VAN ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ- Son dönemlerde Türkiye'de en çok tartışılan konuların başında yerel yönetimler geliyor. HDP'nin Eş Başkanlık ve özerk belediyecilik paradigmasına karşı devletin sert müdahaleleri oldu. Belediye Eş Başkanları görevden alındı, yerlerine kayyumlar atandı, belediye meclisleri feshedildi.

Başkanların görevden alınması ile belediye meclisleri de feshedildi. Uzun bir süredir HDP'li yerel yönetimlerde çalışmış olan, Van'da daire başkanlığı da bulunan ve KHK ile ihraç edilen Öner Yiğit, çokça tartıştığımız bu konulara ilişkin bir kitap yazdı. Kitabında Eş Başkanlık ve Demokratik Özerklik konularına da değinen Yiğit, özelikle yerel yönetimler mevzuatına ise çok geniş yer verdi.

Kendisi ile hem kitabı hem de son dönemlerde çok fazla tartışılan konulara ilişkin konuştuk.

Yiğit, "Yerel yönetimler, kent yönetimi ve politikaları, afet yönetimi, yerel ve merkezi yönetimlerle idari ve siyasi ilişkiler, çevre politikaları, Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi Anlaşmaları, kamuda stratejik planlama- projelendirme, kamuda etik, göç yönetimi-iç ve dış göçler, bütünleşik sınır ve kıyı yönetimi, dağlık alanlar yönetimi. Hakkında eğitim ve sempozyumlara katılım yaptım.

Mamafih, yani durum böyle iken, Mamafih, gerek kırsal alanlara yönelik toplum kalkınmasının ve gerekse kentleşme olgusunun iyi yönetilememesine de bağlı olarak, kır nüfusunun kente yönelmesi, belediyeleri ve belde hizmetlerini, kır hizmetlerinin önüne geçirmiştir. Bu süreç günümüzde de devam etmektedir. Herkes: beldede oturan ve kullanan gibi bir ayrım olmadan özellikle vergiler ve mevzuatın getirdiği farklı sorumluluklar açısından borçları olduğu kadar kentsel hakları da olan hemşehrilerdir. Belediye meclisleri, belediye başkanı karşısında, görev ve yetkileri itibariyle özellikle de denetim rolleriyle bir bütün olarak değerlendirildiğinde güçsüz değildir.

Öte yandan Vali klasik “devlet bürosu” tipi görevlerinin başındadır. Yerel yönetim birimlerinin kontrolörü olarak hizmetleri aksatmama konusunun il yönetiminin merkezinde yer aldığı mevzuat düzenlemelerinde ileri bir aşama olarak, Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı (YİKB, 2012)yapılanması ile “yetki genişliğine dayanan, devletin gözü ofisi fonksiyonuyla yerelde güçlü bir merkezi yönetim modeli” oluşturulmuştur.

Ülkemizde kamu yönetiminin merkeziyetçi yapısını değiştirmeye yönelik reform çabalarının tarihi 1960’lara kadar geriye gidilerek izlenebilir. Bu tür çabalar, son yıllara kadar, genellikle mevzuatta ve uygulamada önemli bir değişikliğe yol açmadı. 2000’li yıllarda gerçekleştirilen yasal düzenlemeler ise, merkeziyetçiliği azaltacak köklü değişiklikler içeren girişimlerdi. Bu düzenlemelerin getirdiği bazı önemli değişiklikler anayasaya aykırı görülerek iptal edildi, diğer bazıları ise uygulamada beklenen sonucu vermedi. Bugün gelinen noktada, yaklaşık 50 yıllık reform çabalarının merkeziyetçiliği azaltarak yerel yönetimleri etkili, verimli, katılımcı, saydam ve özerk iktidar merkezlerine dönüştürdüğü söylenemez. Reform girişimlerinin başarılı olamamasının çeşitli nedenleri vardır. Bunlardan biri, kamu yönetiminin merkeziyetçi yapısını pekiştiren anayasal ilkelerdir. Bu ilkelerde bir değişikliğe gitmeden yasal düzenlemelerle köklü bir reform yapmak mümkün gözükmüyor. Bu makalede, yerel yönetimlere ilişkin reform çabaları anayasal ilkeler bakımından değerlendirilecektir.

