MERSİN-ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ-  Siyaset bilimci Prof. Dr. Atilla GÜNEY, Gazeteci İsmail BARDAKÇI'ın sorularını yanıtladılar. 

İzmir’de Deniz Poyraz’ın katledilmesi ve HDP binalarına saldırılardan ne amaçlanıyor?

Aslında 1915’den bu yana tanık olduğumuz bireysel ya da toplu katliamların münferit olaylar ya da bugün çokça kullanılan deyimle provakasyon olmadığını artık biliyoruz. Hrant Dink veya Tahir Elçi cinayeti gibi doğrudan bir kişiyi hedef alan suikastlerden Ankara katliamı, Suruç katliamı gibi kitleleri hedefleyen cinayetlere kadar tamamının arkasında belirli bir siyasi strateji, verilmek istenen bir mesaj olduğunu düşünüyorum. Son olarak Deniz Poyraz’ın katledilmesi ve özellikle batı illerinde HDP il/ilçe binalarına yönelik saldırılar, orman yangınlarının ardından yayılan söylem ve linç girişimleri de bu çerçeveden ele alınmalı.

Deniz Poyraz bir simgedir. O, son derece politik bilince sahip genç bir Kürt kadınıdır. Deniz bundan da fazlasıdır. O, aynı zamanda 1990’larda köy boşaltmalarla topraklarını terketmek zorunda bırakılan; Batıya sürgün edildiklerinde asimilasyona uğrayacakları beklenen bir kuşağın temsilcisidir. Deniz, siyaseten yok edilmek istenen, asimilasyon politikalarına inatla direnen, egemenler tarafından tehdit olarak görülen bir kuşağı simgeler. Gerek Deniz Poyraz’ın katledilmesi, gerek batıda HDP il ve ilçe binalarına yönelik saldırılar, bu bölgelerde artık giderek kurumsallaşmaya başlayan partinin seçmen tabanına bir göz dağıdır. 2015 Haziran seçimlerinde, çeyrek yüzyıl önce bu bölgelere sürgün edilen, çoğu emekçi sınıfı saflarında yer alan Kürtler, İzmir, Antalya vb. kentler kitlesel olarak tercihlerini HDP’den yana kullandılar. Bu gelişme kendi içinde al gülüm-ver gülüm tarzı işleyen arıza temsili demokrasinin ana aktörlerinin kabul edemeyeceği bir durumdu. Çünkü HDP, bu ali-cengiz demokrasisine ilk defa bir alternatif olmayı önerdi ve batıdaki Kürtler bu çıkışa muazzam destek verdiler ki bu da kabul edilemezdi. Bu sadece HDP seçmenine değil, HDP’ye oy vermese de sempati besleyen, kendisini HDP fikriyatına yakın hisseden kitlelere de bir tehdittir.

1990’larda köy boşaltmalar sonrası İzmir başta olmak üzere batıdaki birçok ile göçe zorlanan Kürt halkı, geçen 30 yılda muktedirlerin beklentilerinin aksine, aidiyet bilinçlerini korumakla kalmayıp, sistemin onlara biçtiği siyasal kalıpların ısrarla dışına çıkarak HDP’ye destek verdiler. Deniz Poyraz’ın kişiliğinde somuta eren, birçoğu kendi topraklarında değil bu illerde doğan genç kuşağın bu dirayetli duruşu sistemin muktedirleri için bertaraf edilmesi gereken bir olgudur. O nedenle Deniz’in katledilişi, münferit bir vaka veya bir komplo değil, derininde sistemin reflekslerini ve korkularını yansıtan bir politik suç olgusudur. HDP binalarına ardı ardına gerçekleştirilen saldırıları da bu minval üzere değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.

Cumhurbaşkanı Diyarbakırdaki konuşmasında, süreci biz bozmadık HDP bozdu diye açıklamalarda bulundu. Siz ne düşünüyorsunuz?

Açıkçası yaygın kullanımıyla “Kürt sorunu” gerçekliğinin devlet cenahında bir çözüm politikasının olmadığını veya devletin ajandasındaki çözümün Kürtlere hitap etmediğini düşündüğümden, çözüm sürecinin samimiyetine de bir sonuca erişeceğine de başından itibaren inanmadım. Bu nedenle çözüm sürecini biz bitirmedik türü hamasi bir ifade üzerinden tartışmanın çok da anlamlı olmadığını düşünüyorum.

