banner9

banner8

"Hangi dilde yazarsak yazalım amacımız barış, eşitlik ve adil bir dünyayı mümkün kılmak olmalı"

Payiz” ve “Babamın Kamburu” adlı öykü kitaplarını yazan M. Reşat Suyusal Ötekilerin Gündem'in sorularını yanıtladı. Suyusal, 'Keşke Kürtçe özgür ve resmi bir dil olsaydı da şimdi hangi dilde değil de neler yazacağımı konuşsaydık' dedi.

Ropörtaj 15.10.2022, 23:34 13.12.2022, 09:24
336
"Hangi dilde yazarsak yazalım amacımız barış, eşitlik ve adil bir dünyayı mümkün kılmak olmalı"

Söyleşi: Behcet Bayhan 

DİYARBAKIR- ÖTEKİLERİN GÜNDEMİPayiz” ve “Babamın Kamburu” adlı öykü kitaplarını yazan M. Reşat Suyusal Ötekilerin Gündem'in sorularını yanıtladı. Suyusal, 'Keşke Kürtçe özgür ve resmi bir dil olsaydı da şimdi hangi dilde değil de neler yazacağımı konuşsaydık' dedi.

- Klasik, gerekli soruyla başlayacağım, çünkü “Payiz” ve “Babamın Kamburu” adlı iki öykü kitabı ile edebiyata merhaba diyen yeni bir yazarsınız. Kimdir M.Reşat Suyusal?

Aslında M. Reşat Suyusal küçük bir tohumdur. Güneşe, yağmura, rüzgara ihtiyacı olan. Bir taşın altından çıkmak için debelenen ve oradan fırlamak için çırpınan bir tohum.

1972 yılında Mardin’in Kızıltepe ilçesinin Ğerrafa köyünde ki bir tarlanın barakasında doğmuşum. Ailem, Derik’ten Kızıltepe’ye göçüp sulak yerlerde küçük tarlalar icarlayarak geçimini sağlamaya çalışmış. Nüfus cüzdanımda doğumum 9 Ekim diye yazar ama annem domateslerin bol olduğu zamanda doğduğumu söylerdi. Muhtemelen Haziran ayı olacak. Yedi kardeşin en küçüğüyüm.

İlk çığlığımı o barakada atarken yaşamın çetinliğinin farkında olmadan yavaş yavaş büyüdüm. Sonra pamuk teveklerinin gölgesinde annemin beni uyutmaya çalıştığını ve sivrisineklerin vücudumu somurduğunu anımsıyorum.

İlkokul ve çobanlık yıllarım kişiliğimin oluşmaya başladığı zamanlardı. Bir yandan okula gider kalan zamanda da koyunlarımızı otlatırdım. Ortaokulu yarıda bırakıp göç etmek zorunda kaldığımızda 16 yaşımdaydım.

1988 yılının ilkbaharında ilk sürgün Adana’yaydı. Oradan batı illerine çalışmaya gider geri oraya kışı geçirmek için gelirdik.

1992 yılına gelindiğinde ülkenin her yanı altında ateş olan bir su kazanı gibi kaynıyordu. O arada babamın da baskısıyla askere gittim.

Askerlik dönüşü ailemi Kayseri’nin Yeşilhisar ilçesinde bir nohut tarlasının başında buldum. Geceleri sivrisineklerle gündüzleri de güneşin yakıcı sıcağıyla cebelleşiyorduk.

Kayseri Yeşilhisar’da neredeyse ömrümün yarısı geçti. Ard arda beş çocuğum doğdu abimin de yedi çocuğuyla birlikte büyümeye başladılar. Çocuklarımızın anadillerini unutmamaları için evin içinde sadece Kürtçe konuşmaya özen gösterdik. Çiftçilikle beraber ticaretle uğraştık. Oradaki halkla sıcak ilişkiler kurduk.

Oradan da ayrılarak Burdur Bucağa, en sonunda da Mersine yerleştim.

Yani yaşamı göçlerle sürgünlerle yoksullukla ve sürekli kendini arayışla geçirmiş, gittiği her yeri kendine yurt yapmaya çalışmış ama yüreğindeki özgür yurdunun hayaliyle yanıp tutuşan bir insan M.Reşat Suyusal.

- Neden öykü? Edebiyatın türleri arasında nasıl bir fark gözetiyorsunuz? Örneğin: Cemal Süreya, Öykü için, “Şiirin uzun saçlı kız kardeşi” der. Siz ne dersiniz?

