ALMANYA ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ RÖPORTAJ; Yazar ve Araştırmacı Haydar Işık: Gazeteci Hamza Özkan’nın sorularını yanıtlayan Işık; "Çocuklar duymasın, korkmasın diye mi, yoksa korkunç bir travmadan kurtulamadıkları için mi bilinmez ama çocukluğumun yaşlıları müthiş korku içindeydi." diyor

Dersim'in tarihine tanıklık ederken...

 

Öncelikli sizi tanıyarak başlayalım Haydar Işık kimdir? Kendini hayatta nasıl konumlandırıyor?

Bu sorunuza kısaca şöyle yanıt verebilirim. Haydar Işık gerçeği yazan ve söyleyen, muktedirlerin önünde başeğmeyen bir kişiliktir. Daima halkının ve mağdurun yanında durup, Muktedirlerin etik ve sosyal olarak kirlettikleri bu dünyaya oldukça eleştirel bakan, temiz durmaya çalışan, aynaya bakınca kendisinden utanmayan biri diyebilirim.

Yazmaya nasıl başladınız, yazmak sizin hayatınızda nasıl bir anlam taşıyor?

Yazmaya Almanya‘da başladım. Seksenli yıllarda askeri faşist cunta halkımızın boğazına attığı ilmiği giderek daraltırken, durumu Alman sendikacılara anlatmaya çalışıyordum. Türk devleti Dersim‘de 70.000 insanımızı katletti,soykırım uyguladı dediğim zaman sol, sendikal, aydın olduklarını bildiğim bu kesimler beni abartılı görüyordu. Bunun üzerine toplumdan aldığım prototip birinin kaderini anlatmanın insanları, soruna daha duyarlı yapacağı kanaati gelişti. Çocukluğumda duyduğum otantik bir olayı edebi olarak yazmaya başladım. Türkiye‘deki koşullar yayınlanmasına izin vermese de, çünkü Kürt, Kürdistan, Kürtçe ve daha pek çok kavram yasaktı, ayrıca devlet ideolojine karşı bir duruş sergilediği için umutvar değildim. Belge Yayınları cesaret gösterip yayınlayınca, okumak kadar yazmanın da hayatıma girdiği bir dönem başladı.

Zor bir çocukluk geçirdiniz pek çok Dersimli gibi, nelere tanıklık ettiniz, hafızanızda neler yer etti, Dersimli olmak Haydar Işık’ın hayatını nasıl etkiledi?

Dersimli olmak ateşten gömlektir. Bir de tam soykırımda dünyaya gelmişseniz ve Türk devletinin neler yaptığını bilincinize indirmişseniz, her gün işkence gören insanın ruhhalini yaşarsınız. Kışın kar altındaki evlerde toplanan kadınlar hem anlatır hem de ağlarlardı. Annemin ve öbür kadınların ağıtlı yılları ruhuma işlendi. Asker yukardan gelince herkesin önceden hazırladığı korunaklı alanlara nasıl kaçtıklarını, nasıl korku gördüklerini, komşumuz zengin ve devlete çok yakın duran USE MİRÇ ailesinin Elazığ hapishanesindeki bir oğlu hariç nasıl kurşuna dizildiklerini, hizmetçi Kemiz‘in sakladığı bir bebeğin bir gün sonra bulunup nasıl süngülendiğini anlatırlardı. Annem tek erkek çocuğu olduğum için gündüzleri bir ormana saklanır ve sürekli beni emzirirmiş. Yıllar sonra saklandığımız yeri gösterirken, kutsal Dağ DUZGİN‘in eteğindeki vadide sürgüne gönderilecek diye yola çıkarılan insanlarımızın nasıl yakıldıklarını anlatırken; “Bak o tarla kırmızı, halkımızın kanı.” demişti. Ayrıca devlet araziyi yakmış, hayvanları götürmüş, erkekleri tavşan kadar korkak yapmıştı. Kışın un ve yağ bitince nasıl bahara çıkacağımızı bilemezdik. İyi hatırlıyorum. Biz çocuklar naxırın(hayvan sürüsü) peşinden gider onların gübresinde tane arardık. Kar kalkıp kenger, sing, moresing, helige gibi bitkiler çıkınca bu sene de ölmeyeceğimize sevinirdik. Dut çıkınca rahatlardık. Katliam anıları, açlık ve hastalık yaşantımızdı diyebilirim. Katliam anılarıyla yaşamak ise insana en ağır yük gelir. İşte ben bu yükü taşıyorum.

