İSTANBUL - TÖP Dönem Sözcüsü Juliana Gözen, faşizmin kurumsallaşmasına karşı doğru adresin Emek ve Özgürlük İttifakı olduğunu belirterek, 3’üncü seçenekle ülkenin demokratik bir sürece evrilebileceğini söyledi. 

Türkiye’de her dönem iktidarların hedefinde olan Kürt siyasetine yönelik saldırılar, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 23 yıldır ağır tecrit koşullarında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile Kürt sorununun çözümüne dair 2013 yalında başlatılan görüşmelerin 2015 yılında AKP iktidarı tarafından sonlandırılmasıyla başka bir boyuta ulaştı. Dolmabahçe Mutabakatı'nın reddedilmesi ve 24 Temmuz 2015 tarihinde tekrar çatışmalı sürece dönülmesinden bu yana topyekun bir saldırı konsepti devreye konuldu.  Bu saldırılara en çok maruz kalan ise hiç kuşkusuz Kürt siyasetinin yerel yönetim politikası oldu. Gözaltı ve tutuklamalara eklenen yerel yönetimlere kayyım atamalarıyla saldırılar daha da sertleşti. 

HALKIN İRADESİ GASP EDİLDİ

Devlet yetkililerin Abdullah Öcalan ile görüşmeleri sürdürdüğü süreçte Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ilen girilen 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri’nde 102 belediye kazanıldı. BDP, 11 Temmuz’da yaptığı isim değişikliğiyle yola Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) olarak devam ederken, daha sonra DBP’ye geçen 4 belediye ile kazanılan belediye sayısı 106’ya yükseldi. Bakanlar Kurulu kararıyla 20 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında Kanun Hükmünde Kararnameler’in (KHK) yayımlanmaya başladığı 11 Ekim 2016’da başlatılan kayyım atamaları ile DBP’nin 106 belediyesinden 96’sına kayyım atandı. İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla 96 belediyenin eşbaşkanları görevden alındı ve yerlerine vali, vali yardımcıları yahut kaymakam atandı. 15 bine yakın işçi ve memur, 300’e yakın muhtar ihraç edildi. 93 belediye eşbaşkanı, yüzlerce belediye meclis üyesi ve il genel meclis üyesi tutuklandı.

Halkın iradesine yönelik saldırı konsepti sonraki yıllarda da devam etti. 19 Ağustos 2019’da yapılan operasyonlar sonrası Halkların Demokratik Partisi’nin 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri’nde kazandığı 65 belediyenin 48’ine kayyım atandı, kazanılan 6 belediyenin eşbaşkanlarına mazbata verilmedi, 72 belediye eşbaşkanı gözaltına alındı, 20’si kadın 39’u tutuklandı. 

SESSİZLİĞİN ANA MUHALEFETE BEDELİ 

Kayyım siyaseti daha sonraki yıllarda halkın iradesinin gasp edilmesine sessiz kalan ana muhalefet partisi CHP’ye kadar uzandı. Son yerel seçimlerde HDP’li seçmenlerin desteğiyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yönetime gelen CHP’li Ekrem İmamoğlu hakkında Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle açılan davada 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası verildi. İçişleri Bakanlığı, ayrıca "İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) bağlı kuruluşlar ve şirketlerinde işbaşı yaptırılan personelden 455'inin PKK/KCK, 80'inin DHKP-C, 20'sinin MLKP, bazılarının FETÖ ve diğer örgütlerle iltisaklı/irtibatlı olduğu yönünde ihbar, şikayet ve elde edilen tespitler olduğunu" iddialarıyla belediyede özel teftiş başlattı. Cezanın onanması halinde İBB Başkanı İmamoğlu siyasi yasaklı olacak. İçişleri Bakanı Soylu, 23 Aralık’taki açıklamasında ise, CHP’li Mersin Büyükşehir, İstanbul Büyükşehir, Adana Seyhan, İstanbul Ataşehir belediyelerinde yapılan idari soruşturmaların tamamlandığını, tevdi raporlarının savcılıklara gönderildiğini, İzmir, Ayvalık ve diğer belediyelerde yürütülen soruşturmaların ise devam ettiğini belirtti.

Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) Dönem Sözcüsü Juliana Gözen, yerel siyasete yönelik saldırıları ve muhalefetin tutumuna ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 

KILIÇDAROĞLU’NUN PAYI

İBB Başkanı İmamoğlu’na yönelik kararı “faşist darbe” olarak tanımlayan Gözen, bu sürecin gelişmesinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun izlediği politikanın büyük payı olduğuna işaret etti. HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına dair Kılıçdaroğlu’nun “Anayasa aykırı ama evet diyeceğiz” ifadelerini hatırlatan Gözen, İmamoğlu’na yönelik sürecin de buradan okunması gerektiğini dile getirdi. İktidarın “olağanüstü” bir seçim sürecine hazırlandığını söyleyen Gözen, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılar, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın kimyasal silah kullanımına dair değerlendirmeleri ardından tutuklanması ve İmamoğlu’na verilen cezayı bu hazırlığın bir parçası olarak değerlendirdi. Gözen, “Yaşatılan ortam aslında bir süredir siyasal iktidarı elinde tutan ekibin gittiği yolu gösteriyor. Başta Kürtlere ve sosyalistlere yöneltilen şiddet ortamı, toplumun bütününe yansımış durumda” dedi.

KÜRTLER’DEN TOPLUMA

Devletin şuan bir kriz içerisinde olduğunu ve AKP-MHP iktidarının bu krizi daha da büyüttüğünü söyleyen Gözen, “İstediği seçim ortamını yaratabilmek için toplumun bütün kesimine şiddet uyguluyor. Onun karşısında daha güçlü olabilecek bir adayı diskalifiye etmek aslında iktidarın yaratmak istediği ortamla birebir bağlantılı. Şüphesiz bu faşist bir darbedir. Burjuva hukukuna baktığımızda halkın iradesini gasp etmeye yönelik bir tutumdur. Ama bu gasp etme tutumunun ilk defa yaşanmadığını çok iyi biliyoruz. Kürt belediyelerine kayyımların atanma sürecini tamda buradan doğru okumamız lazım. Ya da dokunulmazlıkların kaldırılmasını tam da buraya oturtmamız gerekir. Bu bağlamdan kopartırsak bu sadece CHP’ye yapılmış bir operasyon ya da güçlü bir adaya karşı yapılmış bir operasyon gibi okunur. Fakat bu, adım adım örgütlenen, başta Kürtleri ve sosyalistleri hedef alan daha sonrasında kendisinden olmayan herkesi hedef alan faşizmin kurumsallaşma sürecinin devamıdır” diye belirtti. 

TÜM KESİMLERİN DİRENİŞ İTTİFAKI

Buna karşı örgütlenen Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bir bileşeni olarak İmamoğlu’na yönelik cezayı ve siyasi yasak tehdidine karşı olduklarını söyleyen Gözen, bunun teşhir edilmesi gerektiğini ifade etti. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın 6’lı Masa gibi masa başında kurulan bir ittifak olmadığını belirten Gözen, şöyle dedi: “Tam da yıllardır AKP iktidarına yani faşizmin kurumsallaşma sürecine karşı direnen tüm kesimlerin direniş ittifakıdır. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın programında yer alan maddeler bu direnişin yıllardır ürettiği taleplerin bileşimidir. Kadınların İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmek için verdikleri mücadeleyi, erkek egemenliği karşısında verilen eşitlik mücadelesini Emek ve Özgürlük İttifakı’nın programında görebilirsiniz.” 

