İSTANBUL ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ- Yorgancılık. Anadolu’nun nesli tükenme tehdidi altındaki zanaatlarından biri. Kültürel bir yaratının yitirilmesi, onda saklı olan tarihi hafızanın ve tecrübi birikimin de yok olması demek. Yorgancılık somut olmayan kültürel miras ve değerlerden biri olarak yok oluşun kıyısında o derin uçuruma yuvarlanma tehlikesinde kadim bir zanaat.

Söyleşi- Serdar Taş

“Yörgen” kelimesinden türeyen sözcük, kadim Türkçede “örtmek, sarmak, kaplamak, kuşatmak” mahiyetine geliyor. Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat’t Türk sözlüğü, bize kelimenin “yogurkan” sözcüğünden neşet ettiğini söylüyor. Yorgan, öncelikle bedenin üst kısmını kuşatan bir esvapmış. Çobanların gecelerin ayazına ve güz soğuklarının ısırganlığına karşı bedenlerini sarmalayarak uyudukları bir kepenekmiş. Kadınların büründükleri örtüleri de kimi kaynaklar yorgan sözcüğüyle ifade ediyor.

Osmanlı ordusu sefere çıkmazdan önce, ordunun zaferlerinden sonraki kutlamalarda, şehzadelerin sünnet düğünü için At Meydanı’nda tertiplenen şenliklerde, padişaha hünerlerini ve hürmetlerini takdim ve teşhir etmek üzere toplanan esnaf alayı içerisinde yorgancılar ve hallaçlar da hazır ve nazır bulunurmuş. Meşhur gezgin Evliya Çelebi, esnaf örgütlerini anarken yorgancı esnafından “Esnaf-ı Yorgancıyan”, hallaç esnafından ise “Esnaf-ı hallacan-ı pembe olarak bahseder. Ayrıca Abbasi halifesi Muktedir vaktinde zındıklıkla, mülhitlikle tan eylenerek idam edilen Hallaç-ı Mansur, yorgancıların piri olarak da addedilen muteber, mutemet ve semboik bir şahsiyet. Rivayet odur ki Hallaç-ı Mansur, akşam iğnesini, ipliğini, yüksüğünü tezgâhına bırakır, sabah döndüğündeyse yorganın yarısını yapılmış vaziyette bulurmuş.

Yorgan gitti, kavga bitti”, “pire için yorgan yakmak”, “yazın ayrana, kışın yorgana muhtaç olasın”, “ayağını yorganına göre uzat”, “aça dokuz yorgan örtmüşler, yine uyuyamamış”, “attan düşene yorgan döşek, eşekten düşene kazma kürek”, “kavga bizim yorganın başına imiş”, “dokuz yorgan eskitmek”, “pireye kızıp yorgan yakmak”, “yorgan döşek yatmak”, “yorgan kavgası”, “hallaç pamuğu gibi savrulmak” gibi pek çok deyimde, vecizede, ilenmede, türküde, mânide kendine yer bulan çok renkli, çok işlevli bir kültürel fenomen yorgan. Ayrıca “fiske vuruşu” ibaresinden bilegeldiğimiz fiske sözcüğünün de yorgancılığa dair bir terim olduğunu Nazmi Usta’ın cömert payşaımlarıyla öğrenmiş bulundum. Fiske iğneyle ipliğin arasındaki en küçük, kısa mesafeymiş. Eminim o iki dikiş arasındaki küçük mesafe, ahir ömrümüzü yorumlarken bir mecaz olarak her daim zihnimde belirecek. Debbah sevdiği deriyi yerden yere çalarmış. Yorgan olacak pamuk da önce kızılcık sopasıyla bir güzel dayaktan geçirilirmiş. Hayat da ziyadesiyle böyle değil mi? İnsan denilen bu tuhaf varlık da dayak yiyerek, türlü bedeller ödeyerek olgunlaşıyor, kıvam buluyor, pişiyor. Kimse bedel ödemeden, badire ve belaları savuşturmadan kendisi olamıyor.

İşte kültür âleminde bunca merkezi bir yeri olan yorganı üreten, işleyen maharetli bir elden, bir meslek ehlinden yorgancılığın ahvalini öğrenmek için Nazmi İnce’yle Göztepe’deki dükkânında yorgan sıcaklığında bir söyleşi gerçekleştirdik.

Serdar Taş: Onca meslek dururken yorgancılığa merak salmanızın, gönül vermenizin sebebi nedir? Yorgancılık baba yadigârı olarak kendinizi içinde bulduğunuz bir zanaat mıydı, yoksa sizin bile isteye seve icra ettiğiniz bir meslek mi?

