İsmail Beşikçi Kimdir ?

Bilindiği üzere  " Ötekilerin Gündemi " haber sitemizin yazılımını güncelleştirdik, bu doğrultuda daha önce ( 23/01/2019) yaptığımız söyleşi ve röportajlarımızı yeni sitemizde tekrar paylaşıp, sitemizin kategorilerini  güncelleştiriyoruz. 

DİYARBAKIR- ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ: Sosyolog ve Yazar İsmail Beşikçi, Genel Yayın Yönetmenimiz Hamza ÖZKAN’nın sorularını yanıtladı.

İsmail Beşikçi Kimdir ?

İsmail Beşikci, 7 Ocak 1939'da Çorum'un İskilip ilçesinde doğdu, 1958 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne kaydını yaptırdı. 1962 yılında mezun oldu. 1964 yılı sonlarında Erzurum'daki Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nde Sosyoloji Kürsüsünde asistan olarak göreve başladı. 1965'te doktora tezini "Doğuda Değişim ve Yapısal Sorunlar/ Göçebe Alikan Aşireti" üzerine hazırladı. Tez kabul edilerek doktor unvanını aldı.

Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nde sosyoloji asistanı iken aynı bölümde sosyoloji doçenti olan Orhan Türkdoğan tarafından, Marksist propaganda ve bölgecilik yaptığı gerekçesiyle ihbar edilen Dr. İsmail Beşikçi, 12 Mart 1971 döneminde sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı ve üniversite ile ilişiği kesildi. 1974 affıyla cezaevinden çıktı, daha sonra Kürt sorununu işleyen düşüncelerinden ötürü yargılandı.

Kürt sorunu üzerine araştırmaları ve yazılarıyla tanınan Beşikçi, sekiz kez cezaevine girip çıktı ve yaşamının 17 yılı cezaevinde geçti. 12 Eylül askeri darbesinden önce 1979'da cezaevine girer ve 1987'de serbest bırakılır ancak davalar bir türlü peşini bırakmaz. Bu davalardan giydiği hükümlerle 1999'a kadar tutuklu kalmıştır. 1999 yılında yapılan sınırlı yasal düzenleme sonucu tahliye olduğunda hakkında toplam 100 yıl hapis ve 10 milyar lira para cezası verilmiştir. İsmail Beşikçi'nin yayımlanan 36 kitabından 32'si Türkiye'de yasaklandı.

Atatürk Üniversitesi'nde asistanlığı döneminde doktora tezi olarak hazırladığı "Alikan Aşireti Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme", alanında Türkiye'de yapılmış önemli sosyolojik bilimsel çalışmalardan biridir. İsmail Beşikçi Sarı Hoca lakabıyla da tanınmaktadır.


Öncelikle sizi yakından tanımak isteriz, hayata nasıl bakarsınız neler sizin için olmazsa olmazdır, sizi neler mutlu eder neler üzer?

Demokrat bir kişiliğe sahip olmak önemsediğim insani olguların başında geliyor. Bu kişiliğin dürüstlükle birleşmesi gerektiğine inanıyorum. Kendi haklarını savunmak kadar başkalarının haklarını savunmanın hayatı daha yaşanılır kılacağı düşüncesindeyim.

Kürt sorununa ilişkin sorulara geçmeden genel bir soruyla başlamak istiyorum söyleşimize. Türkiye’nin sosyal ve siyasal sorunları neler ve temelinde hangi dinamikler var, Türkiye’nin aydınlık günlere çıkması nasıl mümkün olacak sizce?