Türkiye'de son zamanlarda en çok tartışılan konuların başında yerel yönetimler geliyor. 2014 yılında büyükşehir yasasının getirilmesi ile birlikte durum daha da girift bir yapıya büründü. Neler söyleyeceksiniz bu konuda? Türkiye’de yerel yönetim birimleri, 1982 Anayasası temelinde il özel idareleri, belediyeler ve köyler olmak üzere üç kademeli olarak yapılandırılmıştır. Bununla birlikte, Anayasa’nın 127. maddesi büyük yerleşim merkezlerinin farklılık gösteren hizmetlerini daha etkin şekilde karşılayabilmek amacıyla, ilgili yerlerde özel yönetim birimleri kurulabileceğini belirtmiştir. Bu temelde, 1984 yılında 3030 sayılı Büyükşehir Belediyesi Yasası yürürlüğe girmiş ve İstanbul, İzmir ve Ankara’da ilk büyükşehir belediyeleri oluşturulmuştur. 2005 yılında kabul edilen 5393 sayılı Belediye Yasası ve 2004 yılındaki 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası ölçek açısından yenilikler getirmiş ve yeni belediyeler için gerekli minimum nüfus şartını 2000’den 5000’e çıkarmış, büyükşehir belediye nüfusunu ise en az 750.000 olarak belirlenmiştir. 6360 sayılı yeni Büyükşehir Belediye Yasası’nın 2012 yılında kabul edilmesiyle 5216 sayılı yasa yürürlükten kaldırılmış ve yeni yasanın yürürlüğe girdiği 2014 yılında toplam büyükşehir belediyesi sayısı 30’a ulaşmıştır. Yeni yasayla birlikte, belediyelerde kamu hizmetinde etkinlik, demokratik katılım seviyesinde artış ve kültürel anlamda gelişme sağlanması hedeflenmiştir.

BÜYÜKŞEHİR YASASI İLE BİR KISIM HALKIN KAFASI KARIŞTI

Kitabımın çalışmasında ise daha çok genel bakış açısına kısmen değinilmiştir. Yeni büyükşehir belediyelerinin kurulmasının ardından kapatılan belde belediyelerinin bölgelerinde sunulan hizmetlerin kalitesindeki değişimi kamu yönetimi’ nin değişen paradigması gereği belde sakinlerinin perspektifinden ortaya koymaya çalışmaktadır. Veriler, kapatılan belediyelerin bulunduğu bölgelerde yaşayan halk ile yapılan yüz yüze görüşmelerde kısmen elde edilmiştir. Yörede yaşayan ve çoğunun 6360 sayılı yasa ile kapatılan belde belediyelerinin yetkilerinin devrinin verimlilik açısından kısmi ilerleme sağlamasına karşın yerel demokrasiyi olumsuz etkilediğini düşündüklerini yönündedir. Dolayısıyla bu çalışma yerelde merkeziyetçilik endişesinin Van örneğinde de geçerliliğini ortaya koymuştur. Bu kadar önemli bir yasanın kamuoyunda yeterli tartışmalar yapılmadan ve katılımcı süreçler işletilmeden hayata geçirilmeye çalışılması demokrasi açısından bir sorun teşkil etmiştir. Yasanın Anayasa’ya aykırılık dâhil pek çok soruna gebe olmasından bahisle Muhalefet parti temsilcileri ve akademisyenler başta olmak üzere birçok kesim tarafından çeşitli iddialar ileri sürülerek eleştirildiğini ve bu eleştirilerin daha yasanın taslak çalışmaları sırasında başladığını, sonrasında ise hem komisyon aşamasında hem de yayımlandıktan sonrada devam ettiğini söylemek isterim. Yasayla ilgili yeteri kadar tartışma ortamı olmadığına dair görüşümü de belirtmek isterim. Öte yandan yasaya yöneltilen eleştirilerin başında, il ölçeğinin belediye modeli ile yönetilmesinin yaratacağı sorunlar, kentsel alan için kurulan belediyelerin kırsal alanları kapsamasının yaratacağı sıkıntılar ve merkezden yönetim temeline dayanan ilin, yerinden yönetim esasıyla yönetilmesine tezat bir şekil alması sorunların daha da büyüyeceği endişesi mevcuttur. Ayrıca ilk kademe belediyeler olan belde belediyelerinin kapanmasının halkın taleplerine uzak kalınmasına neden olma ihtimali bir diğer endişe kaynağıdır. Pratikte yaşanan sorunlar endişelerimi doğrular niteliktedir." diyen 

Kitabınızda özelikle yerel yönetimlerin işleyişi ve mevzuatı üzerine çok detaylı değinmişsiniz.