Nazmi İnce: 1956 Trabzon Maçka doğumluyum. Beş kardeşten biri olarak ilkokulu bitirdikten sonra okuyamadım ve gurbet ele çıktım; maddiyat çok önemli tabii. 1970 yılında Acıbadem Dörtyol’da bu sanata başladım. 80’li yıllarda bu sanat bence kuyumculuktan bile daha önemliydi. Genç kızların çeyiz sandığı bizim işyerlerimizde organik malzemelerle ve özenle hazırlanırdı. Aslında çok revaçta bir sanatımız var. Üç asırlık bir dünya sanatı bu. Mustafa Kemal’in dediği gibi, “Herkes bakan olur, başbakan olur, reis-i cumhur olur ama sanatkâr olamaz.” Yani çok kıymetlidir, altın bilezik diyoruz mesela. Askerlikte de bu sanatı yaptım. Harçlığımı çıkardım, bahşiş aldım.

S: Orada da mı!? Askeriyede de bu sanatı yapabilmiş olmanız çok ilginç ve güzel bir şey.

N: Samsun Sıhhiye Okulu’nda yaklaşık dört metrekarelik bir yerim vardı. Orada da albayların, yarbayların, binbaşıların, bölük komutanlarının kızlarının çeyizlik yorganlarını dikmek bana nasip oldu. Gurur ve özenle yaptım. Askerlikte yapmayabilirdim ama ne kadar sevdiğimi siz varın buradan anlayın. Gördüğünüz bu yüksük benle birlikte askerlik yaptı. Bu yüksük işte benim altın bileziğim, benim için o kadar kıymetlidir. Oysa başta hayalim futbolcu olmaktı, milli takım futbolcusu olmaktı.

S: Her Trabzonlu gibi. (Gülüyorum)

N: Hâlâ da oynuyorum. Ayakkabılarım arabamın arkasında duruyor. Amatör ligde çok oynadım. Altmış beş yaşına kadar halı sahalarda devam da ettim.

S: Yaşınızdan çok daha genç gösteriyorsunuz.

N: Sağlıklı yaşamak için mutlaka spor yapmak lazım. Hâlâ da spor yapıyorum. Malzemelerimi dükkâna getiririm, akşam işi bıraktım mı Özgürlük Parkı’nda koşarım. 1750 km’lik bir park orası. Babalar Günü’nde koştum. 2002’de 1800 metreyi dokuz dakikada koştum. Atletlerle koştum ha! Çocuklarım da hep sporla ilgilendi. Kızımın atletizmde otuz madalyası, dünya üçüncülüğü var. Fenerbahçe’nin lisanslı sporcusuydu ama bıraktı, evlendi.

Sanat böyle bir şey, sanat parayla yapılabilecek bir şey değildir. Sanat emek ister, sabır ister, sanat aşkı ister ve her şeyden önce fedakârlık ve dürüstlük ister. Yani siz istemezseniz hiçbir şey olmaz. Öncelikle heyecan olmalı, sevgi olmalı, hayal olmalı. Bunlar olmadığı müddetçe mümkün değil. Şimdi ben sana üç dörtlük okuyayım o zaman…

S: Tabii ki, memnuniyetle dinlerim.

N: Euzü besmeleyle dükkânımı açarım/ El emeği göz nuru yorganımı dikerim/Sanat meslek uğruna düştüm gurbet yoluna/Sanat altın bilezik ustam taktı koluma

Senin için dikmişim mor menekşe yorganı/Çek üstüne de uyu görürsün rüyâları/Dike dike yorganı geldim elli yaşına/Sana olan aşkımı kattım sanat aşkına

Benden selamlar olsun Trabzon Maçka’sına/Tam elli yılım geçti Kadıköy yakasına/Yorgan çarşafın girli sevduğum seni yıkar/Dünyada yorgancılar Trabzon’umdan çıkar/Dünyada yorgancılar güzel Maçka’mdan çıkar

İşte sanat böyle bir şey.

S: Tam da bu noktada merak ettiğim bir şeyi sormak istiyorum: Bu Maçka’nın havasında suyunda ne var da yorgancılık zanaatının ocağı olarak bunca meslek erbabı çıkarmış?