Bu sorunun cevabını tarihsel bir süreç belirlemektedir aslında. Biliyorsunuz Osmanlılık sözleşmesi uluslaşma akımıyla mücadele ederek Osmanlının varlığını devam ettirmesi için gündeme gelmişti. Balkanlardaki halkların bağımsızlığını ilan etmek için savaşmaları bu sözleşmenin işe yaramadığını gösteriyordu. O halde Müslümanlık sözleşmesi bu beka sorununu çözebilirdi ancak beklenen olmadı. 1898 Osmanlı- Yunan savaşında ve 1911-1912’deki Trablusgarp-Balkan savaşlarında halife padişahın cihat çağrısına Müslüman halklar cevap vermedi ve Türklük sözleşmesi devreye girdi. Her sözleşme bir ödül ve ceza sistemini de yürürlüğe koydu. Osmanlı topraklarında yaşayan Rumların ve Ermenilerin sürülmesi Müslümanlık sözleşmesinin bir sonucuydu. Mademki bu halklar Müslüman olmuyorlar o halde ortadan bir şekilde kaldırılmaları gerekiyordu. Türklük sözleşmesinin de sonucu elbette ki Türk olmayanların Türkleştirilmesi şeklinde tezahür edecek ve Kürtlerin Türklüğe asimile edilmesi amaçlanacaktı. İşte bugün yaşanılan durum da tam olarak budur.  Yani Türkiye’nin bütün sorunlarının kökeni şu veya bu şekilde Kürt sorunuyla bağlantılıdır. Demokratik haklar Kürtlerin de faydalanacağı düşüncesiyle hayata geçirilmemiştir. Siyasal kriz dönemlerinde ilk yapılan iş demokratik hakların askıya alınarak Kürtlere hareket alanı bırakmamak olmuştur. Çözüm gayet açık ve nettir Türkiye artık bu beka kaygısından kurtulmalı ve demokratik bir ülke olmak için gereken adımları atmalıdır.

Bir Türk aydını olarak Kürt mücadelesine yoğun destek verdiniz, Kürt meselesi ne zaman ilginizi çekmeye başladı, hangi nedenler sizi Kürt mücadelesine destek olmaya yöneltti?

1961 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesini dördüncü sınıfındayken staj yapmak için Elâzığ’a giderek orada vali ve kaymakamların yanında staj yapmaya başladım. İlk kez burada Kürtçe konuşan insanlarla karşılaştım. Bu benim için herkes “Türk’tür Kürtçe diye bir dil yoktur, Kürtçe anlaşılmaz bir dildir” öğretisiyle çelişen bir durumdu. Okulu bitirip askere gidince Güney Kürdistan sınırında Peşmergelerle karşılaştım. Oldukça akıcı bir Kürtçe ile Kuzey Kürdistan’daki Kürtlerle anlaşabiliyorlardı. Kürtçe ilgili Kürtçe ile iki köy bile kendi arasında anlaşamaz” iddiasının da asılsız olduğunu gördüm. Erzurum Atatürk Üniversitesi sosyoloji kürsüsünde asistan olarak çalıştığım dönemde göçebe Alikan Aşireti’nin toplumsal yapısı üzerine yaptığım doktora teziyle başlayan çalışmalarım, “Doğu Anadolu’nun Düzeni/ Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller”, “Doğu Mitinglerinin Analizi çalışmasıyla devam etti ve çalışmalarım tepki çekmeye başladı. Özellikle o dönemde Yazarlar Birliği Başkanı olan Aziz Nesin ile yaşadığımız tartışmalar sonucunda savunduğum düşünceler nedeniyle İngiliz ajanı olmakla suçlandım. Kürtlerle ilgili çalışmalarım da o günden beri devam ediyor.

 


 Bir kimliği yok sayma yöntemleri neler hangi koşullarda bir kimliğin yok sayılmasından bahsedebiliriz, kimlik sosyolojik bir olgu olarak nasıl bir öneme sahip, kimliğin inkârı hangi sorunları beraberinde getiriyor?

Bir kimliğin yok sayılması kimi zaman bir devletin bir halkı haklarından mahrum bırakması ya da bilinçli politikalarla asimile etmesi şeklinde olabilirken kimi zaman Kürtler örneğinde olduğu gibi Milletler Cemiyeti gibi bir oluşum tarafından bir halkın yaşadığı toprakların birkaç devletin topraklarına katılarak paylaşılması şeklinde olabilir. Kürtlerin topraklarının paylaşıldığı ırak, Suriye, İran ve Türkiye gibi devletlerin yaptığı şekilde asimilasyon ve soykırım gibi eylemlerin muhatabı olabilir, dünya devletleri arasına giremeyerek her türlü haksızlığa ve zulme açık bir vaziyette kalabilirler. O nedenle uluslaşma süreci bütün halklar için önemlidir hatta olmazsa olmaz bir olgudur.

