SAKIN ÖLMEYİN

13 Mayıs 2014 yılında Manisa ili Soma ilçesinde gerçekleşen kömür madenindeki yangında 301 insan hayatını kaybetmişti. O dönemde ölenlerden birinin anne ve babasının konuşmaları hâlâ içimde koca bir yaradır. Soğutma işleminin yapılması nedeniyle, "Benim oğlum yüzme bilmez ki" demişlerdi. Aradan geçen 8 yıl sonra değişen bir şey olmadı. Yer farklı ama yine aynı acı. Bartın'ın Amasra ilçesinde 14 Ekim'de maden ocağında meydana gelen patlamada 41 insan hayatını kaybetti. Çoğu daha hayatının baharında, yine toprağın altına, sonsuzluğa uğurlandılar.  Gencecik evladını kaybeden bir anne, 8 yıl aradan sonra Soma'da gerçekleşen faciayı da bugün özetler gibiydi. "Belki oğlum bir yerlere saklanmıştır, çıkar gelir" diye umudunu taze tutmaya çalışmıştı. Ama ne yazık ki evladı, ne bir yere saklanacak zamanı olmuştu, ne de canlı çıkıp gelmişti. Ekmek kavgasını verirken, canlı girdikleri yere bu kez cansız bedenleri girdi. 
Hepsi de yoksul insanların birer kıymetli evlatlarıydılar. Güneşin yüzünü dahi unuttukları o yerde çalışmak, hiç kolay olmasa gerek. Ama daha da zor olan, verdikleri emeğin karşılığında hiç bir güvenceleri olmamaları. Aileleri dahil olmak üzere, yürekleri ağzında yaşıyorlar. Bu son olsun temennisi, kaç insanı hayatta tutar ki? Bu temenni, bundan sonrası için gereken önlemlerin alınmasını sağlar mı?
Bunlar, samimi cevaplara muhtaç sorular...

Tüm bu acılar yaşanırken;
Patronların ayakta kalması adına cinayete giden işçilerin akıbetini "kader" ile nitelendirip sonra da "şehitlik" mertebesiyle ödüllendirmek(!) adeta ölen insanların aileleriyle ve bu halkın aklıyla, duygularıyla, içinde bulundukları durumla dalga geçmektir. 
Benim merak ettiğim, neden hep yoksul kesimlere yönelik oluyor bu tanımlamalar? "Kader" dedikleri şey insan mı, yoksul - zengin mi, statü mü ayırıyor. Daha da acısı buna inanan insanların hep ölenlerden oluşması.
Peki bu ölümlere yol açanlardan, seyirci kalanlardan ve göz yumanlardan hesap sormak da onların kaderinde olacak mı?
Toplumun kendine layık gördüğü kadercilik anlayışı ne yazık ki onları, her gün ölüme ve daha da yoksullaşmaya götürüyor. Patronların ve onların arkasında duran herkes her anlayış, bu ölümlerde birebir rol oynuyor.

Yazık! 

Ateş düştüğü yeri yakıp kavururken,ne yazık ki; bu durumun önüne geçecek hiç bir kurum, siyasi, sosyal ve toplumsal anlayış yok. 
Ölen sadece öldüğüyle kalıyor.
Dolayısıyla;
İnsan değerinin hiç kalmadığı bu zamandan, fakirin sırtına basarak rant elde eden insanlardan, koltuklarında oturup mağdurları kendine merdiven olarak gören siyasetçilerden, insanların acılarını kendi çıkarları doğrultusunda kaynak gören tüm bu kirli ruhlardan umudu kesmek lazım.
Halkın en değerli gücü, birbirinin yarasını ötekileştirmeden sarması ve birbirine sarılmasıdır.
Yetkililerin bu duruma biran evvel el atıp, gereken tüm önlemleri almasıdır.
Aksi halde yamalı yaralarımız azar durur.

Diyeceğim o ki; siz siz olun sakın ölmeyin.