HDP'nin çok sık vurguladığı eş başkanlık ve demokratik konfederalizm çerçevesinde demokratik özerklik konuları da kitabınızın önemli vurguları arasında. Bu konuları biraz daha açabilir misiniz? Bu çalışmada genelde kamu kuruluşlarının özelde de yerel yönetimlerin, yönetilen olarak halka her zamankinden daha fazla önem vermeleri gerektiğini ifade etmek ve tartışılmaya açılmasıdır. Zaten anlaşılacağı gibi, yönetim süreçlerinde halka en yakın birimler kamu kuruluşları olarak yerel yönetimlerdir. Bunu inkar etmek yaşamdan kopuk yaşamaktır. Yerel yönetimlerin varlıklarının kaynağı ise demokrasinin temel kuralı olan seçimler aracılığı ile oy kullanarak iradesini ortaya koyan halktır. Halkın iradesini esas almayan hiçbir yönetim ayakta duramaz. Yerel yönetimler, bu durumun doğal bir sonucu olarak her zaman halkla iç içe olmak zorundadırlar. Yerel yönetimler, kendileri için bir meşruiyet aracı olan halka, geliştireceği halkla ilişkiler araçları ile hak ettiği değeri verebilirler. Halktan kopuk yerel yönetimlerin hizmet sunumunda başarılı olmaları mümkün değildir. Süreci etkin yönetebilmek için mutlaka halka dönük faaliyetleri esas almalıdırlar. Bu temel öngörülerin esas alındığı çalışmada önce halkla ilişkilerle ilgili kuramsal bir çerçeve çizilmiş ve kamu kuruluşlarında halkla ilişkilerin sosyal sorumluluk ve kamu yararı gereği özel durumuna vurgu yapılmıştır. Ardından da yerel yönetimlerde halkla ilişkiler konusu incelenmiştir. Örneğin son günlerde demokrasiye vurulan darbeler sonucunda yerelde kısa bir örnek verecek olursak, Yasanın 11. maddesindeki hizmetlerin yürütülmesiyle ilgili anlaşmazlık yaşanması halinde, büyükşehir belediye meclisinin, yönlendirici ve düzenleyici kararlar almaya yetkilidir şeklindeki hükmünün belediyeler arası koordinasyon sağlama görevini açık bir şekilde büyükşehir belediyesine verdiğini belirtmiştir. Oysaki kayyım ile halkın iradesine ipotek koyan bir anlayışın mevcut yasaları yok saydığı da açıkça gözlemlenmektedir.