Bir ulusun milletin dilini kültürünü yasaklarsanız, o ulusun/milletin kimliğini inkâr etmiş olursunuz. O zaman bir Kürt’e şöyle söylersiniz: Türk olarak her şey, Kürt olarak hiçbir şeysin… Bunu söylediğinizde de karşı taraf bir şey olduğunu yani Kürt olduğunu ispatlamak için çalışacaktır. Sonuç olarak Kürt mücadelesi gibi bir hareket ortaya çıkacak ve haklarını almak için savaşacaktır.



Türk İslam sentezi ve Türk kimliğinin dayatılması arasında nasıl bir bağlantı var, hangi oluşum ve kurumlar bu bağlantıda etkilidir?

Burada aslında başlangıçta değindiğimiz Osmanlının bekası meselesine dönüyoruz yine. Osmanlıcılık ve İslamcılık süreç içerisinde beklenilen işlevi yerine getiremeyince Türkçülük yaklaşımı güç kazandı. Tabi burada kastedilen Türk İslam sentezi. Bu sentez Müslüman olan Kürtleri Türkleştirmek için bir zemin oluşturuyordu.

Türk-İslam Sentezi anlayışında, Kürtleri İslam’la oyalama,  Kürtleri İslam içinde eritme çabası vardır. Nasıl ki Arap İslam’ı, Fars İslam’ı, Türk İslam’ı varsa Kürtlerin de Kürt İslam’ına vurgu yapmaları gerekir…


Kürt kimliği sadece Türkiye’de yok sayılıyor gibi bir kanı içindeyiz, gerçekten öylemi Avrupa Kürt hareketine destek veriyor mu mesela, dünya siyasal hayatında Kürtlerin konumu nedir?

Kürt kimliğinin Türkiye’de inkâr edildiği doğrudur. Ama Avrupa devletleri de Türk politikasına destek verir bir tutum içindeler. Örneğin, çok devlet, resmi olarak sizi Kürt kaydetmez. Türkiye’den gitmişseniz, Türk, Irak’tan ve Suriye’den gitmişseniz, Arap, İran’dan gitmişseniz Fars olarak kaydeder.


Kürtlerin hakları hangi uluslararası hukuk kaynaklarınca destekleniyor, Türkiye Cumhuriyeti imzaladığı hangi sözleşmelerle ve hangi uluslararası hukuk kurallarına ters düşüyor uyguladığı politikalarla?

Kürtlerin ulusal hakları, ikiz sözleşmelerle, uluslararası hukuk tarafından tanınıyor.  Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Uluslarası Sözleşmesi (1966), Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi (1966); Türkiye bu iki sözleşmeyi de bazı çekincelerle imzalamıştır. Ama inkârcı tutumunu sürdürmeye de devam etmiştir.

 
Kürt hareketi "terörle" itham ediliyor, nedir "terör", Kürt hareketi gerçekten terörle anılmalı mı, nedir işin sosyolojik ve siyasal boyutu?

Kürtlerin/Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması Kürdistan’ın Ortadoğu’daki konumuna ve ilişkilere yön veren temel bir niteliktir. Kürdistan’ın, Kürtlerin bu niteliğini, Filistinli Araplarla karşılaştırdığımız zaman net bir görünüm kazanıyor. Filistinli Arapların tek bir düşmanı var,  İsrail’dir. Ancak Filistin yalnız değil 22 Arap ülkesi ve 57 İslam Konferansı üyesi devlet o veya bu şekilde Filistin’i destekliyor ve İsrail’e karşıdır.

Kürtlerin/Kürdistan’ın durumu ise tamamen farklı; bölünme, parçalanma ve paylaşılma, Kürtleri ve Kürdistan’ı dostsuz bırakmıştır, yaşadığı topraklarda hüküm süren devlet ile komşu devletlerin de düşmanlığıyla karşı karşıya bırakmıştır Kürtleri. Böyle bir ortamda, Kürtlere/Kürdistan’a dost eli uzatan tek bir devlet dahi yoktur.  Tüm bunlar göz önüne alındığında Kürt mücadelesinin ulusal kurtuluş mücadelesi olduğu sonucuna varılır.