Doğduğumuz coğrafyanın çetinliğinden olacak ki insanlarımız daima hazırlıklı, hızlı, pratik güçlü ve her durumda yaşamda tutunmak zorundadırlar. Halkımı öyküye, öyküyü de özgürlük savaşçısına benzetirim. Hızlı, çabuk, onurlu ve heyecanlı. Oysaki roman düzenli ordudur, nereden nasıl gideceğini nerden vuracağını hesap eder ona göre düzenini korur.

Yani öykü kısa mesafe koşusu, roman ise maraton olsa gerek. En kısa sürede en uzun yolu almaktır öykü.

- Edebiyatta hangi damardan besleniyorsunuz, size yol haritası çizen, sizi yapılandıran ilham veren ya da kan bağını hissettiğiniz yazarlarınız kimler?

Ben çocukken köyümüze dengbejler ve masal anlatıcıları gelirdi. Mem u Zin’in aşkını, Siyabend u Xece’nin destanını, bir aşk’ı red olan Zembilfroş’u ellerini kulaklarına bastırıp yanık sesleriyle çağırırlardı. Ayakkabıların olduğu bölmeden can kulağıyla onları dinlemeye çalışırdık. Tabii hiç Kürtçe kitap yoktu o zamanlar okuma yazmamızda. Bir film gibi ardı ardına sahneleri sözlerle stranlarla canlandırıyorlardı. Ehmedê Xanî’yi, Yaşar Kemal'i, Musa Anter’i, Mehmet Uzun’u, Yılmaz Güney’i, Suzan Samancı’yı ve bir çok değerli edebiyatçıyı (ben buna kelimelerin dengbejleri diyorum) okuyunca kendi kendime, işte dengbejlerin yazılı karşılığı bunlar dedim. Bunlar kan bağım olan edebiyatçılar.

John Steinbeck’in Gazap Üzümleri kitabı Kürt illerinden batıya çalışmaya giden insanların göçüne ne kadar da benziyordu.

Dostoyevski’nin Suç ve Cezası, Viktor Hugo’nun İnsan Neyle Yaşar’ı, İvan Turgenyev’in Babalar ve Oğulları ilk okuduğum klasikler arasındadır ve bunlar beni okumaya ve yazma eylemine iten ve etkileyen tetikleyici yazarlardandır.

- Öykülerinizin teması neler? “Babamın Kamburu” öykü kitabınızda baba ile evlat arasındaki problemi getiriyor akla. Edebiyat tarihinde, öykülerde, şiirlerde, romanlarda, baba, ile oğul, baba ile kız arasındaki sorunsalı edebiyatın penceresinden nasıl değerlendirirsiniz?

Çocukken hepimiz çevremizdeki güzel şeylere, arkadaşlarımızın oyuncaklarına, kitaplarına, odalarına, annelerinin ve babalarının onlara ilgilerine özenirdik. Babamın Kamburu bir çocuğun yoksul, sürgün, kambur ama onurlu bir babayla olan diyaloglarını anlatıyor. Aslında sadece bir babanın kamburu değil anlatılmak istenen. Bir toplumun kamburunun da hikayesi bu.

Öyküden küçük bir parça aktarmak istiyorum izninizle: 

“Arkadaşlarımın sıcak botları ve paltoları vardı... Kokulu silgilerini, güzel kalemlerini defterlerini ve uzun boylu babalarını anımsıyorum...

Bir gün okula arkadaşımın babası geldi, onu kucakladı, havaya kaldırıp öptükten sonra usulca yere bıraktı. Ardından babam geldi. Önüne doğru koştum. Ona sarıldım ve beni kucağında havaya kaldırması için yüklendim. Bende arkadaşım gibi babam beni havalara atsın istiyordum. Babam düştü ve onun göğsünün üstündeydi küçük bedenim. Canı acımıştı babamın. Saçlarımı okşayıp yerden usulca kalktı ve bana sıkıca sarıldı. Minik ellerim kamburuna gitti. Sert ve kemiktendi kamburu. Düzeltmek istercesine sıktım o kamburunu. Sıkı sıkı... Tüm kalbimle dua ettim: ‘Tanrım babamın kamburunu yok et!”’

Bence toplumsal yazarlar kendi kültürüyle çatışan, yaşadığı topluma dışarıdan bakan, azınlığın olduğu yerde bulunan, gerekirse kendi mahallesine karşı tavır alabilendir. Dünya var oldu olalı küçükler ve zayıflar sürekli ezilmeye çalışılır ve her zaman bir direniş içindedirler. Baba- evlat çatışması, devlet- vatandaş çatışması ve insan- Tanrı çatışması gibi. Baba hükmeder, muktedirdir. Onun üzerinde devlet, en üstte de Tanrı vardır. Tabii bunların altında da en küçüksen vay haline. Hele hele bir de kadınsan, yarışa yüz metrelik bir koşunun iki yüz metre gerisinden başlıyorsun demektir.

