“KADIN YAŞAMDIR“ Toplumsal yaşamın temel dinamiğini oluşturan kadın, üretkenliğiyle hep belirleyici bir konumda olmuştur. İnsanlık tarihinin bütün evrelerinde kadın yaşamsal gücü oluşturmuştur.

 

 

 

 

“KADIN YAŞAMDIR“

Toplumsal yaşamın temel dinamiğini oluşturan kadın, üretkenliğiyle hep belirleyici bir konumda olmuştur.

İnsanlık tarihinin bütün evrelerinde kadın yaşamsal gücü oluşturmuştur. Değişimlerin ve dönüşüm süreçlerinin dinamiğini oluşturan kadın doğal üretkenliğiyle, hem doğanın hem de insanlığın değişim sürecini temsil etmektedir.

İnsanlığın kendi tarihsel geçmişinden bugüne kadar gelen olguların bir bütünü incelendiğinde, yaşama dair umutların, güzelliklerin, sevdaların ve de sınıf kavgalarının üretiminde kadın, kendi doğallığı ile her zaman özgün bir yere sahip olmuştur.

Kadın, yönetim erkini hiç bir zaman sevmedi. Çünkü kadın dünyasında birlikte üretim ve yönetim vardır. Çocuğunu büyütmek için ona verdiği emek, aynı zamanda onun bütün yaşamında kendisini hissettirmiştir.

 

Özel mülkiyet dünyasının egemenleri iktidar gücünü kullanırlarken, özellikle kadına yönelik saldırıları ön plana çıkarmıştır. Kadını toplumsal yaşamda koparmakla kalmadığı gibi, aynı zamanda onun dünyasında doğaya ve insanlığa dair bütün güzellikleride koparıp almak istemiştir. Özel mülkiyet egemenliğine dayanan gücünü pekiştirmek için aynı zamanda erkeği ‘erk’in en önemli aracı haline getirmiştir. Doğa dengelerinin kurulmasında ve süreklileşmesinde belirleyici bir rolü olan ‘dişi’ canlılar ve bunların içerisinde emek gücü ve bilinçli eylemi ile toplumsal değişimin öncüsü olan kadına yönelik baskılar toplumsal çatışmaların ana halkasını oluşturmaktadır.

Doğanın değişim sürecinde hemen her zaman ‘uzlaşmacı’ bir mücadeleyi tercih eden ve insanlığın kurtuluşu için ‘barış’ın sembolü olan kadın, analık içgüdüsel emeği ile bütün zorluklar içinde büyüttüğü erkek evlatlarının kendisine karşı egemen güç olmasını uzun yıllar kabullenmek zorunda bırakılmıştır.

 

Özel mülkiyet güçlerinin çıkarlarını korumak için var ettiği erkek egemenlik dünyasını ‘resmi’leştirdi. Böylece kadın hem özel mülkiyet dünyasına karşı hem de onun bir başka varyantı olan erkek egemenliğine karşı mücadeleyi gündemine aldı. Birbirinden farklılıklar içerse de aynı politik zeminde beslenen bu mülkiyet anlayışını yıkmak için, özgürlüğün ve barışın sembolü olan kadınlar, ‘zor ve şiddeti’ içeren bir mücadeleye kendilerini hazırlamak zorunda kaldılar.

Doğanın yeniden üretimi içerisinde yer almak ve toplumsal çatışmaları ortadan kaldırmak için, kendi ‘özel ve özgün’ emeğiyle büyüttüğü esir edilen erkek dünyasının da yeniden özgürleştirilmesi için barış için savaşmaya yöneldi.

 

Beyinsel gücü ile duygu dünyasını müthiş bir başarı ile kullanan kadın, yaşamın hemen her yerinde Küresel kapitalist güçlerin hedefi haline gelmiştir. Kadın bir bakıma yaşamın kaynağıdır. Bu kaynak bütünlüklü olarak yok edilmek istenmektedir.

Günümüzde, 50’den fazla ülkede kadınlara karşı ayrımcı yasalar halen vardır. Birçok ülkede, kadını erkekten daha aşağı statüde gören yasalar yürürlükte olduğu gibi özellikle kadına karşı dışlayıcı hukuksal bir saldırı düzenlenmektedir.

Kadınlara karşı yürürlükte olan ayrımcı yasalar birçok ülkede yürürlükte olmakla birlikte özellikle Müslüman ülkelerde daha belirgindir. Erkek eşlerin uyguladıkları şiddete karşı kadınların kendilerini hukuksal olarak savunmak için çıkartılan yasalar oldukça yetersizdir.

Evlilik ilişiklerinde şiddet olduğunda boşanma sürecinde zarar görenler ve şikâyette vazgeçirilen, özellikle boşanmada evi terk etmek zorunda kalanlar genellikle kadınlar oluyor. Oysa ezici çoğunlukla, aile gruplarını bir araya getiren, çabasını gösteren kadınlardır. Özellikle boşanmış kadınlara karşı ön yargıların, horlamaların burjuva kesimlerinde olması onların politik durumlarıyla ilgilidir. Ama ilginç olanı ise, kendisine ‘devrimci-sosyalistim’ diyen, demokratik kitle örgütlerimiz içinde faaliyet yürüten veya yer alan insanların ‘boşanmış’ kadınlara karşı aynı mantığa sahip olmaları en tehlikeli durumu yansıtıyor.