EŞ BAŞKANLIK UZUNCA TARTIŞILMASI GEREKEN BİR SİSTEMDİR

​Aslında Eş Başkanlık uzunca tartışılması gereken bir sistemdir. Demokratik, ve eşit temsiliyet ile hayata geçiren bir sistemdir. Birilerinin farklı bir alana çekmesine ve bir yerlere bağlamasına hiç gerek yoktur. Eş Başkanlık sistemi her alanda olması gereken bir sistemdir. Yaşamlarımızın her alanında olan eşit temsiliyet yerel ve genel işleyişte de olması gerekiyor. Nasıl ki HDP Belediye Meclisi aday listelerinde de “fermuar” sistemi uygulamaya başlamış ise diğer siyasi partilerinde aynen uygulamasında demokrasiyi içselleştirecektir. Seçim listeleri yapılırken eşit temsiliyet esas alınması demokrasiyi pekiştirecektir. Yukarıdan aşağı doğru sıralanırken, adaylar bir kadın-bir erkek, bir kadın-bir erkek şeklinde yerleştirilmesi ve bunun sonucunda, hem belediye başkanlıklarında hem de meclislerde kadınlar ile erkekler arasında yüzde 50-50 eşitliğin sağlanması demokrasi ve eşit temsiliyettin, adaletin tesisi olacaktır. Türkiye nüfusu bakımında eşit temsiliyettin uygulanacağı özel bir ülke konumuna gelebilir. Türkiye’de nüfusun 82 milyon olduğu; erkek nüfusunun %50.2 (41 milyon 139 bin 980) iken kadın nüfusunun ise %49.8 (40 milyon 863 bin 902) olduğu TUİK’in resmi verilerinden anlaşılmıştır. Ancak Türkiye’nin eşit temsiliyet düzeyine baktığınızda ise rakamlar halen çok düşük görülmektedir. Demokratik Konfederalizm, Farklı ve çok katmanlı siyasi oluşumlara açıktır. Türkiye’de çok farklı siyasi düşünceler vardır. Bunlara atfen, yatay ve dikey farklı siyasi oluşumlar mevcut toplumun karmaşık yapısı nedeniyle zorunludur. Merkezi, yerel ve bölgesel siyasi oluşumları denge içinde bir arada tutar. Yerel yönetimlerin işleyişine büyük katkı sağlayacağını düşünüyorum. Aslında yerel yönetimler modelleri incelendiğinde Türkiye’ye en çok benzeşen ülke İtalya’dır. Tarihinde yoğun bir merkeziyetçi yönetim anlayışına sahip olan İtalya, bugün yerel ve bölgesel yönetimler üzerine yaptığı reformlarla önemli aşamalar kat etmiştir. İtalya bölgeler, iller, metropol kentler ve belediyeler olmak üzere dört kademeli yerel ve bölgesel yönetim birimlerine sahiptir. İtalya’da yoğun merkeziyetçi yapıyı dönüştürmek için bugüne kadar önemli anayasal reformlar yapılmış ve bölgesel ve yerel yönetimlerin özerklik alanları genişletilmiştir. Türkiye de geçmişinde İtalya gibi yoğun merkeziyetçi bir yönetim yapısına sahip bir ülkedir ve bugün halen daha bu merkeziyetçi yapıyı sürdürmeye devam ettirmektedir. Yerel yönetimler ve yerel özerklikleri anayasal güvenceler ile yasallaştırılmadığı sürece bu ve buna benzer yerel çıkmazlar devam edecektir. Günümüzde hemen hemen her alanda artan yerelleşme taleplerinin sonucu olarak, adem-i merkeziyetçilik kavramı öne çıkmaktadır. Kendini yenileyememiş, değişime kapalı, baskıcı, merkeziyetçi ve otoriter siyasal ve toplumsal örgütlenme modelleri yerini yavaş yavaş güçlü ve demokratik yerel yönetim modellerine bırakmaktadır. Böyle bir sürecin yaşandığı ortamda, bu çalışmanın konusunu oluşturan, yerel yönetimler ve demokrasi ilişkisi her geçen gün biraz daha önem kazanmakta; yerel demokrasi ve demokratik yerel yönetim kavramları her geçen gün daha fazla tartışılmaya başlamaktadır. Bu tartışmaların yanında, zaman zaman bu iki kavramla aynı anlamda yerel özerklik kavramı da tartışılmaktadır. Demokratik özerklik, bir devletin içinde, siyasal egemenlik yetkilerinin değil ancak yönetim yetki ve görevlerinin bir kısmının yerel seçimle iş başına gelmiş temsili yapılara devir olma durumudur. Ülke bütünlüğü dahilinde, halkın yerel yönetimde söz ve karar sahibi olması demektir. Bu görev icra edilirken, yerel halk kendi farklılıklarını da özgürce ifade edebilecektir. Demokratik özerklik, tüm yerel halkın, etnik kimlikleri, inançları ve yaşam biçimleri önemsenmeksizin baskı altında olmadan, kendilerini özgürce ifade edebildiği, hizmetin eşit şekilde dağıtılabildiği ve halkın yönetime katılabildiği adil bir toplumu amaçlar. Demokratik özerkliğin tanımını iyi anlatamayan ve iyi tanımlayamayanlar hep yapıları, kişileri bölücülük fobisi ile suçladılar. Aslında öyle olmadığı belli, Demokratik özerklik, bir devletin çatısı altında siyasal egemenliğin değil yönetim yetkilerinin bir kısmının yerel seçilmiş temsil yapılarına devredilmesidir. Osmanlı döneminde de merkezden uzak bölgelerde de özerk yapılanmalar söz konusuydu. Bunun nedeni merkezin o bölgeleri kontrol altına almakta zorlanmasıydı. Ancak şimdilerde demokratik özerklik sözcüğü sanki bölünmenin bir parçasıymış göstermek doğru olmadığını ifade etmek isterim.