Sizi Dersim’den Avrupa’ya neler taşıdı, uzun yıllar ülkenizden uzakta neler yaşadınız?

Evet, çok uzun yıllar ülkemden ve halkımdan uzak yaşamak zorunda bırakıldım. Avrupa‘ya öğretmen olarakgönderildim. Faşist cunta şefi Kenan Evren geri çağırtınca burada kaldım. Burada yaşamak öyle davulun sesi gibidir, uzaktan güzel gelir. Alman vatandaşı olduğum halde, bir Avrupalı demokrat gibi yaşadığım halde, polise, “Bana böyle davranamazsınız.” deyip kızmıştım. Bana cevabı: “Ama siz bir Kürt’sünüz.” olmuştu. Öğretmenlik yaptığım okuldaki öğretmenlerin yabancı düşmanlığı; toplumda Hitler faşizminin hayranı azımsanmayacak bir kitlenin varlığı acı bir realitedir. Anne ve babam öldüler defnedilmelerini bile yapamadım. Almanya bana çok şey verdi ama çok şeyden de mahrum bıraktı.

Dersim kültüründen bahsedelim biraz, Alevilik Dersim kültüründe nasıl bir yer kaplıyor, Alevilik kafalarımızın karışık olduğu bir konu; nedir Alevilik?

Dersim Kürdistan‘da ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Güney Kürdistan‘da pek çok kişi çocuklarına Dersim adını veriyor. Bu da Dersim‘in dinbaz kesimler hariç Kürtler üzerinde saygın bir yeri olduğuna işarettir. Bu saygınlık bölge halkının sosyal ve kültürel duruşuyla ilgilidir. Dersimliler Müslüman değiller. Zerdüşti inancın pek çok elementi çocukluğumda kullanılırdı. Güneş doğarken ilk huzmelerini öpüp duaya dururlardı. Adeta güneşle konuşurlardı. Güneş ve ay kutsal görülür, ocaktaki ateş söndürülmez, dağlara kutsallık yüklenir, dağlar birbirinin akrabası, baba-oğul- kızkardeş- musayip (sağdıç) olarak görülür. Bir yokuş çıkıp, bir kutsal tepeyi gören yerde piramit gibi taş yığınları görünür. Yolcu burada nefes alır, bir taş ta kendisi koyup görünen kutsal tepeye dua eder. İyilik ve kötülük ikilemi hayatın her alanında görülürdü. Hiç bir evde Kur‘an yoktu, hatta inanmadıklarını açıkça konuşurlardı. İnsanlar ikna için “Allah” demez “Haq” veya “Xizir” çağrılırdı. Bütün bunlar bu halkın Zerdüşt geleneklerini bırakmadığını gösteriyor. İslam‘a önyargılı ve eleştirel oldukları da muhakkaktır. Bunun yanında Kerbela olayı Muharrem orucu, Hz Hüseyin‘in katledilmesi gibi İslami gelenekler gibi, Gağan denen Ermeni halkının yılbaşı kutlamaları da yapılırdı. Diyebilirim ki çocukluğumdaki Dersim Zerdüşti inancı yanında İslam ve Hristiyan halklardan da bazı elementleri ya gönüllü ya da korktukları için almışlardır. Alevilik yaşayana, yaşama hakkını mutlak gören bir inançtır. Sonbahar aylarında gelen “Bava” dedikleri bir şahıs insanlara özet olarak dürüst olmalarını eline-beline diline sadık yaşam sürdürmelerini öğütler, gülbang(anlamını parantez içine yazabilir misiniz) verir, çilalık(anlamını parantez içine yazabilir misiniz) alırdı. Annemin bana öğretileri komşuların ve toplumun duruşu daha çocukluk yıllarımda sosyaliteme yön vermişti. Yaşayanı yaşat, haksızlığa karşı dur, mağdura sahip çık. Annem ekmek pişirirken ilk ekmeği dul komşu kadına götürmemi söylerdi. Paylaşımcı bir toplum yapımız da açıkça görülürdü. Yoksula ve zordaki insana yardım yaşamın doğal parçasıydı.

Aleviler için birçok kavram kullanılıyor kızılbaş, mum söndüren, mürtedi, kâfir (zındık, rafızi) gibi, aleviler bu kavramlar hakkında neler düşünüyorlar, Alevileri nasıl etkiliyor bu söylemler ve aleviler gerçekte kendilerini nasıl tanımlıyorlar?