N: Zaten Trabzon dediğiniz zaman başta spor gelir, sanat gelir, doğa gelir. Örneğin ben yorgana Şenol Hoca için bordo mavi renklerle “Trabzon’un Güneşi” yazısını işledim. İşte Volkan Konak için “Kuzey’in Oğlu” yazısını yazdım yorganın yüzeyine. Son zamanlarda Kilis’ten de çıkıyor meslektaşlarımız ama yorgancılık denildiği zaman akla Trabzon Maçka gelir. Bu da Maçkalının sanatkâr ruhlu olduğunu gösterir. Neden? Araştırdım. Trabzon’da her ailede iki- üç yorgancı varsa, iki üç tane de üniversiteli vardır. Maçka’da eğitim düzeyi çok yüksek. Adam çiftçilikle çocuğunu okutmuştur, benim de abim öğretmendir, abim okudu, biz diğer üç kardeş de sanata atıldık. İşimi severek yaptım, bugünlere sıfırdan geldim. Gerçeği söylemek gerekirse İstanbul’a kara lastikle geldim. Çok şükür, sanatımız bizi hiç yarı yolda bırakmadı, hiç mağdur etmedi.

Benden önceki oda başkanı Celalettin Akyüz -aynı zamanda on beş yıldır oda başkanlığı yapıyorum- bana şöyle anlattı: 1920’lerde Trabzon Maçka’dan babası Ahmet Akyüz yola çıkıyor, İstanbul o zamanlar Rus işgâli altında. Pasaportla gelebiliyor. Üsküdar’da İrmahor diye bir muhite Ali Usta'nın yanına geliyor. Ali Usta’nın dükkânında elektrik yok. Ali Usta dükkânını, motiflerini, lalelerini, karanfillerini, papatyalarını mumlarla süslüyor. Sanat sevgisini görebiliyor musunuz!?

S: Yoksunluğunu zenginleştiriyor yani.

N: Aynen öyle. Sanat işte böyle bir şey, yoklukta var ediyorsun. Bir şeyler üretmek, değişiklik yaratmak, sanat aşkı, sevgisi; emin olun bunlar çok önemli.

S: Bir yorganın yapılma aşamaları ve sürecini kabaca anlatabilir misiniz?

N: Çift bir yorgan, dört buçuk metrelik beyaz bir astar, üçlü setenle hazırlanır, makinede dikilir. Motif tezgâhta çizilir, gerdirilir. Bu hazırlık yaklaşık bir gün sürer. Ondan sonra pamuğu hazırlanır, içine konulur, sopalanır, teğeline kadar yapılır. Bir yorganın işçiliği ortalama iki gündür, ama düz mitil yorgan olursa bir usta günde iki üç tane bile dikebilir. İşçilik motife göre uzar. Motif vardır bir hafta sürer. Ne kadar emek verilirse fiyat da ona göre artar. Yorganları üçe ayırırız: gündelik yorganlar, kışlık yorganlar, çeyizlik yorganlar. Önceden sünnetlik ve gelinlik yorganlar da vardı. Şimdi onlar biraz unutulma yoluna girdi. Şimdi genel olarak mitil yorgan dediğimiz her gün kullandığımız yorganlar var.

S: Osmanlı’da yorgancılar ve hallaçlar nerede ve nasıl örgütleniyor?

N: Bizim esnafımızın kenetlendiği, toplandığı yer Kapalıçarşı’dır. Kapalıçarşı’nın kapılarından birisi İstanbul Yorgancılar Kapısı’dır, yine Yorgancılar Caddesi de vardır. Yorgancılar odamız da orada. Orada dernek kuruyorlar yorgancılar ve oradaki handa üç yüze yakın usta Türkiye’nin yorganını imal ediyor. Orada yirmi otuz tane bizim dükkânımız vardı. Rahmetli başkan Celalettin Bey’in bana söylediğine göre o şartlarda genel kurul yapamıyorlar, kongre yapılamadığı için vakıf ve dükkânlar ellerinden alınıyor, ama çok şükür odamız orada, caddemiz ve kapımız yerinde. Böyle böyle işte bu günlere geldik. Yaklaşık ben de dolu dolu elli yılımı verdim; çırak, usta, sanat hocası oldum ve şimdi de oda başkanlığı yapıyorum. Yaklaşık elli usta yetiştirdim, aşağı yukarı on bine yakın eserim var. Şurada Olimpiyat Çiçeği tasarımım var. Tasarım çizimler çok önemli.

S: Önceki nesillerden size aktarılan geleneksel motifler var kuşkusuz. Ama ben şunu merak ediyorum: Her yorgan ustasının kendine has imza ürünü var mı?

N: Mutlaka vardır. Neden? Onunla yola çıkıyor. Gördüğünüz gibi bizim ürünlerimiz hep çiçeklerden oluşuyor. Çiçek sağlık, sevgi, saygı, incelik demektir. Benim de yaklaşık beş yüze yakın eserim vardır. Şu an da devlet sanatçılığına müracaat ettim, prosedürleri neyse hazırladım, bir de video klip çektik burada.