Öykülerimde hep ötekileştirilmiş insanların, toplumların bastırılmış hikayelerini anlatmaya çalıştım. Her yazar kendi toplumunun bir yansıması değil midir? Çoğu meyveler yetiştiği ağacın rengini almaz mı? Bir tavşan, yılan, böcek ya da aslan yaşadığı ormanın, dağın, bozkırın ya da ovanın rengine bürünmez mi? Ben de doğduğum coğrafyanın rengine bürünmüşüm doğal olarak. Kadının toplum içinde bastırılmış kimliğini ve kadının özgürlüğünü kendi esaretiymiş gibi gören zihniyeti, bile isteye yoksullaştırılmış insanların hallerini, özgürlüğe hasret milletlerin ölüm kalım mücadelelerini, yerinden yurdundan köyünden sürgün edilmişlerin öykülerini, günümüzde öcü gibi bakılan aşağılanan, hor görülen, hatta düşmanlaştırılan mültecilerin durumunu irdelemeye, dinin yıkıcı ve gerici etkisi ile uyutulmaya çalışılan toplumun sorunlarına kendimce eğilmeye çalıştım. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine” der Nazım Hikmet. Biz bastırılmış toplumlar hep hür ve güçlü olmak için birbirimize sığındık ve binlerce yıldır bu sayede kendimizi yitirmeden buraya kadar geldik. Oysaki şimdi farklı bir çağda yaşıyoruz ve sağlıklı ormanları, ancak güçlü, gür ve gölge veren ağaçlar oluşturabilir diye düşünüyorum. Onun içindir ki her zamankinden daha mantıklı, olgun her şeye otomatik inanmayan, sorgulamaktan çekinmeyen, kendi ideolojisini de acımasızca eleştirebilen, özetle önce kendi olan bireylere ihtiyacımız var kanısındayım. Yani birey olmayı işledim bir nevi. Toplumun en uç noktasında, ya da orada kalabalığın içinde duran, kendi cinsel, dinsel, ideolojik ve ruhsal duygularını açığa çıkaramayan bireylerin sesi olmaya çalıştım.

- Edebiyatın, dünü ve bugünü hakkında neler söylersiniz, sanatın gücüne inanıyor musunuz?

Evet dünya edebiyatında ilk öykünün 14.yy da yazıldığı düşünülmektedir. Ama sözlü kültürde öykücülük çok eski tarihlere dayanmaktadır. Buna örnek olarak ortaçağda Hindistan’da binbir gece masallarını gösterebiliriz. Resmi tarihe göre ilk hikayeyi İtalyan yazar Giovanni Boccacci yazmıştır. Ancak sanatın ölümsüz etkisini Urfa Göbeklitepe’de gördüm. Orada beni hayrete düşüren fenomen yaklaşık on iki bin yıl önce çizilen figürlerin, ritüellerin hala orada yaşayan yerli halk tarafından uygulanmasıydı. Yaşlı bir adam röportajında, Göbeklitepedeki büyük kayanın üzerine çizilmiş, bacağını açıp çocuk doğuran kadın figürüne bakarak şöyle diyordu. “ Göbeklitepe keşfedilmeden önce de çocuk doğuramayan kadınlarımızı buraya getirir ve dua ederdik.”

Bir toplum sanatla var olur ve ölümsüzleşir. Onikibin yıllık ritüel sanatla birleşip bu güne kadar gelmişse, sanatın gücünü tartışmaya gerek yok diye düşünüyorum.

Özellikle özgürlükleri için mücadele eden toplumların sanata, tarih bilincine, edebiyata ve bilime her şeyden daha fazla ihtiyaçları var kanısındayım. Bir insan vücudunun nasıl ki egzersiz yapmaya, koşmaya, doğada dolaşmaya en az yemek ve içmek kadar ihtiyacı varsa, bir toplumun da sanata o kadar ihtiyacı var diye düşünüyorum. Bence, bir toplumun beyninin ruhunun egzersizidir sanat ve edebiyat.

- Türkçeyi ilkokulda öğrendiniz, bir çok Kürt çocuğu gibi, Türkçe yazarken anadilinizin soluğu size ne diyor?