İslam dinbazlarının Sünni İslam toplumunun hafızasına işlediği Alevilere hakaretleri devlet desteklidir. DAİŞ veya İŞİD denen İslam faşistleri 2014 yılında asıl düşmanı Şiilere saldıracaklarına ŞENGAL, KOBANE, MAHMUR gibi Kürt bölgelerine saldırmaları boşuna değildir. Kürtlerin İslam‘a karşı en az yüz yıl süren savaş verdikleri bilinmektedir. Müslüman olan Kürtler de çoğunlukla Sünni inancı olsa da mağdurdan yana Şafii inancını kabul etmişlerdir. İslam‘ın Kürde bakış açısı zaten önyargılıdır. İslam orduları AMED‘i aldığında Kürtleri canlı olarak Fis Kayalığı‘ından Dicle’ye atmışlardır. Ayrıca yedi bölgede yakılan ateşi söndürmeyi Kürt kanıyla yapmışlar. 17. YY da Melek Ahmet Paşa Bitlis Beyliğini tarumar eder. Kesilen her Kürt kafasına ödül verir. Sonra Van Kalesi önünde bu kafalardan piramit yapılır. Sincar’a sefere çıkar ve Ezidi Kürtlerin kafasından piramit yapar. (Kıllı Kürtler diyor Evliya Çelebi) Dersim uzun süre kendi sınırları içinde otonom yaşadığı için Osmanlı Dersim’e karşı yüzden fazla sefere çıkmış ama zafer kazanamamıştır. Devlet Sünni İslam‘ı kullanıp bu halkı bahsettiğiniz hakaretlerle anmaktadır. 1937/38 yıllarında Dersim soykırımında kullandıkları askerlerin önemli bir kısmı Şafii inançlı Kürtlerdir. “Bunlar dinimize karşı gelen rafizi vb. dir.” deyip savaşa sürülmüşlerdir. Kürtler kendi halkına karşı savaştıkları bilincinden uzak olduklarından din adına yaparlar. 90‘lı yıllarda binlerce Kürt aydınını vahşice katledenler yine Hizbullah Kürtleriydi. Bugün korucular kime karşı kullanılıyor?
Ayrıca devletin Alevi halkına soykırımları unutulmamalıdır. Hamidiye Alayları Ermenilerden sonra Kürt’üKürt’e kırdırmak için hazırlanmıştır. Devletin Sünni Hanefi inancı, Müslüman olmadıkları için her türlü yakıştırma ve hakareti Alevilere yapmaktalar. Aslında bu çocuk istismarcısı dinbaz imamlar Alevi’ye hakareti kendi mezheplerinin gereği yapmaktadırlar. Osmanlı geleneği bu konuda sürekliliğini sürdürüyor. Her türlü kirliliğe bulaşan, yalan söyleyen, sahtekârlık yapan kendisini temiz, Alevi’yi ise mum söndüren vs. demekle küçük ve İslam dışı gösteriyor. Kürt Alevilerin zaten İslam ile ilişkileri olmadığı bilinmektedir. Kürt’e ve Kızılbaş-Alevi insanına yapılan hakaretler onların dini anlayışlarını yüceltmiyor. Bahsettiğiniz kavramlardan yalnız “Kızılbaş” ı Kürt Aleviler kullanıyor. Öbürleri hakaret içeriklidir. Bugün Türk devleti Kürt halkının temel ve doğal hakkı olan anadil, kimlik, inanç haklarını tanımadığı gibi ağır baskılar altında tutuyor. Böyle antidemokratik bir ülkenin halkı, okullardan kışlaya, bürokrasiye kadar toplumun her alanında Türk ve Hanefi olmayan halklara önyargılı bakıp hakaret ediyor. Bu bir devlet politikasıdır. Kürt isen Türk, Aleviysen Hanefi olacaksın. Devletin temel politikasıdır. Kemalist devlet yoktan ulus yarattı, İslamist devlet bunu en radikal biçimde sürdürüyor. Böylesine, kafası rejim tarafından yıkanmış bir toplum Alevi’ye olduğu gibi Hristiyan halklara da önyargılı durur ve hakaretamiz kavramlar söyler. Sanki kendileri temiz, sanki hırsızlığı yapan yalan söyleyen onlar değil. Sanki kadına bakışlarında insani öz var?

Birçok kitabınızın konusu Dersim, neden Dersim’i yazmak bu kadar önemli sizin için?