3’ÜNCÜ SEÇENEK ACİL İHTİYAÇ 

İktidar olmaları halinde Millet İttifakı’nın getirmeyi planladığı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” ve vizyona işaret eden Gözen, “Bu mevcut sistem kökten değiştirilmediği müddetçe ne insanca yaşam koşulları sağlanır, ne kadınların erkek egemen sistem içerisinde ezilmesi biter ne Kürtlere dönük savaş biter ne de Alevilere eşit yurttaşlık hakkı tanınır. Dolayısıyla bu masayla oturmak şüphesiz bizim açımızdan olanaklı şeyler değil. İki büyük sınıf savaşımından bahsediyoruz. Çünkü bir süredir bir yanıyla Cumhur İttifakı’nın uygulamış olduğu faşist darbe, kurumsallaşma süreci diğer tarafta sermayenin acil çözümlerini esas alan ve bunu Millet İttifakı’yla ifade eden bir masa. Burada 3’ncü seçeneğin yani halkçı seçeneğin inşa edilebilmesi gerekir” ifadelerini kullandı. 

3’üncü seçenekle ülkenin demokratik bir sürece evrilebileceğinin altını çizen Gözen, doğru adresin Emek ve Özgürlük İttifakı olduğunun altını çizdi. İttifak olarak yayımladıkları deklarasyonun ardından halk buluşmaları ve yürüyüşler gerçekleştirdiklerini söyleyen Gözen, bu tarz eylem ve etkinliklerin artmasının önemine değindi. Eylemlerinin Millet ve Cumhur İttifakı’na geri adım attıracağını kaydeden Gözen, şunları belirtti: “Fabrikalarda, iş yerlerinde örgütlü duruşu inşa etmemiz lazım. İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmesi için kadınların olduğu her yerde örgütlü, güçlü bir duruşu inşa etmemiz lazım. Bu, Millet İttifakı’nın programına da basınç olur. Dolayısıyla burada kilit nokta halkçı seçeneğin inşa programıdır. Sermayenin acil çözüm programlarına değil, halkın acil çözüm programlarını devreye koymaya çalışıyoruz.”

MUHATAP ABDULLAH ÖCALAN 

Kürt halkına yönelik konseptin artık Kürtlerle sınırlı olmadığına dikkat çeken Gözen, “İktidar kendisinden olmayan tüm kesimlere savaş açmış durumda. Kürt halkı Türkiye toplumu ile yan yana geldiği, Kürt emekçi Türkiye emekçileri ile yan yana geldiği bir düzlemin başarılı olacağı iktidar tarafından da görüldü. Bu yüzden zaten 1 Kasım seçim darbesi uygulandı. Bugün milyonlarca insanın iradesini temsil edenler yıllardır cezaevinde tutuluyor. Ancak tüm saldırılara ve kayyımlara rağmen direnen örgütlü bir halk var. Ve bu örgütlüğü dağıtmak için liderini muhatap almamaktan tutalım da onun partisini kapatmaya yönelik bütün savaş taktikleri uygulayan, seçilmiş belediye başkanlarına kayyım atayan bir pozisyon var. Kürt halkını temsil eden kişilerin sözlerinin duyulmadığı, seslerinin bilinçli bir şekilde kesildiği ortamı yaşıyoruz” diye belirtti. 

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın muhatap alınması gerektiğini söyleyen Gözen,  şöyle devam etti: “Devletin çeşitli kademelerinde yer alan bürokratların, bakanların çözüm masasında oturduğunu gördük. Şimdi ise savaş emirleri veriliyor. Neden? Çünkü Öcalan’ın muhatap alınması faşizmin kurumsallaşması önündeki en büyük engellerden biri. Abdullah Öcalan konuştuğunda, sesi dışarıya yansıdığında barış adım adım coğrafyaya egemen olabilir. Bunun mümkün olduğu düzlem daha önce gelişti. Bu düzlemin günümüz koşullarında gelişimi,  faşizmin kurumlaşma sürecinin geriletilmesi anlamına gelir. İktidarın planlarını uygulayamaması anlamına gelir. Bu yüzden bugün savaş politikaları devrede. Öcalan’ın muhatap alınması atılması gereken ilk adımdır. Bu, Türkiye toplumunun demokratikleşmesi, toplumun savaştan uzaklaşması barışın egemen olması için bir ilk anlamına gelir. Bu süreci kendi bulunduğumuz her yerden bir basınçla ve eylemlilik süreciyle dillendirmemiz gerekir.”

MA / Mehmet Aslan 

Editör: Haber Merkezi