Eş Başkanlık sistemi 2014 yerel seçimlerinden sonra ne kadar pratiğe geçirilebildi,

Devlet ile HDP arasında eş başkanlık sistemi nasıl görüldü ve siz bu tartışmaları nasıl değerlendireceksiniz?

Her ne kadar genel yasalar ve ilgili mevzuatlar ile tanımlanması yoksa da, halkın istemleri eş başkanlık sistemin daha uygun zeminlerde tartışılmasıdır. 2014 yerel seçimler sonucunda eş başkanlık sistemi ve kavramı tam anlamıyla anlatılamadı, hatta yanlış pratikler ile eş başkanlık es geçildi. Bu anlamda eş başkanlık tam anlamı ile anlatılamadı. Sayısal çoğunluk esas alındığı için zaman zaman yerel yönetimlerde liyakat olgunlaşamadı. Eş Başkanlık sisteminin yerel yönetimlerde öncelikli olarak liyakat ve eşit temsiliyetin gereklilikleri sonuçlandırılmalı. Sonrasında gerek meclislerde ve yerel dinamiklerde kabulü daha kolay olacaktır. Eş Başkanlık sistemi yerel demokrasinin olmazları arasında umarım yerini alır.

Avrupa Yerel yönetimler özerklik şartına getirilen kısıtlamaların kaldırılması ile belediyelerde gerçekten özerk bir yapı oluşturulabilecek mi?

Avrupa Konseyi bünyesinde 15 Ekim 1985 tarihinde imzaya açılan ve Türkiye tarafından da 21 Kasım 1988'de imzalanan bazı maddelere çekince bırakmıştı. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı imzalayan ülkeler, yapılacak düzenlemelerde, yerel yönetimlerin geniş bir özerkliğe sahip olmasına, yerel yönetimlerin görev ve yetkilerinin anayasa ile belirlenmesine, bu yetkilerin merkezi idare tarafından zayıflatılmamasına, yerel yönetimlerin kendi iç örgütlenmesini oluşturmasına; gerekli mali kaynaklara sahip olunmasına, atanan değil seçilen organlardan oluşmasına ve adem-i merkeziyetçilik anlayışının sağlanmasına dikkat etmekle yükümlü olduğu anlaşılmıştır. Türkiye çekincenin kaldırılması ise, şartın onaylanmasının uygun bulunduğuna dair kanun maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulu kararıyla bütün çekincelerin kaldırılması mümkündür. Kaldırılması durumunda, Yerel yönetimlerin belli bir coğrafyada yaşayan yerel halkın ortak ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan karar organları, bölgedeki halk tarafından seçilen ve kanunlarla belirlenmiş görev ve yetkilere sahip kamu tüzel kişileri olarak tanımlanabilir. Yerel yönetim özerkliği ise “Kurumların kendi öz sorumlulukları altında kendi hizmetlerini düzenleme hakkıdır.” şeklinde açıklanabilir. Bir başka tanımla özerklik, “Yerel yönetimlerin, kendi beldelerindeki ihtiyaçları gidermek için kendi organları ile karar alabilmesi ve uygulama hakkına sahip olmasını gerektirir. Türkiye, vatandaşlarına daha iyi hizmet verebilmek ve vatandaşların kamu işlerinin sevk ve yönetimine aktif olarak katılmalarını sağlamak için yerel siyasete kendine has bir vizyon edinmesi, Halka en yakın yönetim birimi olan yerel yönetimlerin gelişimine Türkiye çıkaracakları anayasal düzenlemeler ile; modern yerel yönetim anlayışı içerisinde önemli bir yeri olan özerk yönetimlerin oluşması, korunması ve güçlendirilmesi; demokratik ilkelere ve yönetimde âdemi merkeziyetçiliğe dayanan bir Türkiye oluşturulmasına önemli katkı sağlayacaktır.