S: Çiçek çok renklilik, çok seslilik, farklılık demektir.

N: Mesela sabah yıldızı çok parlak bir yıldızdır, onu dikeriz. İşte mor menekşeyi, sarı papatyayı işleriz. İstanbul’un, yedi tepenin çiçeklerini kırkyama olarak üzerine işlediğim yorganım var. Üç metrekare oskarlık bir örtü. Yüz bin iğne var üzerinde.

S: Arının petek örmesi gibi yorganınızı şekillendirmişsiniz.

N: Sanat dediğimiz gibi parayla yapılabilecek bir şey değil. Meslektaşlarımızın kendisini mutlaka geliştirmesi gerekir. Mesela müşteri ister; bir hoca öğrencisine yapamıyorum der mi, diyemez. Bizim de bu sanatın hocaları olarak bir motifi dikemiyoruz deme hakkımız yok, mutlaka onu dikebilmeliyiz yani. Eğer biz ustaysak, bu işin profesörüysek mutlaka o motifi çizip dikmeliyiz.

S: Yani müşterilerinizin talepleri de sizin sınırlarınızı zorlayıp yeteneğinizi geliştirmenize vesile oluyor, öyle mi?

N: Mutlaka. Mesela Olimpiyat Çiçeği. Olimpiyat halklarını biliyorsun, dedim ki bir desen çıkarayım. Bunun için çok uğraştım. Böyle çizimleri ancak mimarlar çiziyor. Yirmi santimlik bir resmi sen iki metreye yayıyorsun. Onu öyle yayacaksın ki her yer eşit olmalı, motifler bütünlüklü, birlikte olmalı, birbirini tutması lazım. Nizami ve ölçülü olmalı. Burada emek var, burada itina var, kalite var, titizlik var. Gerçekten biz sanatımızı anlatmaya, tanıtmaya kalksak aylar alır; öyle bir dünya sanatıdır yani. Zaman zaman Amerika’dan, Harvard Üniversitesi’nden yetkililer geliyor, hocalar, bilim adamları geliyor; işte sanatla ilgili araştırmalar yapıyorlar sizin gibi ve hayran kalıyorlar.

S: Müşterileriniz size belirli desenlerle, motiflerle geliyorlar mı?

N: Kataloglarımız var, daha çok oradan seçiyorlar. İşte sergilediğimiz canlı numuneler var, teşhirlik ürünler var.

S: Yorgan dışında yan ürünleriniz var mı?

N: Yatak koruması var, koltuk örtüleri dikiyoruz, kırlent dikiyoruz, önceden divan örtüleri dikiyorduk. Perde dikerdik. Bizim esnafımız yorganın yanı sıra perde de diker. Ben yapmıyorum ama meslektaşlarımın yüzde altmışı ek iş olarak perde de diker, çünkü yorgancılık yeterli gelmiyor, ama ben koymuyorum. Ben yorgancıyım, benim işim bu. Perdecilik zaten ayrı bir iştir, yorgancı yorgancıdır.

S: Geçim davasıyla, maişet belasıyla yorgancılığın yanında başka işler de yapılıyor yani.

N: Yorgan yetmedi ya! Dükkân kiraları çok pahalandı ve yorgancılar hep caddelerdeydi.

S: Şimdi ara ve arka sokaklara çekilmiş haldesiniz.

N: Yetmişlerden iki binlere kadar İstanbul sokaklarını hep bizim esnafımız süslerdi. En güzel caddelerde bizim meslektaşlarımız vardı. Son zamanlarda kira bedellerinin yükselmesi bizi çok etkiledi. İğneyle kuyu kazıyoruz.

S: Pandemi sürecinin işlerinize ve faaliyetlerinize etkileri nasıl oldu?

Bu Korona, mikrop belası olmadan önce Sultanahmet Meydanı’nda Ramazan aylarında bir ay boyunca sahura kadar sanatımızı sergiliyorduk. Sultanahmet Meydanı’nda Asırlık Tatlar ve Sanatlar adındaki bir organizasyon 2015 yılından başlayarak her Ramazan düzenleniyordu ve bizim standımızı on binlerce kişi izliyordu. Orası tabii çok hareketli bir yer, çok büyük bir platform. Turistlerin uğrak yeri. Biz bu etkinliği sekiz yıl yaptık, pandemi dolayısıyla ara verdik. Yine Kadir Topbaş Kültür Sanat Müzesi’nde geçen sene 6-10 Kasım tarihlerinde iki yüz elliye yakın stantla beraber, İstanbul Yorgancılar Odası olarak sanatımızı icra ettik. Bu sergilere biz, ticaret babında ekonomik kaygılarla gitmiyoruz; kültürümüzü tanıtmak ve genç nesillere anlatmak amacıyla katılıyoruz.