1980 sonrası Türkiye’de tesis edilmeye çalışılan düzen esasen otoriter siyaseti merkezine alan anlayış üzerinden kurumsallaştırılmaya çalışıldı ve bu anlayış hala devam ediyor. Kuşkusuz özellikle 1990’dan itibaren bu otoriterleşmenin mazereti olarak Kürt sorunu gösterildi. Bu toprakların halklarına reva görülen iktisadi sömürü, doğanın ve doğal kaynakların talanının yaşama geçirilebilmesi için otoriter bir düzene gereksinim vardır. Türkiye sermayesi ve burjuvazisinin de iktisadi sömürünün devamı için ne denli otoriterlikten yana olduğunu pandemi sürecinde de gördük.

Kürt sorunun çözümü demek, öyle ya da böyle demokrasinin kurumsallaşması, iktisadi, toplumsal ve siyasal alanda demokratik denetim ve kontolün yaygınlaşması anlamına gelir. Bu da yağma, talan, soygunculuk, yandaş ihaleciliği gibi olguların büyük oranda sonlandırılması anlamına gelir. Takdir edersiniz ki bütün bu gayrı-meşru kar mekanizmaları olmaksızın ayakta duracak bir sermaye sınıfı yok henüz bu ülkede. O nedenle, çözümsüzlüğün devamı, hem siyaseten kurulmuş yağma düzeninin hem de kırk yıldır devam eden iktisadi sömürünün devamı demektir. Ve yine unutmayalım ki bu düzeneğin diğer uucunda büyük çöğunluğu işçi olan emekçi Kürtler yer alıyor. Dolasıyla çözümsüzlük Kürt halkının büyük çoğunluğunun hem siyaseten hem de ekonomik olarak bu sisteme payanda kılınması anlamına gelir ve o nedenle devam ettirilmesi gerekir.

Terör bahane edilerek meşrulaştırılmaya çalışılan otoriterleşmenin kalıcılaşmasında çözümsüzlük şart devlet için. Dikkat edin çatışmaların yoğunlaştığı, otoriterleşmenin kanıksandığı olağanüstü hal dönemleri aynı zamanda yolsuzlukların, kaçakçılığın, uyuşturucu ticaretinin, faili mechul cinayetlerin de arttığı ve kontrolden çıktığı dönemlerdir. Türkiye cumhuriyeti gibi devletler için artık narko-devlet, kara para akladığı için haydut devlet gibi tabirler kullanılıyor. Artık mafyatikleşmiş bir devlet ile karşı karşıyayız ve bütün mafyatik örgütlerde olduğu devlet de kaos ve terörden beslenir. Kürt sorununun çözümü demek aynı zamanda devletin kısmen de olsa üzerine yapışan bu sıfatlardan kurtulması anlamına gelir. O nedenle benim açımdan kısa vadede devlet ve iktidar cenahından çözüme yönelik samimi bir girişim olacağını düşünmüyorum. Kuşkusuz bu karamsar öngörü, çözüm için çaba harcanmaması anlamına gelmemeli. Kürt halk özgürlük hareketi, bütün bu olumsuzluklara rağmen demokratik çözüm için üstüne düşeni yerine getirmeyi sürdürüyor.

Cumhur İttifakı Türkiye’yi baskın bir seçime götürür mü?

Verili siyasal koşullara bakıldığında ben baskın bir erken seçimin olacağını düşünmüyorum. Toplumsal ve ekonomik gidişata bakıldığında durum bir erken seçime çok da uygun gibi görünüyor. Ancak, hükümet cenahından bakıldığında, giderek kötüleşen ekonomik durum ve yükselen huzursuzluklar karşısında cumhur ittifakının oylarının düşüş göstermesi, bu ittifakın erken seçime gitmesi kendi ayağına sıkması anlamına gelir. En azından oyları artırmak için ittifakın içine dahil edilecek yeni partiler (Saadet Partisi ötneğin) devşirilmediği veya seçim sisteminde tekrar iktidar olacak değişiklikler yapılmadığı sürece bir erken ya da baskın seçime gitmeyeceklerdir. Kuşkusuz burada HDP’nin kapatılması davası sürecinin nasıl ve ne hızda işleyip sonuçlandırılacağı da önemli. Zira, halihazırda bir seçim olsa HDP’nin varlığının tüm dengeleri sadece belirlemediği aynı zamanda altüst de edebileceği yine herkesin malumu.