Son dönemlerde çok tartışılan kayyum uygulamaları ile belediye mevzuatları arasındaki çelişkiler nelerdir ve yerel yönetimler için nasıl bir sorun oluşturuyor? Kayyım atamalarının gerekçeleri hukuksal olarak açıklanması halen yapılamadı, sadece uyduruk gerekçeler ve söylemler doğrultusunda kayyım atamaları yapılmıştır. OHAL döneminde, OHAL önlemi olarak çıkartılmış bu kararname yasalaşmış ama OHAL önlemi olarak yasalaşmış. Dolayısıyla OHAL kalktıktan sonra böyle bir maddeye (Kayyım) istinaden böyle bir işlem yapılamaz. kanun yürürlüktedir, demek hukuksal olarak Anayasa’ya aykırıdır. Çünkü OHAL işlemleri ve önlemleri ancak OHAL döneminde uygulanabilecek önlemlerdir. Bu iki açıdan baktığımızda bu kayyım uygulamasında hukuka ve Anayasa’ya aykırılık söz konusudur.”

KAYYUM ATAMAK HUKUKA AYKIRIDIR

“Soruşturma açılabilir ama kayyım atamak tamamen hukuka aykırıdır. Kanaatimce, ”Valiyi göreve atamak daha da hukuka aykırı bir şeydir. Bu mahalli idarelerin özerkliğini tamamen ortadan kaldıran bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır. Diyarbakır’da, Mardin’de ve Van’da mahalli idare olarak büyükşehir belediyelerinin varlığından söz etmek doğru değildir. Çünkü merkezi idare bu yönetimleri devralmıştır. Özerkliğin ortadan kaldırılması suretiyle de hukuka ve Anayasa’ya aykırılık söz konusu olmuştur.” “OHAL KHK’larını Meclis’te yasalaştıran kanunlar AYM’ye götürüldü ama kayyımla ilgili düzenlemeler götürülmedi. Bu yüzden AYM bunları denetleyemedi, bu da farklı bir durum olarak ortaya çıktı. “Seçilen kişi seçildiği süre boyunca görevde olmalıdır. Anayasa’nın 127’nci maddesi uyarınca görevden almak dışında başka bir istisna hüküm göremezsiniz. Bu da beş yıllık görev ve statü güvencesidir. Bu da kesin görevden alma değildir. Bütün bu olup bitenin kaynağında gösterilen madde 127’nci maddedeki geçici görevden alma hükmü. Ama bunun da koşulları var. Şu anda olan biten durumda geçici görevden almanın koşullarına tam olarak uyulduğunu söylemek mümkün değil. Son olarak uygulanacak çare ilk olarak uygulanıyor. İdari vesayet seçim olgusuyla bağdaşmayan bir şey. Görevden alma meselesinin son aşamada uygulanması gerekiyor. Ülkede hukuksuzluk almış başını gidiyor. Ayrıca KHK i,le işlerinden olan birçok kamu emekçisi ise aynı süreci yaşıyor. Bu ve buna benzer davalar “AİHM” hukukundan dönüşü olacaktır. Bu dönüşlerde ülke ekonomisine büyük zararlar vereceği ise kesindir. 6- Eş Başkanlık sistemini kadınlar için "pozitif ayrımcılık" olarak değerlendiriyorsunuz, ama kadınlar bu kavrama çok tepkili bunu biraz açar mısınız? Belki de işe en baştan, tanımlardan başlamak gerekiyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği, farklı cinsiyetlere sahip bireylerin eşit haklara sahip olması anlamına geliyor. Anayasa ve pek çok uluslararası sözleşme ile garanti altına alınmış olsa da, ne Türkiye’de ne de dünyanın herhangi bir yerinde tam bir kadın-erkek eşitliğinden söz etmek mümkün. Kâğıt üzerinde eşitlik varsa da pratikte bir karşılığı yok. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2017 raporuna göre Türkiye, cinsiyet eşitsizliği uçurumunda 140 ülke arasında 131’inci sırada. Ben bu anlamda halkın bir kazanımı olarak kadınlara ilkleri için pozitif ayrımcılık oluşmalı ki sonrasında eşit temsiliyet alanlarının kaçınılmaz olması gerekli kılınsın. Bu anlamda Kadınlar için pozitif ayrımcılık olmalı diyorum.

