaca. Yaparken de Çehov, Galeano, Örkeny, Jortazar, Borchert, Ferit Edgü, Füruzan, Leyla Erbil, Necati Tosuner, Oğuz Atay, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Sait Faik, Sevim Burak’la arkadaş oluyorum. Bu da yaşadığım güzellikler oluyor; daha ne olsun.

TIPKI İNSAN GİBİ
Sibel Öz

Sibel Öz: Öykü, ömürlerimizin olmasa da, geçip giden günlerimizin tanığı. Kentin hayatlarımızda zonklayan ağrısı ve hırıltısı, her yiten günle artıp bize kendi sesimizi unutturdukça, öykü insanı işaret eder. “Bakın, burada!” der, “Burada ve bu durumda, anlattığım gibi...” İnsanın binlerce hali; her gün önünden geçip gittiğimiz ve görmediğimiz her hali öykü olur, şaşırtır. Bilemediğimiz, anlayamadığımız, tanımadığımız kendimiz bir öyküyle geçer oturur karşımıza. Öykü insana ‘merhaba’ demektir, en kestirmesinden, yalınından. Öykü, roman gibi diplemez, kılcal damarlarına kadar inmez karakterin, ama bir anda bulup çıkarır insanı. “Hayatın nefes nefese telaşından, koşturmacasından sıyrıl, gel otur şuraya” demez, o telaşın kendisidir öykü. Dingin sularda yüzmez, kaynayan, fokurdayan bir kazanda, bir batar bir çıkar. Tıpkı insan gibi.

YENİ İLETİŞİM BAĞLARI KURABİLMELİDİR
Muzaffer Kale

Muzaffer Kale: Klasik ve modern diye iki ana başlık altında görüyoruz öyküleri, bu bir yere kadar anlaşılır ve gerekli olabilir ama günümüzde yazılan metinleri kapsayabilmesi açısından yetersizdir, aslına bakarsak; dünyada kaç öykücü varsa o kadar da öykü anlayışı vardır, dememiz daha doğru olur. Bu saatten sonra öykünün sadece olay anlatmak olmadığını anlamak gerekli. Çünkü öykü, bazen görüş ufuklarımıza giren sonra da kayboluveren yeni duygu ve düşünce oluşumlarının belli bir olayı bir süreliğine giyinerek, onda görünür olmasıdır. Böyle olunca, dil de anlamın ritmini yakalamak zorundadır. Dilin kullanımıyla oluşturulan anlam katmanları ve çağrışımlar, öykü her yeniden okunduğunda bizi daha öncekiyle ilişkili; ama ondaki anlamı olgunlaştıran, aşan yeni iletişim bağları da kurabilmelidir. Ben hayalimdeki öyküden söz ediyorum.

GÜÇSÜZÜN DOĞRUDAN DİLİDİR
Melika Belkıs Aydın

Melike Belkıs Aydın: Öykü, masadan tam zamanında kalkmak, bir dakiklik sorunudur. Söylenmemesi, örtük kalması gerekeni iyi seçebilmek gerekir. Dilin en özenli kullanılması gereken metin biçimidir kuşkusuz, ne salt kurguyla ne salt güzel deyişle kurtarılabilir. Güncele yetişmek zorunda değildir, yoksa tıknefes olup yolda kalabilir. Elbette, edebiyat güçsüzün doğrudan dilidir, öykü de öyle. Sesi değil dili diyorum, çünkü dil varoluşumuzun hem ortamı hem aracısıdır.

YAŞAMDIR ÖYKÜ
Adnan Özyalçıner

Adnan ÖZYALÇINER

Öykü, en başta yaşam kaynaklıdır. Yaşadıklarımızın özgürce boy verip köklendiği bir alandır. Bu yönüyle insanın ta kendisi olduğu/olabildiği bir alandır. Bir insanı ya da bir olayı yazmaktır öykü. Önce ne için, kimin için yazıldığına bakılmalıdır. Ne için, kimin için yazmak önemli olduğu kadar nasıl yazılması gerektiği de çok önemlidir. Öyküde yazılanların, anlatılanların daha iyi anlaşılabilmesi, öne sürülen düşüncenin açıklık kazanabilmesi için okurlara en etkili biçimde ulaştırmak adına iyi bir kompozisyon (iyi bir kurgu) özgün bir biçim içinde aktarılmalıdır.