Hiç unutmam ilk okul günümü. Bizden kilometrelerce uzakta olan komşu köye okula gidecek tek çocuktum. Köyümüzün çocukları merakla arkamdan bakıyorlardı. Daha o anda annemi ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Bu annemden ilk ayrılışımdı. Taşlı yollardan, yağmur yağdığında şarıl şarıl akan derenin kenarından çantamı göğsüme bastırarak hızlı hızlı yürümeye başladım. Okulun avlusuna vardığımda bir grup çocuğun bayrak direğinin arkasında sıraya girdiğini ve tıpkı birer asker gibi hazır ola geçtiğini gördüm. Sırada hiç kız öğrenci yoktu. Siyah önlüklerimiz ve beyaz yakalarımızla öğretmenimizin okuduğu marşa herkes dudaklarını oynatarak eşlik etmeye çalışıyordu. Benimle yeni okula başlayan çocukların babaları onlarla birlikte sınıfın içine doluştular. Ben ürkerek bütün bu olup bitenleri izliyordum. Öğretmen karşıma geçip bana bir şeyler söyledi ve yanına 5.sınıfa giden bir çocuğu çağırdı. Çocuk çat pat Türkçeyi biliyordu. Öğretmenin söylediklerini tercüme etmeye çalıştı. Tahtaya A harfini yazıp ağzını açarak harfi seslendirdi. İlk harfimi öğrenmiştim. Ama geri kalan 28 harfi öğrenip kullanmam çok kolay olmadı. Daha sonrada Kürtçede kullanılan ve tıpkı halkımız gibi Türkiye alfabesinin içinde barındırılmayan harfleri de araştırıp bulacaktım.

Türkçe bir şeyler yazmaya çalıştığımda her cümlenin, kelimenin bana Kürtçe seslendiğini duyuyorum. Kelime bazen yüzünü ekşitiyor bazen de küsüyor. Tıpkı annesini terk eden bir çocuğun annesinin ona gösterdiği tavrı gibi. Ama hangi anne çocuğunu ulu orta bırakmıştır, unutmuştur? Fakat maalesef evlatlar annelerini unutabiliyorlar.

- Bundan sonraki projeleriniz nelerdir?

Öğretmen şakır şakır Türkçe konuşurken onun yüzüne anlamsız anlamsız baktığımda şunu düşünürdüm. ‘ neden benimle anadilimde konuşmuyor ki?’ Koskoca adamın Kürtçe konuşamamasını yadırgardım. Fakat onun yadırgayıcı bakışları altında ezilir kalırdım. Sonra kendime şunu demiştim,‘ ben bu öğretmenin dilini bir kitap yazabilecek kadar iyi öğreneceğim.’

Bir dili, kültürü anlamak için o dilde kitap yazmak yeter miydi? Bu, o halkın içinde gezmek ve o kültürü yaşamakla ancak mümkün olmaz mıydı? Ferit Edgü Hakkâri’de Bir Mevsim kitabını orada yaşayarak, o soğuğun, kıtlığın, cehaletin, devletin vurdumduymazlığını bizzat yaşayarak yazdı.

Yaşar Kemal Çukurova’yı yaşayarak ve halkları, kültürleri sentezleyerek İnce Memed'i yaratmadı mı? Yılmaz Güney, Boynu Bükük Öldüler kitabını iki halkı ve coğrafyayı yaşayarak, tanıyarak ve o zenginliğin farkına vararak kaleme almadı mı? Ama dünyaya nam salan bu insanlar anadilleri olan Kürtçeyle tek kelime yazamadan hayata gözlerini yumdular.

Kürt dili büyük baskılar altındadır. Elli milyon insanın konuştuğu dil resmileşememiştir ve hala Türkiye anayasasında bilinmeyen dil ya da ("x") dil olarak adlandırılmaktadır.

Ahmet Kaya sadece Kürtçe şarkı söylemek istediği için trajik bir şekilde ölümcül bir sürgüne gitmek zorunda kalmadı  mı? Onun içindir ki projelerimden biri de Kürt dili ve edebiyatına katkı sağlamaktır. 

      

Şimdi İngilizce öğrenmeye çalışıyorum. Bu yaşta başka bir dili öğrenmek gerçekten çok zor ama başarmalıyım. Şu anda üzerinde düşünmeye başladığım bir roman projem var. Bir diplomatın kızı ve geleneksellikten kurtulmaya çalışıp evrenselleşmek isteyen militan bir adamın hikayesi bu.

Aslında bütün dillerin evrenselliğinden hiç birimizin kuşkusunun olmadığını düşünüyorum. Keşke Kürtçe özgür ve resmi bir dil olsaydı da şimdi hangi dilde değil de neler yazacağımı konuşsaydık. Ama bu dil özgürleşene kadar mücadele etmek zorundayız. Hangi dilde yazarsak yazalım amacımız, barış, eşitlik ve adil bir dünyayı mümkün kılmak olmalı.