Siz de uzun yıllar yerel yönetimlerde çalıştınız, en çok yaşadığınız sorunlar neler oldu?

Resmi Kamu kurumları ve Yerel yönetimlerde uzun süre çalışmışlığım oldu. Ancak yerel yönetimlerde çalışmak hele o yörede yaşamış bir birey olarak, Yerel çalışmalar ve değişik görevlerde sorumluluk almış isen, anlatılacak birçok şey mevcuttur. Öncelikle aldığın sorumluluğu yerine getirme gayretin asla görülmez, daha kişiler yerelde kendilerine dönük işlemlerin oluşmaması sonucunda birçok asılsız iftiralara maruz kalırsın. Buna göğüs verebilecek bir gücün var ise yerel çalışmalara devam edersin aksi durumda sıradan bir çalışan olarak rahat bir şekilde yaşamına devam edersin. Yerellerde personel istihdamı konusunda merkezi yönetimin katı idari vesayeti mevcuttur. Belediye yönetimlerinin diğer harcama ve faaliyetlerinde olmayan idari vesayet insan kaynakları yönetiminde fazlasıyla kendini hissettirmektedir. Yerel yönetimlere İş ve İşçi bulma kurumu gibi bakıldığı sürece halka dönük çalışmaların oluşamayacağı pratikte görülmüştür. En çok yaşanılan sorunlar arasında personel, insan kaynakları yerleştirme sorunlarıdır. liyakat sahibi kişiler ilgisi olan alanlarında çalışmaları zorlaşır. Yerel yönetimlerde örnek verecek olursak mülakatı yapılmadan, düz işçi statüsünde alımı yapılan personeller daha sonra ilgisiz alanlar için birçok üst yönetici ve başkanların ve en yakın dostları rahatsız edilerek, rahat çalışabilecek yerlerde istihdam edilmeleri sağlanır. Hatta işe girmeden önce alması gereken sağlık kurul raporları işe girdikten sonra “Ağır iş göremeze” dönüşür. Sonrası Yerel yönetimler personel politikaları fiyaskoyla sonuçlanır. Örneğin; Bir Büyükşehir Belediyesinde 4857 Sayılı İş kanununa tabi bir personelin Özel Kalem müdürü olarak çalıştırılması kanunsuzluğun başlangıcı olarak algılanmalıdır. KHK ile işlerine son verilen çalışanların yerlerine istihdam edilen liyakatsiz çalışanların; yerel yönetimleri ne hale getirildiği ise pratikte görülmektedir. Liyakat ve tecrübe sahibi olmayan üst düzey yöneticilerin yerel yönetimleri bölgede ne hale getirdikleri açıkça ortaya çıkmıştır. Kayyım maskesi altında yapılan çalışmalar net olarak görülmektedir. Yerel yönetimlerde çalışanlara; İşçilere uygulanan sistem ile memurlara uygulanan sistem arasında önemli farklar bulunmaktadır. Sözleşmeli personel sisteme tam olarak dahil değildir. Yine mevzuatta açık bir yasak olmasa da hizmet alımı yoluyla çalıştırılan Şirket çalışanları ile ilgili endüstri ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi pek mümkün değildir. Belediyelerde insan kaynakları yönetiminin tüm süreçleri bilimsel bir metodla ve sistem yaklaşımı ile yeniden ele alınmalıdır. Çalışanlar arasında iş barışının sağlanması için, aynı işyerinde aynı veya benzeri işleri yapanlar arasında farklı statülerde çalışmadan kaynaklı sorunlar (ücret, iş güvencesi vs.) çözüme kavuşturulmalıdır. Bu sorun bir kangren halini almıştır. Bir KHK’lı olarak ta, Türkiye'deki herkes bir KHK adayıdır. Futbolcu terimiyle söyleyecek olursak, bugün maçı tribünden seyredenin yarın oyuna girme ihtimali çok yüksek" diyorum. “Bir devlet böyle bodoslama bir şekilde memurunu, vatandaşını işten atamaz. Hatta hayattan atamaz. Öyle bir hakkı yoktur. Tamamen bir sosyal kıyım projesi, tamamen bir tasfiye projesidir. Çalışanların bir çoğu kendisi gibi düşünmeyenlerin tasfiyesidir. Bu birçok alanda mevcudiyetini korumaktadır. Bunların zaman içinde yok olacağı ise kesindir. Son olarak yaşadığım birçok olumsuzluğa rağmen yaşam devam ediyor, farklı iş kollarında yaşamı iademe etme adına çalışmalarıma devam ediyorum. 8- Bu kitapta özelikle vurgulamak istediğiniz amaç nedir? Kitabımda öncelikli olarak ele almak istediğim konular arasında yerel yönetimlerin işleyişi, kanun, mevzuat yorumlamalarım tecrübe ve mevzuat becerisi ile pekiştirmek oldu. Yerelde Eş başkanlık sistemi, Demokratik yönetim modelleri, Demokratik özerk yönetim çalışmaları vb. Ayrıca Yerel yönetimler özerk midir? Hükümetin siyasi talebine tabii olmadan hareket edebiliyor mu belediyeler? Kendiliğinden davranabiliyorlar mı? Yerelden beklentiler, birlikte yaşamaktan doğan somut sorunlar, bir arada yaşamanın doğurduğu ihtiyaçlar, bu ihtiyaçları kimin belirleyeceği konusunda anayasa mahkemesi kararsız tutumları, Belediye meclislerine dönük yasal düzenlemeler. Meclislerin eğitim düzenlemeleri, Belediye başkanlarının ilk belediye çalışmalarına katılımın nasıl sağlanacağı, kitabımızda kısım kısım yer verilmiştir. 9-Bu kitabın devamı olacak mı, olacaksa yeni konu ne olacak? Yeni kitabımda korkunun yerelde ecele faydasının olmadığını, yerel siyasetin yerel yönetimlere bakış açıları, yerel siyasette yaşanılan sıkıntılar, kişilerin ve yönetimlerin birbirlerine bakış açıları, neden yerel siyaseti tercihler arasına aldıkları ve geçmişte yaşadıklarımız ve yönetici olma sorumluluğumuz ve zorluklarını kısım yazmaya başladım… önümüzdeki yıl ikinci kitabımın basım çalışması paylaşılacaktır.