İçeriği yaşadıklarımızdan, biçimi okuduklarımızdan geliştirebiliriz. Öykü, toplumsal ya da bireysel olgularla olaylara yer verebilir. İnsan ilişkileri üstünde durabilir. Ama biçim yönünden başladığı gibi bitmek zorundadır. Her türlü ayrıntı, genel düşünceyi (ana fikri) ya da iletiyi destekleyici, güçlendirici olmalıdır. Öyküde bir yere bağlanmayan dağınık ayrıntılar, onu hantallaştırmaktan, asıl anlatacağımızdan uzaklaştırmaktan başka işe yaramaz.

Öyküde betimleme, öyküyü canlı kılma, olayı gözle görülüyormuş gibi algılatma açısından önemlidir. Ama olay örgüsü içinde, olayın akışını engellemeden yapılmalıdır. Her türlü betimleme, olayla at başı gitmeli, dahası öyküyü geliştirici olmalıdır. Karşılıklı konuşmalar da böyledir. Olayı destekleyici ve geliştirici olmalıdır. Orhan Kemal, karşılıklı konuşmalara çok önem verirdi. Orhan Kemal’in anlatım özelliklerinden biridir karşılıklı konuşmalar. İlk bakışta kolaycı bir yöntem gibi görünen bu yazış biçimi, aslında kişilerini davranışlarıyla dış gözleme dayanarak çizmeyi yeğleyen Orhan Kemal’in dikkat edilmesi gereken önemli bir özelliğidir. Çünkü anlatılan kişilerle olaylarla bütünleşir bu tutum. Orhan Kemal, karşılıklı konuşmalarla bir durumu, bir davranışı, bir çelişkiyi belirlemede ustaca kullanmıştır bu yöntemi. Bu arada karşılıklı konuşmalarla uzun uzadıya ruh çözümlemeleri yapmadan öykü kahramanlarının ruhsal durumunu, karakter yapısını da ortaya koyar.

Öyküde gözlemin önemli bir payı vardır. Önemli olan gözlemlenenlerden yola çıkarak toplumsal çelişkileri, sınıfsal ayrımlardan kaynaklanan gerçekleri görmek, gösterebilmektir. Dış gözlemlerden kaynaklanarak toplumsal gerçeklere ulaştığımız gibi iç gözlemlerden kaynaklanarak ruhsal durumları da, insanın hallerini de dile getirebiliriz. Her ikisinde de bir toplum içinde yaşayan insanın dış gözleme dayanan davranışları kadar iç gözleme dayanan duygu, düşünce, düş dünyası da bir bütünlük içinde yansıyabilir.

Sait Faik, bu dengeyi ustaca sağlamıştır. Sait Faik’in öykücülüğünün en belirgin özelliği, öykücülüğümüze yaşanılanı getirmiş olmasıdır. Yaşanılan, yaşayışla iç içe olmak, yaşamayı kendinde duymaktır. Yaşamayı kendinde duyuş, Sait Faik’in öykülerinde anlattığı bütün kahramanlarının yaşamlarını da kapsar. Onun için o, “bir takım insanlar”ın yazarıdır.

“Adam konuşuyordu. Tatlı munis bir Anadolu şivesiyle:
-Ağabey, dedi, buradan bana benzer birtakım adamlar geçti mi?
......

Bana benzer adamlar... Bütün insanlar birbirine aşağı yukarı benzemez mi? Bana benzer adamlar ne demekti. Evet adamın hakkı vardı. Ona benzer adamlar, ötekilerinden kolaylıkla ayrılabilirdi. Kış günü bir şehirde insanlar palto, şapka giyer, ayaklarında fotin vardır. Belki paltolarının renkleri, şapkalarının kurdelaları ve alamerikan yahut alaturka şapkalarıyla birbirinden ayrılabilirler, icabederse.

Bu adamın ne paltosu, ne şapkası, ne de ayakkabıları vardı. Buna mukabil sırtında mor pamukları yer yer, parça parça dökülen bir hırkası, belinde ipi, ayağında yazlık, tüy gibi bir pantolonu ve ayaklarında yine iplerle bağlanmış çuvalı...”

