20 Kasım'da Kuzey ve Doğu Suriye kentlerine yönelik başlatılan TSK hareketi sürüyor. Aylardır yapılacağı söylenen ancak özellikle dış etkenlerden kaynaklı olarak ertelenen kapsamlı sınır ötesi hava harekatı yapıldı ve yankıları devam ediyor. İktidar sahipleri her ne kadar “Biz kimseden izin almayız” diye açıklamalarda bulunsa da bu doğru değil. Zira aylardır “Bir gece ansızın gelebiliriz” dedikleri halde, hava harekatının başlamasından kısa bir süre önce Ankara’da bir araya gelen Rusya ve ADB istihbarat birimlerinin toplantısından sonra bu gelişmenin yaşandığı sır değil.

Bu harekat da kara harekatına vardırılmaması kaydıyla; öncekiler gibi bu defa da Rusya ve ABD’nin onayı alınarak yapıldı.

Ancak Erdoğan yönetimi; bunu kara harekatıyla sürdürüp Efrîn’de yaptıklarını bu defa Minbiç’te ve Kobanê’de sürdürmek istiyor. Rusya ise Türkiye’nin tazyikini Kürtleri Esad’a teslime razı etmeye evriltme çabasında. Erdoğan yönetiminin, Efrîn, İdlip ve diğer alanlarda ÖSO ile birlikte bir yönetim mekanizması oluşturmasına ses çıkarmayan bölge devletleri ve emperyalist güçler, şimdi tüm bu gelişmeleri Kürtlerin kazanımlarını elinden almak ve Rojava’yı, halkların iradesini yeniden Esad’a teslim etme hesabına dönüştürmüş bulunuyor.

Rusya’nın, Ukrayna işgali ve süren savaştan kaynaklı olarak Batı’nın ambargosunu ve kuşatmasını yarmak için ihtiyaç duyduğu Erdoğan’ın bu süreci iktidarının ömrünü uzatmak için “hakkıyla” değerlendirdiğini söylemek gerek. Yine ABD’nin ve NATO’nun bu süre içinde Erdoğan yönetimine duyduğu ihtiyaç ve iş birliği de bu operasyonlara yeşil ışığın yakılmasının nedenlerinden sayılmalı. AB ise hala AKP’yi Asya’nın ve Afrika’nın göçmen karakolu rolüyle ödüllendirmeye, koruyup gözetmeye devam ediyor.

20 Kasım’daki hava harekatı sonrası bu üç emperyalist merkezin neredeyse aynı dozla açıklamalar yapmalarının altındaki nedenlerin başında bu faktörler olmakla birlikte elbette başkaca nedenler saymak da olası. Ancak özellikle Rusya’nın bu gelişmeleri kendi lehine çevirmek için türlü atraksiyonlar yaptığı da atlanmamalıdır. Başından beri Suriye’nin yanında yer alan her yeni gelişmeyi Ortadoğu politikaları bağlamında da kendi lehine çevirmeyi bilen Putin’in Esad ile Erdoğan’ı bir yere doğru itmektedir. Putin’in, bu defa da bu amaçlarına uygun adımlar attığını, ABD’nin sıkıştırılması ve etkisizleştirmesi çabasının yeni bir boyuta vardırıldığını izliyoruz. Putin’in, Rojava’daki mevcut statüyü hepten değiştirecek ve Suriye lehine bir tablo yaratmak istediğini son günlerdeki hamlesiyle gösterdi. Rus heyetlerin PYD temsilcileriyle yaptıkları görüşmelerde ne denli altüst edici planlar içinde olduğu basına yansıdı. Putin’in Erdoğan ve Esad’ın çıkarına olan formülü Kürtleri bir kez daha yok sayan bir formül. Rusya, artık, açıkça Kürtleri etkin oldukları bölgeden “çıkarmayı” öneriyor: Esad’ın silahlı güçlerinin Rojava’ya yerleştirilmesi ve bugüne kadarki halk temsiliyetinin, yönetim birimlerinin de Suriye yönetimine teslim edilmesi öneriliyor. Büyük bedeller ödeyerek IŞİD’in işgaline son veren Kürtler bir kez daha yok sayılıyor; kendi toprakları üzerindeki yönetimleri tasfiyeyle edilmek isteniyor.

SDG’nin, Rusya’nın ve Suriye yönetiminin bu önerilerine “evet” demediği da basında yer aldı. Ancak bir taraftan Erdoğan yönetiminin askeri harekatı ve tazyikiyle karşı karşıya olan, bir yandan Rusya-Suriye baskısı ve diğer yandan mecbur bırakılan ABD ilişkileri içinde giderek sıkışan bir Rojava yönetimi var.

ABD’nin, nasıl bir pozisyon alacağı ve yeni bir hamle için ne tür hesaplar içinde olduğunu tam olarak bilmesek de bunun önümüzdeki kısa bir süre içinde somutluk kazanacağı görünüyor.

Tüm bunlardan hareketle; Erdoğan-Bahçeli ittifakı ile süren savaş politikalarının seçim sürecinden bağımsız ele alınmayacağı tartışma götürmeyecek bir gerçek olarak orta yerde duruyor. Esad ile görüşme evresindeki Erdoğan, Putin’in politikalarına baakıyor. SDG’nin etkin olduğu bölgeleri Esad’a teslim etmesinin zaferiyle seçim gitmek istiyor. Erdoğan’ın Taksim’deki katliamı her gündeme getirişinde aynı zamanda seçimler dikkat çekmesi, muhalefeti “bölücülük”, “terörizm” gibi kavramlarla birlikte anması ve “bunları sandığa gömelim” açıklamaları bu hesapların bundan sonra da tüm hızıyla devam edeceğini gösteriyor.

Son günlerde daha da hareketlenen 6’lı masadaki partilerin Kürt sorunun eşit haklara dayalı demokratik ve barışçı çözümüne ilişkin açık net bir programla ortaya çıkıp, Erdoğan-Bahçeli politikalarına, sınır ötesi operasyonlara tavır almaları tüm bu oyunları bozabilir, Değilse önümüzdeki günler oldukça kaygı verici gelişmelere sahne olacaktır ve bundan karlı çıkacak olan ise yirmi yıldır Türkiye’yi sömürü, baskı ve savaş politikalarıyla yöneten mevcut iktidar olacaktır.