Sırada Dinci “Şenaat” Zehri Var

"HDP'lilere Selahattin, Sırrı, Hasip, Fatma, Emine isimlerini çok görürüm. Bu adamlara bizimle ortak dünyamıza tekabül eden isimleri çok görüyorum… Ya milletin beraberliğine yürüyün ya da yaptığınız şenaate uygun isimler alın kendinize. Ahmet Türk ismiyle insan milletine fitne olur mu?"

Biliyorum eskidi ama yeni bir çıkış ifadesi olan sözleri ele almak istiyorum yine de. Söyleyen, ismi lazım değil ama İYİ Partinin “iyi” bir yetkilisi, etkisinden sual olmaz tiplerden biri olsa gerek.

Sözleri önemli buldum. Çünkü etnik kimlikten sonra dinsel kimlikleri ayrıştırma, dahası, Müslüman kodlar zehrini bir de Kürtlere karşı ele alma zamanın geldiğini düşündürttü bu bana.

Dün Müslüman din kardeşi Kürtlere, gelin birlik olalım diye naralar atan, davetiyeler çıkartan, hele de seçim zamanları oy devşirmek için yollara düşüp, son seçimde “Bu bacınız” diye yaşmak tutarak ayaklarına giden başkanlarının aksine bu erkek yetkili Müslümanlıkla özdeşleştirdiği isimlerden “boşanmaya” çağırıyor Kürtleri! Yeni bir zehir şırınga etmek istiyorlar topluma.

Ezelden –tırnak içinde elbet- beri “din kardeşliğine” sırtını dayayıp ne çok düvelde ne çok dövüştürmüşlerdi oysa Kürt Memedi! Hatta askerliğin “yan gelip yatma” zamanlarında bile “alavere dalavere/ Kürd Memet nöbete” tekerlemeleri düzerlerdi. Eh malum, şimdi savaş yoktu ama savaş ayazı kadar keskin 03-04 nöbeti vardı. Kürd Memet işte o işe yarardı. İstanbullusu, Ankaralısı sıcak asker yatağında yatarken Kürd Memet 3-5 ayazında titresin durdun, kime ne?

Böyleydi durum ve bu bir bilinç şekli olarak topluma da yedirilmişti. Karakola çekilen Kürt Memedlerin dayak yemesi çok normaldi de, Aydınlı ya da İzmirli olunca- çünkü Türk olduğu var sayılırdı, arkaları kuvvetliydi, kıymetli vatandaşlardı; aman efendimler, özür dilemeler, bilemedik’ler birbirini kovalardı. Yine de hayat, “et ve tırnak gibiyiz”, bin yıllardır “tavuklarımız karıştı”, Bir kümese bir horoz yeterdi çünkü. Hele bir horoz daha olsaydı, görürdük o zaman göz nasıl oyuluyor!- “kız alıp verdik”- kadın mal ve davardan sayılırdı ya- “bayramlarda helalleştik”; sürer giderdi bu muhabbet.

Kim konfordan mutlu olmaz ki!

Kim bu topraklarda ayrıcalıklı vatandaş ve de dindaş olmayı sevmedi ki!

Hıristiyana bileği yettiğinde, Havradakine patlatacak bomba olduğunda kim sakındı ki öldürmekten! Aleviyi görünce, “murdar bana bulaşmasın” diye yolunu ve komşuluğunu değiştirenlerin izinden kim gitmedi ki. Bir zaman gelip de satırlarla komşusunu doğramadan, çırayla evlerini yakmaktan kim imtina etti ki! Ermeniyi kırmaktan, Rumu talan etmekten, vurup kaçırtmaktan hangisi kaçındı ki?

“Yukarıda Allah var” der, inananlar; Müslümanlar özellikle imtiyazlara, ayrımcılıklara ya da haksızlıklara karşı olduklarını göstermek istediklerinde.

Fakat işte öyle bir an gelir ki, biri çıkar, hem de Müslümanlık adına, hepsi de Arapça ya da Farsçadan alınma adları geri ister!

Şimdi eteğindeki taşları ortaya dökmenin tam zamanı.

Tarihi bilmeyenlerin -tarihi gasp edenlerin demek daha doğru olabilir aslında, yiyeceği herzeden sayıp geçemeyiz değil mi? Tarih, arkeoloji, dinler tarihi ve de sosyal-siyasal bilimlerin hepsi tek tek kanıtladı ki, İYİP’li zatın geri almak istediği adlara Kürtler Türklerden çok daha önce bulaştılar. Türkler bu coğrafyaya, bin yıllardır yaşadıkları yerde, Kürtlerin açtığı kapılardan 1071 diye verilen tarihte girmeye başladılar. Selahaddin Eyyubi bir Kürt idi, Müslümanlık adına Kudüsü Hıristiyanların elinden aldığında tarih 1187. Eyyubiler, merkezi Dicle Havzası olan Kürt Krallığı.(Kolay olsun diye bkz. Wikipedia).

Şimdi Selahaddin’in Kürt olmasını kabullenmek yerine, Kürtlerin Müslümanlık etkisiyle aldığı Arapça adlardan vaz geçmesini istiyor. Aslında Müslümanlık zırhına sarılıp Kürtleri, yine dinsel bir kavramla “şenaat”lıkla suçluyor ki, o da Arapça! Ne Türklük ve Müslümanlık ha!

