Dillerin gelişimi ve dillerin oluştuğu, geliştiği sosyoekonomik sistemler çok önemlidir. Her bir dilin gelişim koşulları kendine özgüdür.

 

 

 

Dillerin gelişimi ve dillerin oluştuğu, geliştiği sosyoekonomik sistemler çok önemlidir. Her bir dilin gelişim koşulları kendine özgüdür. İngilizce, Almanca, İspanyolca, Fransızca veya Avrupa Birliğinin resmi dillerinin beslenme kaynakları farklıdır. Bazı diller yılda yüz binden fazla kelime üretebilmekteyken bazı diller var olan kelimelere yeni anlamlar yükleyerek ve bazı diller de zayıflayıp, solup bazı şeyleri kaybederler. Kurmancî, Dimillî (Zazakî), Soranî veya diğer Kürtçe lehçeler farklı dil süreçlerinden geçmektedirler. Eğitim dilli olarak kullanılmamasının yanı sıra günlük hayatta her bölgede farklı oran ve ihtiyaç gereksinimi olarak kullanılmasından, ticari pazarda karşılığının olmasına veya farklı ülkelerin dilleriyle temaslarından var olan sınır çizgilerine kadar pek çok etken varlığını hissettirir. Bilinen bir gerçek dünyada çok farklı yerlerde tsunami’nin bir vurmasıyla birkaç yerli dili yok ettiği Malezya, Filipin’den tutunda son 50 yılda 300-400 arasında yerel dillerin yok olduğu Avustralya’ya, Güney Afrika’nın içinde yer alan küçük ülke Lezotodan, Latin Amerika’da iktidara geçtikten sonra halkın anlamadığı bir dil kullanan ve sonraki seçimlerde iktidarı kaybeden uluslara pek çok yerde binlerce dil henüz yazıya dökülmemiştir. Bu diller genelde az gelişmiş olarak tanımlanan sözlü kültürde bir yere sahip diller olarak tanımlanır ama bu dillerin çok gelişmiş ticaret dili İngilizceden, Felsefe Dili Almancadan, hikaye ve din dili Arapçadan daha değersiz değiller. Her dil kendine göre bir fonetiğe, morfolojiye, sentaksa ve semantiğe sahiptir. Kendilerine özgün binlerce mantık ve anlam içermektedirler.
Dilin yaşaması için günlük hayatta kullanmakla yaşar. Kürtçenin şehirlerde kullanım sıklığı kırsal bölgelerden daha düşüktür. Kürt bölgelerinde dağlık bölgelerde yaygın olarak kullanılan “fiil kullanımı kırsal bölgelerde yerini “isim” kullanımına bırakmaktadır. Farklı dillerde yayın yapan medyanın insanların kullandığı dil ve kültür üzerindeki etkisi genel olarak bilinmektedir. Örneğin Türkçe kullanılan bir deyim olan “bir şeyi uzatmak” Kürtçede örneği ji kerema xwe tu dikarî xwê dirêj bikî? İfadesinde anlamsız veya komik bir kontekse karşılık gelebilir. Türkçede “otobüsü kaçırdım” cümlesinin doğrudan çevirisi “min otobosê revand” karşılığı ez ji otobosê mam ya da ez negihaştim otobosê olması gerekirken “otobüsü güç kullanarak bir yere kaçırdım” anlamını vermektedir. Bunlar gibi onlarca örnek verilebilir.
Kürtçeyi daha somut olarak ele alırsak Kurmanci için ilk standartlaşma çalışmaları Celadet Elî Bedirxan tarafından “hawar” dergisi sürecinde başlamaya denk gelir. Latin alfabe kullanımından, kullanmış olduğu dilbilgisi yapılarına veya dergideki edebi çalışma ve çevirilerle günlük hayatta var olan bir dili simge ve sembollerle buluşturması gerçekten çok heyecan vermekte ve çok büyük bir övgüyü hak etmektedir. Dergide her tür edebi türden çalışmayı toparlama çabası bile o dönemin dilsel özelliklerinden o dönemine ruhunu görebilme yolculuğunu sunabilmektedir. Elbette kendisinin en az 5-6 dili çok iyi kullanabilmesi dil ile ilgili karar verme sürecinde karşılaştırma şansı verip kendi inisiyatifini ulus ve dil isimlerini Fransızcadaki gibi küçük harflerle kullanma kararına kadar gitmektedir. İster C. E. Bedîrxan’ın vermiş olduğu kararlar olsun ister son