Diğer yandan, iktidardaki bir partinin kendi iradesi dışında erken seçime zorlanması da ya yükselen bir toplumsal muhalefetin baskısıyla olur ya da parlamentodaki muhalefet partilerinin etkin muhalefeti ile olur. Verili durumda bu iki koşulun da pek gerçekleşme olasılığı görünmüyor. Bu nedenle seçimlerin 2023’de zamanında yapılmayacağını düşünmekle birlikte, baskın bir erken seçimi de yakın zamanda beklemiyorum.

Konya’da ırkçı bir saldırıyla Kürt aile katledildi…

Yine Deniz Poyraz’ın katledilmesine benzer biçimde, Konya’da gerçekleştirilen toplu katliamın da basit bir ırkıçı hezeyanın sonucu ya da provakasyon olduğunu düşünmüyorum. Aslında 2015 Haziran’ında bu ülkede belki ileride bilimsel çalımalara konu olacak ilginç gelişmeler yaşandı. Haziran’da HDP Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olarak parlamentoya girdi. Bu başlı başına ilginç bir gelişmeydi ama bunun başarılma biçimi daha da ilginçti. Birincisi Batıdan gelen oylar, yani 1990’larda zorunlu olarak göç ettirilen Kürtlerin oyları bu bölgelerde milletvekili çıkarmanın önünü açtı. İkincisi, İstanbulda kahir ekseriyeti proleter olan Kürtler kitlesel olarak HDP’yi tercih ettiler ve 1.2 milyon civarında oyla HDP İstanbul’da da üçüncü parti oldu. O dönem hatırlanacağı üzere, “HDP Türkiyeleşecek mi” tartışmasına batı ve orta anadoluda yaşayan kürtler şaşırtıcı bir cevap verdiler. Üçüncü ve belki de daha ilginç olanı, HDP, Polatlı, Haymana, Bala, Şereflikoçhisar, Cihanbeyli ve Kulu gibi orta anadolu ilçelerinde dikkati çekecek düzeyde oylar aldı. Bu anılan bölgede yaşayan Kürtler iki yüzyıldan uzunca bir zamandır bu bölgedeler ve çok partili siyasal hayata geçildiğinden bu yana merkez sağdaki partilere (DP, AP, ANAP vb) oy veriyorlardı. 2015 Haziranın bu bölgelerdeki Kürtlerde adeta bir uyanış başladı ve kitlesel biçimde HDP’ye oy verdiler. Bu ilçelerde hızla HDP örgütlenmesini başardılar ve yaygın destek gördüler. Öyle ki 2019 yerel seçimlerinde Cihanbeyli ve Kulu belediyeleri az bir oyla kaybedildi.

Bütün bu gelişmeleri, seçim sistemini kendi içinde bir parodiye dönüştürmüş olan düzen partilerinin ve devletin kendisinin onaylamasını beklememek lazım. Bu beklenmedik değişim ve dönüşüme ayar verilmesi ve hatta mümkünse eski ayarlara dönülmesi şarttır devlet açısından. Bunun için önce buralardaki parti yöneticilerini ve aktik Kürt siyasetçileri derdest ettiler; olmadı ilçe binalarına saldırdılar, yetmedi HDP toptan kapatmaya kalkışıldı; bu da pek işe yaramayınca halk içinde korku salma, doğrudan Kürt halkına yönelme aşamasına gelindi. Dolayısıyla ne İzmir’de Deniz Poyraz’ın katledilmesi ne de Kulu’da yapılan toplu katliam vaka-i adiyeden sayılamaz. Uzun erimli bir korku stratejisinin ve çözümsüzlüğü kanıksatmak adına zihinleri kutuplaştırma politikasının bir parçasıdır

Editör: Haber Merkezi