Önce Dersim‘de yapılan unutulmasın unutturulmasın istiyorum. Sonra da devletin Dersim‘deki soykırımı son Kürt soykırımıdır. 1924’ten 1938’e kadar süren lokal soykırımların son halkası Dersim‘dir. Bana göre Dersim‘i tam anlayan, devletin Kürde yapmak istediğini iyi görür. İslamcı devletin Şengal‘de bir kaç sene önce yaptığı, Türk devletinin Afrîn‘de yaptığını Dersim‘de yaptılar. Kürt halkında ulusal bilinç gelişkin olmadığından, devletin sömürgeci politikası etkisinde Stockholm sendromundan mustarip. Örneğin İslam katliam yapıyor ona tapınıyor. Örneğin Kemal Atatürk soykırım yaptı Alevi Kürtler onu peygamber yaptılar. Erdoğan‘ı iktidar yapan Kürtlerdir. Ençok zarar gören onlardır. Ama bir Erdoğanizm‘in Kürdistan‘da olduğu gerçekliktir. Sömürge koşulları, halkların psikolojine yansımaktadır. Dersim‘de içki içilmezdi. Halkacılar ve kumar yoktu. Ama halkı devirmek için Tekel içki götürdü, halkacılar gitti Türkçe bilmeyenler poker oynadı. Halkı ruhsuz hale getirmenin başlıca yolları denendi. Aleviler ve Kürtler kendisinden utanır hale getirildiler. “Kuyruklu Kürtler”, “Kürt ne bilir bayramı, hor hor içer ayranı” vs...
İzmir Beştepeler Ortaokulunda öğretmendim. Sekizinci sınıfta insan iskeletini anlatırken kuyruk sokumunun hayvanlar gibi gelişmediğini söylerken bir Türk öğrenci: “Öğretmenim Kürtlerin kuyruğu var.” demişti. Yanında oturan Yavuz isimli Kürt’ü gösterip, “Yavuz‘un kuyruğu var mı?” Bu gencin Yavuz‘un ceketini kaldırıp kuyruk aradığını bizzatmüşahede ettim. Demokratik olmayan, kültürel düzeyi düşük toplumlar başkalarına karşı ırkçı ve önyargılı olurlar. İnsanı insan olarak değil, kendilerini insanüstü görürler. İşte Türk ırkçılığı bu temel üzerinedir. “Bir Türk dünyaya bedeldir.” Türk efendidir, öbür halkalar ona hizmet etmek zorundadır. Böylesi faşist ırkçı devlet ideolojisini, savaş öngören ırkçılar kullandılar. Hitler, Mussolini, Franco bunu gösterdi. Bugün ise, kendi halkının gözlerini karartmak, yanıltmak, iktidarlarını sürdürmek isteyen muktedirler kullanıyor.
Böyle olunca Dersimli olmak, Kızılbaş Alevi, demokrat ve sosyal olmak egemen ulusun iftira ve önyargılarına açık demektir. Dersim benim doğaya olan sevgimdir. Dersim benim insana verdiğim değerdir. Dersim güzellik ve insanlıktır. Dersim anadilim, sosyalitem ve kültürümdür. Aynı zamanda Dersim benim tarvmamdır. Bunu yazmak elbette doğaldır. Yazmamak bir çeşit halkına ihanettir, diye düşünüyorum.



Son kitabınız Xece’nin Dersim Kefareti’nde Dersimin kayıp kızlarından birinin hayatına tanık oluyor okuyucu, kim bu Dersim’in kayıp kızları, nasıl bir hayatı anlatıyor bu roman?

Kemalist Türk devleti 1937/38 yıllarında anlatmaya çalıştığım soykırımı yapınca pek çok Kürt kızını savaş ganimeti olarak yanlarında götürdüler. Bunlara “Besleme” derlermiş. 2014 yılında Şengal‘e giren İslamist faşistler ne yaptılar? Ezidi halkımızın kadın ve kızlarını esir alıp köle pazarında sattılar. Türk subayları yanlarında götürdüklerini besleme yaptılar. Hanımlarına hizmetçi yaptılar, sonradan da cinsel istismara maruz bıraktılar. Dersim‘in kayıp kızları işte bunlardır. Yüzlerce kız bu tarzda götürülmüştür. Bu kayıp kızlardan ilk olarak ben bahsettim. Dersimli Memik Ağa ve Dersim Tertelesi romanlarımda yazdım. XECE‘nin Dersim Kefareti romanımın ana personu işte böyle bir kızdır. Sizin sorunuzda bir naiflik var. Bir ordu geliyor öldürüyor, yakıp yıkıyor, sonra zevk için 5-6 yaşlarında bir kızı da savaş ganimeti olarak götürüyor. Bu gerçeklik o halkın aydınları için bir travmadır. Böyle bir gerçeklik yaşanmışsa bunu yazmamak, anlatmamak insani ağır suçtur. Şüphesiz XECE romanı pek çok saik yanında bu gerçekliğin yazılmasını öngördü. AREVİK romanımda ise bir Ermeni kızın öyküsü anlatılmaktadır.