Din kardeşliği gitti, din düşmanlığı dönemi geldi, demek ki. Halka verilmek istenen mesaj bu.

Bir gün önce eski şefi Bahçeli, “haşere” diyerek HDP’lilerin itlafını istemişti. Bu yetmez diyen İYİP’li zat araya Müslümanlığı da ekledi. Türk ırkçılılığı yetmez, din dışı ilan etmek silahını da kuşanmak gerek, demiş oldu

Faşist şef “haşere ve itlaf” çizgisindeyken, o da “şenaat” ve “isimler” dedi. Yani aslında, ya bize biat edin ya da Müslümanlığı da terk edin, demiş oldu. Sanki Müslümanlığın mührü kendileriymiş gibi.

Söylenenler bunlar da söyletenler ne?

Kırk kıldır da tepelerinde kırılmadık sopa kalmadı. Yine de onları şu zalim çağda Türkleştiremediler. Osmanlı paşalarının yapamadığını onlar da yapamadılar. Alavere dalavere/ Kürt Memed devirleri geçeli çok oldu. Çünkü Kürtler eski Kürler olmaktan çıktı. Yüzyıllık kıyım yollarından geçtiler.

Ellerin de Müslümanlık kaldı. Oysa Müslümanlar da eski Müslümanlar değil. Dahası Kürtler iki kimliği eşitlik, adalet, özgürlük davasında buluşturdular çoktan. Hıristiyan, Yahudi düşmanlığını çeperinden çıkardılar. Ermenilerle hak ve adalet ekseninde buluştular, Alevilerle, Türklerle hak ve eşitlik üzerine buluşup sarıştılar. Kurtla kuşla, doğayla evrenle barış yolu açtılar. Silahların sonu, demokratik siyasette, kalıcı barış, eşit yurttaşlık dediler.

Irkçılık ve şiddet ile yürüyeceklerin nefesle tükendi, her yeminli komutan dağlara düzenledikleri seferden geri döndü bu arada. Onları oralara süren, “bir çakıl taşı bile vermeyin” diyen siyasi kaleler bir bir devrildi, siyasetçileri inzivaya çekildi çoktan.

Bir on yıl sonra aynı yolu yürüyenler geri dönerken toplumun eline Kürtleri Müslüman defterinden silmeyi vermek istiyorlar. Türklüğü hepten ırkçı faşizme çevirmişlerdi. Usanmadılar. Haşere ve itlafı, “şenaat”li haller icadıyla adlarını bile sildirmek istiyorlar. Kürtçe adlarını yasaklamışlardı, şimdi Müslümanlığa ait diye Arapça adları yasaklamak istiyorlar. Topluma ırkçılık zehrinden sonra Müslümanlık kodları zehri içirmek istiyorlar.

Trolleri bol, medya Sarayı, nasılsa kısa zamanda bu işi de başarırlar; hesapları bu.

Polis, savcı, Saraylı yargı zaten HDP ve bileşenlerinin kapısında nöbette. Birinin tuttuğunu diğeri F Tipi tecritlerine yolluyor, öbürü zindanda çürütme işini organize ediyor. Meclise dokunulmazlık fezlekeleri yağdırıyor. İŞİD’e aleni yardım yataklık suçu sabitken, bunun üstünü örtmek için de, Kobane direnişine demokratik desteği nedeniyle HDP’ye yargılamak hırsıyla bir daha saldırıya geçmişken, el altı müttefikleri de dincilik zehriyle yardımına koşuyor. Müslüman adlar ve “şenaat” denen hikaye bundan ibarettir.

Peki, sonuç ne? Öteki berikiyle – çünkü ana muhalefeti de Çanakkale- Polatlı arasında gezinip Sarayla milli yarışla oyalanıyor- birlikte kendilerine günlük güneşlik bir memleket yaratmakta olduklarını sanıyorlar.

Fakat yanılıyorlar-aslında bunu biliyorlar da ama ya tutarsa-. Şairin dediği, celladın kabusu bu: “Öldürüyorum, öldürüyorum, heyhat, her sabah yeniden çoğalıyorlar”.

Tersinden söyleyebiliriz de. Kendilerini can çekişmeye gark etmekte ısrara edenlere kim ne diyebilir ki?

Yine de, bir şey diyelim: Bataklık karşınızda, oraya gitmekte özgürsünüz! Ama bu halkları ırkçılık ve siyasal dinci gericilik zehirlerinizle oraya çekmeyi başaramayacaksınız! Paçalarımızdan asılmayı bırakın!

Türkiye halkları bu zehri yutar mı? Irkçılık zehrinden sonra bir de “şenaat” diyen dincilik zehriyle kendisini Kürde karşı düşmanlaştırmalarına izin verir mi? Bir kez daha tepelerinde tepinen soyguncular çetesinin tuzağına düşer mi? Yoksa elini uzatıp toprak ve din kardeşinin elini tutar ve hep birlikte kurtuluşun yolunu açar mı?

Şimdi asıl mesele bu.

Dip Not:

Şenaat: alçaklık, iğrençlik, kötülük.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Ötekilerin gündemi'n editöryal politikasını yansıtmayabilir.