Birçok ülke de, kadınlara tecavüz edip ırza geçenler genellikle cezasız kalıyorlar. Açıkça kadınlar aleyhine ayrımcı yasalar söz konusudur. Çünkü kadınlara tecavüz olayları erkeğe yasal olarak tanınmaktadır. Yaşadığımız coğrafya da da pek farklı değildir.

 

Öyle ki bazı ülkelerde kadınların doğum tarihleri resmi olarak kayıtlarda bulunmadığından ölümleri de nüfus kayıtlarına geçmemektedir. Yaşadığımız sürece baktığımızda, Kadınların hiç bir eşit hakka sahip olmadığını görüyoruz. Örnek olarak 2005 yılına kadar Suudi Arabistan’da kadınların kimlikleri yoktu. Bu ülkelerin birçoğunda hala kadınların seçme ve seçilme hakları söz konusu değildir. Bu ülkelerde bir baba veya evliyse eşi, kadının ölümü ve yaşamı üzerinde tam bir hakka sahiptir.

Bir genç kadın, bir akrabası tarafından tecavüze maruz kaldığında, aileleri tarafından öldürülmesine hukuksal olarak izin verilmiştir. Yine birçok ülkede olduğu gibi özellikle Şeriat ile yönetilen İran, Sudi Arabistan gibi ülkelerde bir kadın eşini ‘aldatıp’ zina yaptığında ölüm cezası alabiliyor, ama erkek aynı şeyi yaptığından hafif cezalara çarptırılıyor.

 

Bazı ülkelerde kadınlara yönelik ayrımcı yasalar yürürlükte kaldırılmasına rağmen, yasaları uygulatmakla görevli birçok devlet yöneticisi dahi, kadınlara karşı şiddeti pratik olarak uygulamaktadırlar. Doğrudan emirler vermemelerine rağmen, görevliler tarafından kadınlara uygulanan şiddetten devlet adına görevli memurlar bu şiddeti yaptıkları için devlet, kadınlara yönelik şiddetten sorumludur.

 

Birçok ülkede bu tür olaylar örneğin Meksika’da, Kolombiya’da, Türkiye’de ve İsrail-Filistin topraklarında sisteme karşı mücadele eden güçlere karşı sindirme ve yıldırma biçimindeki şiddet ve baskılar sürekli uygulanmaktadır. İlginç olan bir durum, sisteme mulahif olan bir erkek, tutuklandığı ya da polis tarafından gözaltına alındığında kamuoyu genelde duyarlı olurken, bir kadın aynı durumla karşılaştığında aynı politik duyarlılık göze çarpmıyor.

 

Örneğin Polisin kadınlara karşı durmadan uyguladığı şiddet biçimleri genellikle, korkutma, tehdit, şantaja başvurma, darbe yapma yani fiziki şiddet yapma ve ırza geçme biçiminde yansımaktadır. Tutuklu kadınlar özellikle erkek gardiyanlar tarafından üstleri zorla aranarak, küçük düşürme ve aşağılama gibi yöntemlerle kişilikleriyle oynandığı gibi tecavüz baskısıyla da sürekli karşı karşıyadırlar.

 

İnsanlar karşısından sürekli tedirgin yaşayan ve kolaylıkla korkutulan fahişelerin(kendi vücudunu satan kadınların), polis karşısındaki durumları çok daha özeldir. Çünkü düzensiz ve zor koşullar içerisinde yaşamını sürdürdükleri gibi, mafya tarafından sürekli korkutularak zorla çalıştırılmaktadırlar. Polis, bu kadınların mafya tarafından zorla fuhuş’a sürüklendiğini, nasıl ve kimler tarafından organize edildiğini bilmesine rağmen mafya’ya karşı her hangi bir yönelim içerisine girmezken, sokakta zorla çalıştırılan kadınlar sürekli gözaltına alınmakta ve çoğu kez şiddetle karşı karşıya kalmaktadırlar.

Birçok ülkede, polis tarafından gözaltına alınan insanlara karşı sık sık tecavüz olayları yaşanmaktadır. Tecavüz gibi işkence yöntemleri genellikle kadınlara uygulanıyor. Dünya’nın birçok ülkesinde, bu tür olaylara sıklıkla rastlanılmaktadır.

 

Örneğin Türkiye’de, birçok kadın ya cezaevlerinde ya da polis tarafından gözaltına alınmalar sırasında tecavüze uğradıklarını kamuoyuna açıkladılar.

 

İnsanlığın geçmişinde olduğu gibi geleceğinden de var olan kadın toplumsal mücadelenin en önemli temel gücüdür. Doğal üretimi ve sürekliliği kadının geleceğiyle bütünlüklüdür. Egemenler doğayı ve toplumu egemenliği altına alabilmek için öncelikli olarak kadını denetimi altına almaya çalışmaktadırlar. Kapitalist egemenler ‘insanlığın yaşamını’ kontrol edebilmek için önce kadın yaşamını kontrol etmeyi hedeflemektedir. Çünkü ‘kadının yaşamı’ öldürüldüğünde insanlığın yaşamını öldürmüş olacaklardır.