Hilalin Gölgesinde Bir Ermeni Kızın Yazgısı da yine bir drama şahitlik ediyor, Ermeniler, Kürtler ve Aleviler neden ortak bir kaderle başbaşa kalıyorlar?


  1. Dünya Savaşı gölgesinde Ermeni soykırımı yapıldı. Mazlum Ermeni halkı İttihatçılar tarafından potansiyel düşman yapılmış hatta 35 kadar Kürt aşiretini de Hamidiye Alayları ile Ermenilere karşı silahlandırmış, Berlin‘de hazırlanan planlarıyla insanlık tarihinin o güne kadar en muazzam soykırımı gerçekleşmiştir. Dersim‘de Ermeniler korundu, devlete teslim edilmedi. Kemalist devlet, bugünkü sistemde olduğu gibi İttihatçıların devamıydı. Dersim‘in soykırıma uğramasının bir sebebi de budur. Ermeniler o zaman en aydın ve uyanan halk kesimiydi. Sanat, ticaret ve her konuda Kürtlerden ve diğer halklardan önde bir yaşam sürdürürken, Kürtler feodal karanlıktaydı. Bu iki halkın ve Alevilerin o zaman ortak bir kader kurmaları olanağı olamaz. Sıranın kendilerine geleceği bilincinde değillerdi. Alevilerin gerek devlet planları veya baskısı, gerekse Kürtler arası dinsel karşıtlığa dayanan Abdülhamid’den beri süregelen düşmanlık, birlik yaratmamıştır. Bugün bile HDP nekadar Alevilere yaklaşıyor, Aleviliğe can ve kan vermeye çalışıyorsa da, Dersim‘de iki milletvekili çıkaramıyor. Şeyh Said Serhildanın‘da devlet az da olsa bazı Dersimli aşiretleri “Bu Şafiiler devlet olursa sizi keserler.” yalanıyla ikna edip karşı çıkarmış, aradan çok geçmeden “Dersim rafizidir dinimize karşıdır.” benzeri propaganda ile Şafii Kürt askerleri Dersim üzerine gönderilmiştir. Bugün Kürtler arası bir bilinçlenme ve uyanma hatta örgütlenme olduğu halde hâlâ kitleler arasında dinbazların yarattığı önyargılar duruyor.

Dersim neden tarihi süreçlerde devletle sürekli sorun yaşadı, bu tarihsel sürecin alt yapısında neler vardı?

Dersim yaşadığı coğrafya‘da değişik inançlar Kızılbaş-Alevilik, Hristiyan ve Müslüman halklar, Kürtçenin lehçeleri yanında (Kurmanci ve Kırmanci), azınlık diller Ermenice ve Türkçe bir arada barış içinde yaşarken, Kemalist devlet bu farklılığı bugünkü anlayış gibi tek tip, tek millet, tek dil, tek mezhep yapmak için soykırım yaptı. Bugün ise Kürdistan‘ın bütününde sürdürüyor bunu. Alevi’yi Sünni, Kürdü Türk yapmak devletin İttihatçılardan beri yürüttüğü politikadır. Dersim Tertelesi‘ne kadar birlikten uzak lokal başkaldırılar oldu. Kürtlerin birbirlerinden haberi olmadı. Biri diğerine yardıma gitmedi veya gidemedi. Dersim bu halkanın sonuncusu olduğu için iyi analiz edilmesi ve Kürdistan‘a uyarlanması doğru olur kanaatindeyim. Dersim‘e yüzden fazla sefer yapılır ama zafer kazanılmazken, Kemalist devlet aşiret beylerine iltifat ve imtiyazlar vererek Dersim‘i içerden çökertti. Ayrıca önemle vurguladığım Kürtler arası birlik olmadığı gibi dürüst karakterli saygın Seyid Rıza‘yı tutan birkaç aşiretti. Diğerleri ya tarafsız, ya devletten yana olmuşlardı. 1937 yılında devlete karşı duran üç aşiret imha edilip Seyid Rıza oğlu ve arkadaşları idam edilince, sıra Dersim‘in bütüne gelir. 1938 yılında askerin eline geçen yaşlı, genç, kadın erkek, herkes katledilir. Hatta devletle çalışmış, büyük hizmetlerde bulunan beylerin tüm aile efradıyla kurşunlanıp yakıldıkları ve nüfusa sarı hastalıktan öldüler yazıldığı bilinmektedir. Tornadan çıkmış gibi homojen harmonik olması için Dersim‘de 70.000 insan katledildi. Dersim Kürdistan genelinin tipik bir prototipidir diyebiliriz. Bir çıbandır, kesilip atılması gerekir, dediler ve yaptılar. Dersim Kızılbaş-Aleviliğin merkezidir. Bunun yokedilmesi gerekir, dediler. Dersim ise sadece direnmek zorunda kaldı.