aylarda basılan “Rêbera Rastnivîse” de verilen kararlar olsun alınan kararlar dilin yaygın bir şekilde yazı ve konuşma dilinde kullanımı gerektirmektedir. Kullanılmayan sadece sınırlı bir çevreyle kullanılan dil halkın uzak kaldığı, anlamadığı ve kısmi olarak dar bir çevrede kullanılan bir dil acı çekerek küçülme refleksine gider ve sadece temel günlük kullanımla sınırlanmaya doğru gider ve dillerin belirli aralıklara “dil ölümü” denilen olguyu yaşamasına kadar gidebilmektedir. İnsanların veya kurumların dil ile ilgili ister toplantılarla ister kendi çalışmalarında aldıkları radikal gibi görünen kararlar halk tarafından kullanılmadıkça sadece geçici bir rahatlama psikolojisine karşılık gider ve zamanla yok olur. TV, radyo ve gazete gibi medya araçlarının kullandığı kelimeler çok hızlı bir şekilde halkın gündemine girer, “spas, ast, encam, endam, şano, aborî, nûçe “gibi kelimelerin çok hızlı bir şekilde halkın sözcük dağarcığında yer alması hepimizin tanık olduğu süreçlerdi.
M. M. Guxman ve Einar Haugenê göre standardizasyon sürecinde pek çok dil bu süreci
Edebiyat dilinin konuşma dili dâhil hayatın her alanına nüfuz etmesi
Ortak dilbilgisel, sözlüksel ve yazım normlarının oluşması
Yazılı dil ile konuşma dil arasındaki açığın ortadan kalkması
Yazılı ve sözlü dillerin biçem değişimi olarak dikkat çekmektedirler.
İngiltere ve Almanya da bu süreçler çok yavaş olurken Çekçe, Arnavutça veya Sırpça halen bu süreçleri tamamlamamış veya bitme eşiğinde olan birkaç ülkedir. Görüldüğü gibi bu süreçler sadece kâğıt ve kalem üzerinde tamamlanamayan fakat halkın onayına ihtiyaç duyan süreçlerdir. Yani özetle standardizasyon okur-yazarlıkla ilgili bir süreçtir; halkın aklına uymayı gerektiren ve karşılığı olan bir süreçtir. Karşılığı olmayan her şeyin yok olması gibi, kullanılmayan elimeler ve gramer yapılar zaman içerisinde yok unutulup kullanılmazlar.
Bu süreçlerden sonra karşılaşılan diğer bir nokta ise J. Fishman Ferguson’un 1968 yıllarında ileri sürdüğü “dile gelişim süreçleridir”. Bu evre, yazının düzenli bir biçimde kullanıldığı grafikleşme, sosyal veya bölgesel bir normun geliştiği standardizasyon ve modern, gelişmiş toplumlarda karşımıza çıkan modernizasyon süreçleridir. Görüldüğü üzere dil ve toplum et ve tırnak gibi birbirine geçmiş ve beraber hareket eden bir ikili gibidir. Bu yüzden dil toplum aklı olmaksızın cansızdır.
Görüldüğü üzere bir dilin standartlaşması aslında toplum ve ulus olmasıyla doğrudan ilgilidir. Dil standardizasyonu uluslaşmayı daha da perçinlemektedir. Sosyal, kültürel, dinsel, ticari, eğitim veya hayatın her alanında dilin kullanılması arka planda başka taşları yerine oturtmaktadır. Bu yüzden x,w,q,î ve ê karakterleri sadece birer harf değil aynı zamanda faklı bir ulusun temsili olan karakterli karakterlerdir. Bu yüzden renkler, resimler, hatta heykeller diller gibi sadece birer sembol değil aynı zamanda pek çok yerde çatışma kaynağı olabilmektedir. İşte bu nokta uluslaşma farkını veya halklaşma farklılığını veya öteki olan, farklı olanı açık bir şekilde göstermektedir.
Standart olanı yakalama genel olarak yaygın olarak kabul görecek halkın ortak aklına muhtaç olandır. Şair bu yüzden “ben sana mecburum” derken hangi simge, sembolle neyi anlattı? Açık bir şekilde sevgiliye duyulan aşkın naraları mı yoksa bizi bekleyen o dönemin ruhuna göre şiir dilinin standartlarını karşılayan metaforlar dizilimi mi? Yoksa her ulusun standart bir dile olan mecburiyeti mi? Yani “Ben dilime mecburum”!