Sabahattin Ali’nin öykülerindeyse dış gözleme dayanan güçlü doğa betimlemelerinin yanı sıra sergilediği katı gerçekler, anlatımını da etkilemiştir. Onun için öykülerinin sert ve çarpıcı bir havası vardır. Sabahattin Ali, toplumsal çelişkilerle sınıfsal ayrımlardan kaynaklanan bu katı gerçekleri anlatırken gülmeceden yararlanır. Amacı güldürmek değil, içeriği daha iyi belirterek okuru daha çok etkilemektir. Sabahattin Ali, “Bahtiyar Köpek” adlı öyküsünde hep acı gerçekleri yazmak zorunda kalışını alaya alır. Ama bu alay acı bir alaydır:

“Niçin hep acı şeyler yazayım? Dostlar, yufka yürekli dostlar bundan hiç hoşlanmıyorlar. ‘Hep kötü, sakat şeyler mi göreceksin?’ diyorlar. ‘Hep açlardan, çıplaklardan, dertlilerden mi bahsedeceksin. Geceleri gazete satıp izmarit toplayan serseri çocuklardan; bir karış toprak, bir bakraç su için birbirlerini öldürenlerden; cezaevlerinde ruhları kemrile kemrile eriyip gidenlerden; doktor bulamayanlardan; hakkını alamayanlardan başka yapacak şeyler, iyi güzel şeyler kalmadı mı? Niçin yazılarındaki bütün insanların yüzü soluk, yüreği kederli? Bu memlekette yüzü gülen, bahtiyar insan yok mu?”

Sabahattin Ali, bu sözleriyle öykülerinde en çok hangi konuları ele aldığını, hangi gerçekleri vermeye çalıştığını da vurucu bir biçimde ortaya koymuştur.

Kısacası öykü, başlangıcı olan, belirli bir süreç içinde gelişen ve bir sonuca ulaşan bir kompozisyona, kurguya sahip olmalıdır. Öyküyü kurgularken, içinde bulunduğumuz ortamı (yeriyle, zamanıyla) yaşananları ele alarak -gerekiyorsa geçmişle, gelecekle de bağlarını kurarak- ister toplumsal, ister doğrudan doğruya bireye yönelik insansal açıdan olsun çelişkiler belirtilmeli, bunların evrensel boyutları, değişen olaylardaki değişmeyen özü (temel çelişki) ortaya konmalıdır.

Dille anlatıma gelince, öykü, bu yönden yalın olmak zorundadır. Türkçenin yalın ama bir duyguyu, bir düşünceyi, bir durumu anlatacak en güzel, en uygun sözcükleri seçilmelidir. Bir öykünün sözcük sözcük, cümle cümle, paragraf paragraf geliştirildiğini unutmamak gerekir. Öykü, yaşadıklarımızı ya da yaşananları özentiye kaçmayan yalın bir anlatım içinde, içtenlikli olarak anlatmak demektir.

DÜNYA ÖYKÜ GÜNÜ ÜLKE ÇAPINDA KUTLANIYOR
* Ankara’daki Ortadoğu Öğretim Elemanları Derneğinin düzenlediği Dünya Öykü Günü panelinde Süreyya Köle “Yaşamın Çelme Taktığı Öykü”, Arzu Eylem “İyi Öykü Olmak Zor”, Fulya Bayraktar “Öykülerden Öykü Beğenmek/Edebiyat Dergileri”, M. Sadık Aslankara “Öyküyü Yazdırıp Uçurmak, Öykücüyü Eleştirip Ürkütmek” başlıklı sunumlar yapacak. Panel, bugün ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezinde saat 14.30’da başlayacak.

* Bursa’da bu yıl Nilüfer Kütüphaneleri ve Bursa Yazın ve Sanat Derneği iş birliğiyle onuncu kez düzenlenecek olan Dünya Öykü Günü buluşmalarında Hasan Özkılıç ağırlanıyor. Etkinlik, 17 Şubat akşamı saat 19.00’da Nilüfer’deki Nâzım Hikmet Kültürevinde gerçekleştirilecek.

* 14 Şubat Dünya Öykü Günü kapsamında Pan Görsel Kültür Derneğinde ‘Biri Seni Yazıyor’ isimli bir etkinlik gerçekleştirilecek. Etkinlikte Dünya Öykü Günü üzerine yapılacak konuşmanın ardından kitap haline getirilmiş öyküler okunacak. Bu yıl Pan Görsel Kültür Derneğinde öykü okumalarını Yazar Reyhan Yıldırım yapacak. Etkinlik, bugün Pan Görsel Kültür Derneğinde saat 18.00’de başlayacak.

* Hatay’da Dünya Öykü Günü’nde Eğitimci-Yazar Sevinç Çevik ile “Neden Okumuyoruz?” başlıklı bir etkinlik düzenlenecek. Bugün saat 10.15’te başlayacak etkinlik İskenderun İlçe Halk Kütüphanesi Müdürlüğünde yapılacak.

kaynak:Evresel
Editör: Haber Merkezi