KAYYIM SONRASI HALKIN PSİKOLOJİSİ…

Halka yerelden bir gazeteci mikrofon uzatılıyor ve soruyor: "Belediye hizmetlerini nasıl buluyorsunuz? yurttaş panik içinde cevap veriyor: "Bana bir şey sormayın kardeşim, başımı belaya mı sokacaksınız, her şey çok güzel, çok güzel!" "Belediyenin çöp hizmeti, Ulaşım, su hizmeti, imar hizmeti v.s güzel mi değil mi, bir sorun var mı yok mu" diye konuşmaktan dahi korkan, evinin önünden, sokağından alınmayan çöpler hakkında dahi görüş bildirmekten korkan bir yurttaş, bir seçmen profili var karşımızda. Korkan yurttaş! Korkan! Korkutulan! Bırakın ülkedeki politikadan, bırakın hukuk sistemindeki aksaklıklardan, bırakın ekonomik darboğazdan, şundan bundan konuşmayı, halk yaşadığı kentin belediye hizmetleri konusunda dahi görüş bildirmekten korkuyor. Korku! Çöp konusunda, parklar bahçeler konusunda, imar konusunda, trafik sıkışıklığı konusunda, yeşil alanlar konusunda gördüğü aksaklıkları anlatmaktan korkuyor halk, Her şey çok güzel kardeşim, bana bir şey sormayın, başımızı belaya mı sokacaksınız?" Böyle olduk bu korku cumhuriyetinde.

Editör: Haber Merkezi