Zaman ayırıp, sorularımıza yanıt verdiğiniz için Ötekilerin Gündemi olarak teşekkür ediyoruz...

Tıpkı yazarlar gibi medyada sesi duyulmayanların adalet ve barış için söz ve eylemi olanların mecrası olmalıdır. İsminizden de anlaşıldığı gibi ötede kalmışların, ötelenenlerin sesi olmaya çalışan siz ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ haber sitesine bana bu şansı verdiğiniz için çok teşekkür ederim.

Merhaba sevgili okur; dünden bugüne, bugünden yarına; emeğiniz, dayanışmanız ve duyarlığınız için bir kez daha teşekkür ederiz Ötekilerin Gündemi dezavantajlı grupların sesi oluyor. Diyarbakır'da faaliyet gösteren gazete sesi ulusal medyada duyulmayan kesimlerin haberlerini yaygınlaştırıyor. Sizler de kanalımıza abone olabilir, Sosyal Medya Hesaplarımızı takip edebilirsiniz ve arkadaşlarınıza önerebilirsiniz..

Sosyal Medya Hesapları:

WEP ► https://www.otekileringundemi.com/

Twitter ► https://twitter.com/OtekilerinG

Facebook ► https://www.facebook.com/OtekilerinG/

Instagram ► https://www.instagram.com/otekilerin_...

YouTube► https://tinyurl.com/2kjpj5w8

Linkedin► https://www.linkedin.com/feed/

E. posta ► otekileringundemi@gmail.com haber@otekileringundemi.com

Yorumlar (1)
Mehmet Salih Suyusal 6 ay önce
Sen bizim sarsılmaz dayanağımız ,sen bizim merhamet yürekli canım babamızsın iyiki varsın canım babam.
banner44
Günün Anketi Tümü
HDP cumhurbaşkanı adayı çıkarma kararı aldı. Peki siz bu adayın kim olmasını istersiniz?
HDP cumhurbaşkanı adayı çıkarma kararı aldı. Peki siz bu adayın kim olmasını istersiniz?
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 25 60
2. Fenerbahçe 24 54
3. Beşiktaş 25 49
4. A.Demirspor 25 45
5. Trabzonspor 25 44
6. Başakşehir 24 41
7. Kayserispor 25 38
8. Konyaspor 25 34
9. Karagümrük 24 31
10. Antalyaspor 25 28
11. Alanyaspor 25 28
12. Sivasspor 25 27
13. Kasımpaşa 25 26
14. Gaziantep FK 25 25
15. Ankaragücü 24 25
16. İstanbulspor 24 24
17. Giresunspor 24 23
18. Hatayspor 24 23
19. Ümraniye 25 22
Takımlar O P
1. Samsunspor 27 57
2. Eyüpspor 27 53
3. Rizespor 26 49
4. Sakaryaspor 27 49
5. Pendikspor 26 47
6. Keçiörengücü 27 47
7. Bodrumspor 27 42
8. Manisa FK 26 42
9. Boluspor 26 41
10. Bandırmaspor 26 40
11. Göztepe 26 38
12. Tuzlaspor 27 28
13. Erzurumspor 26 25
14. Altay 27 25
15. Adanaspor 27 25
16. Altınordu 26 20
17. Gençlerbirliği 26 18
18. Denizlispor 27 17
19. Yeni Malatyaspor 27 16
Takımlar O P
1. Arsenal 28 69
2. M.City 27 61
3. M. United 26 50
4. Tottenham 28 49
5. Newcastle 26 47
6. Liverpool 26 42
7. Brighton 25 42
8. Brentford 27 42
9. Fulham 27 39
10. Chelsea 27 38
11. Aston Villa 27 38
12. Crystal Palace 28 27
13. Wolves 28 27
14. Leeds United 27 26
15. Everton 28 26
16. Nottingham Forest 27 26
17. Leicester City 27 25
18. West Ham United 26 24
19. Bournemouth 27 24
20. Southampton 28 23
Takımlar O P
1. Barcelona 26 68
2. Real Madrid 26 56
3. Atletico Madrid 26 51
4. Real Sociedad 26 48
5. Real Betis 26 45
6. Villarreal 26 41
7. Athletic Bilbao 26 36
8. Rayo Vallecano 26 36
9. Osasuna 26 34
10. Celta Vigo 26 34
11. Mallorca 26 32
12. Girona 26 31
13. Getafe 26 29
14. Sevilla 26 28
15. Cadiz 26 28
16. Real Valladolid 26 28
17. Espanyol 26 27
18. Valencia 26 26
19. Almeria 26 26
20. Elche 26 13
Günün Karikatürü Tümü