 


Barış sürecinden bahsederken süreçten önceki dönemleri aratan günlere geldik, Barış Süreci Türkiye ve Kürtler için nasıl bir öneme sahipti ve neden olumsuz sonuçlandı?

Kürtlerin Barış, yüzleşme, müzakere taleplerinin yerine getirilmesi gerekir. Ama Kürtler, kendi aralarında gerçekleşmesi gereken, barış, yüzleşme, müzakere süreçlerini gerçekleştirmedikleri müddetçe, devlet de, Kürtlerin bu taleplerini kale almaz.

Kürtler kendi aralarında birleşerek anlaşmazlıkları çözemedikleri sürece Türk soluyla birleşmek Kürt sorunun çözümüne hizmet etmeyecek. Devlet ve hükümet Kürtlerin birleşmesinin önündeki en büyük engeldir; tüm olanaklarıyla Kürtleri ayrıştırmaya çalışarak Kürtlerin güçlenmesini engelleyerek Kürtler üzerindeki tahakkümünü sürdürmektedir. Barışın gerçekleşmesi için önce Kürtler kendi aralarındaki siyasi çelişkileri gidermenin bir yolunu bularak birlik olmalıdır. İkinci koşul ise, barış masasına oturan her iki tarafın birbirlerini tanımasıdır. Türkiye PKK/KCK’yi hiçbir zaman tanımamıştır. Bu koşullar altında çözüm sürecinin bu şekilde sonuçlanması kaçınılmaz olmuştur.



Kürtlerin Irak, Suriye ve İran’daki durumlarını değerlendirir misiniz?

Kürtler/Kürdistan’ın, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti dönemimde bölündüğünü, parçalandığını, paylaşıldığını hiçbir zaman unutmamak gerekir. Bu paylaşım Kürtlerin kaderini belirlemiştir bir yerde. Çünkü Kürtler bir devletle değil İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de Kürt hareketleri sadece egemenliği altında bulunduğu devletle değil komşu devletler de mücadele etmek durumunda kalmışlardır. Bu parçalanmanın bir diğer sonucu da Kürtlerin kültürel ve siyasal anlamda da parçalanmış olmalarıdır. Bu durum Kürtlerin birlikte hareket etme kabiliyetlerini zayıflatmıştır. Kürtleri tahakküm altına alan devletler ise Kürtlerin bu durumlarından azami fayda elde etmek için ellerinden geleni ardına koymamaktadırlar. Yine emperyal devletlerin de bu devletlerden yana tavır aldıklarını da unutmamak gerekiyor. Bu durum Kürtlerin dört coğrafyadaki mücadelesini yalnız bırakan ve mücadeleyi uzun yıllara yayan bir yapı ortaya çıkarıyor.


Türkiye’nin Orta Doğu ve Suriye politikasının temel dinamikleri nelerdir, Kürtler bu politikanın neresinde duruyor?

Türkiye, Kürtlerin, Türkiye’de bir statü elde etmemeleri için kurulduğu günden buyana çaba içinde. Türkiye başlangıçta Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimine de karşı idi. Bu gün Kürtlerin Suriye’de ve İran’da, bir statü elde etmemeleri için de çaba gösteriyor. Şuanda Türkiye’nin Suriye’de yaptığı operasyonların nedeni de budur. Dolayısıyla Türkiye’yi güdüleyen temel dinamik Kürtlerin statü elde etmesini engelleme çabasıdır.


Gençlerin büyük bir kısmı ya Kürtçeyi hiç bilmiyor ya anlıyor konuşamıyor ya da yazamıyor bu Kürtlerin geleceği açısından ne ifade ediyor ve Kürtler bu durumu aşmak için neler yapmalı?

Bu Kürtlerin geleceği için çok büyük bir tehlikedir. Kürtlerin bu konuda acil çözüm yolları bulmaları ve Kürt dilini gelecek nesillere aktarmaları gerekmektedir. Kürt hareketi bu konuda bir seferberlik başlatarak tüm Kürtlerin anadillerini öğrenmeleri için azami gayret göstermelidir.


         Ötekilerin Gündemi olarak teşekkür ederiz...

Teşekkür ederim. İyi çalışmalar.

 

Editör: Haber Merkezi