1937’de 1938’de cereyan eden olayları birer isyan olarak sürekli resmi ağızlardan dinledik, Dersimliler için bu tarihlerin anlamı nedir,neler yaşadılar, bu konuda ne düşünüp ne hissediyorlar bir Dersimli olarak sizden dinlemek isteriz?

TERTELE, yakma yıkma, üzerinden silindir gibi geçme, yani genosiddir. Hitler rejiminin Yahudilere yaptığı soykırıma kendileri Shoah Avrupalılar Holocaust derler. 1937/38 Dersim soykırımına da Kürtler TERTELE derler. Bu kavramı yazılı olarak ilk kullananlardan biri de benim. Dersimli Terteleyi bir milat gibi görür. Olayları tertele öncesi, sonrası diye tasnif ederler. O yıllarda doğana Tertele çocukları derler. Terteleyi yaşlılar anlatmazlardı. Çocuklar duymasın, korkmasın diye mi, yoksa korkunç bir travmadan kurtulamadıkları için mi bilinmez ama çocukluğumun yaşlıları müthiş korku içindeydi.
Devlet projesi tedip, tenkil, tehcir Dersim‘de büyük başarıyla gerçekleştirilince, sıra halka kim olduklarını öğretmek, inancını değiştirmek, dilini yok edip efendi dilini vermeye geldi. Okula başlayan çocuklar tek kelime Türkçe bilmezken, dayak ve küfürle kısa zamanda anne babayla anadilini konuşması yasaklanıp mutlu Türk yapılıyordu. Bu yeni paradigma şüphesiz hem çocuk üzerinde hem de toplumda kafa karışıklığına neden oluyor, kendisine güvensizliği, korkaklığı, sömürgeciye de boyun eğmeyi beraberinde getiriyordu. Özet olarak TERTELE aynı zamanda sağ bırakılanların asimilasyon cenderesinden geçirilmesi yani etnik yoketmedir.

Söz buraya gelmişken Dersim Tertelesi kitabınıza da değinmek istiyoruz, kitabınız ne anlatıyor bizlere?

Yukarıdaki sorunuzda Tertele‘nin ne anlama geldiğini ifade ettim. Kitabım Dersim‘e yapılan soykırımı yani Terteleyi anlatıyor. İsyan etmediği halde bu mazlum halk neden toplu katliama uğradı? En iyisi yazardan sorulacağına kitabı okumak daha doğru olanıdır.

 Ötekilerin gündemi olarak teşekkür ederiz.

Bu vesile ile sevgiler sunar, başarılar dilerim.


 

Merhaba sevgili okur; dünden bugüne, bugünden yarına;  emeğiniz, dayanışmanız ve duyarlığınız için bir kez daha teşekkür ederiz

Ötekilerin Gündemi dezavantajlı grupların sesi oluyor. Diyarbakır'da faaliyet gösteren gazete sesi ulusal medyada duyulmayan kesimlerin haberlerini yaygınlaştırıyor.

Sizler de kanalımıza abone olabilir, Sosyal Medya Hesaplarımızı takip edebilirsiniz ve arkadaşlarınıza önerebilirsiniz..


➤Abone butonu üzerinden bize destek olabilirsiniz:
https://www.youtube.com/channel/UCmKl...

➤Ötekilerin Gündem'ine destek olmak için:
https://www.otekileringundemi.com/

Bizi takip edin:

➤Web Sitesi:https://www.otekileringundemi.com/

➤Resmi Twitter Hesabı: https://twitter.com/OtekilerinG

➤Resmi Facebook sayfası: https://www.facebook.com/OtekilerinG/

➤Resmi Instagram Hesabı: https://www.instagram.com/otekilerin_gundemi/

Editör: Haber Merkezi