S: Peki ilgili makamların bu sanatı yeterince desteklediğini düşünüyor musunuz? Yoksa hâlâ var olma- yok olma ikileminde salınan bir meslek mi yorgancılık? Yani siz bir yetmiş sene sonra bu sanatın hâlâ yaşıyor olacağından emin olabiliyor musunuz?

N: Hayal olur. Bir futbol kulübünü düşünelim; altyapısı yoksa ne oluyor, küme düşüyor. Biz de bu sanatın ileri gelenleri, hocaları, yetkilileri olarak çırak bulamıyoruz ve bu mesleği aktaramıyoruz. Acilen çıraklık okullarının açılması gerekiyor. Bir efsane, bir kültür yok olma yolunda, açıkça söylüyorum. Ben elli yılımı verdim, Tuzla’dan Silivri’ye kadar bütün esnaf bizim odamıza bağlı ve ben de dolaşıyorum zaman zaman ama yaş ortalaması elliden aşağı olan kimse, hiçbir usta yok. Meşakkatli bir sanat, zor bir sanat, ama zorluğunun yanında da çok zevkli, renkli bir sanat.

Bu tür zanaatların yaşaması, ayakta durması için devletin, yetkililerin bu sanata sahip çıkması gerekir. Devlet gerçi vergi muafiyeti çıkardı, mesleği koruma altına aldı ama yine de yetmiyor. Yorgancılık sanatını Avrupa’ya taşıyamadık. Bundaki eksiklik bizde mi, başımızdakilerde, yetkililerde mi, bilmiyorum. Bu sanata yetkililer sahip çıkacak ya! Ben ülkemizde bir müze istiyorum. Bakın müzemiz yok. Odamızda üç bin beş yüz tane üyemiz var. Hepsi değerli ustalar, sanatkârlar. Bu emeğe yetkililerin sahip çıkması gerekir. Ben şahsen bir müze açılması için ne gerekiyorsa hazırım, ne istiyorlarsa yaparım yani ama birilerinin bu işe el atması gerekir. Neden Amerika’da yorgancılık müzesi açılsın ki kardeşim! Bu sanat Türkiye’ye mâl olmuş bir milli sanattır. Burada olsun yani, ben bunu burada yaşatırım. Hatta yorgancılığın doğduğu yer Trabzon, Maçka; giderim orada yaparım hiçbir şey yapamazsam.

S: Emeğinizin ürününü şöyle bir karşınıza alıp da seyrettiğinizde nasıl bir his yaratıyor sizde?

N: Evladım gibi. Bu kadar emek veriyorum, satıp da parasını alıyorum ama bana sorsalar, “Usta, para mı, eserin mi?” diye; ben eserimin yanımda olmasını isterim. (Gülüyor). Sanat camiasında da böyledir: Bestekâr ilk bestesini kimseye vermek istemez, onun için çok kıymetlidir yani.

S: Sanki yuvadan çocuğun gitmesi gibi bir şey.

N: Aynen öyle. Evladından daha kıymetlidir. Neden biliyor musun? Seksenli yıllarda İstanbul sokaklarını laleleriyle, papatyalarıyla, karanfilleriyle, güneşleriyle, motifleriyle bizim esnaf süslüyordu. Gerçekten kuyumculuktan daha kıymetliydi ama dediğim gibi son zamanlarda çoğu sanat dalı kayboldu gitti. Kalaycılık, demircilik gibi ne sanatlar kayboldu!

S: Artık numunelik oldu böyle zanaatları icra edenler.

N: Kesinlikle.

S: Peki sizin ustanız, size el veren kişi kimdi? Ustanızla olan hukukunuzu merak ediyorum.

N: Tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum bu soru için. 1970’de Acıbadem’de Abdurrahman Turan Usta’nın yanında bu sanata başladım. Hayatta üç kişinin ellerinden öperim. Birisi beni yetiştiren annem babam, ikincisi ilkokul öğretmenim, üçüncüsü ustam. Benim için eli öpülesi insanlar bunlardır. Ustamı özel günlerde mutlaka ararım, o da beni arar, çok sever. Türk Hava Yolları’na bir belgesel yapıldı, şu an da yayınlanıyor. Ustamın oğlu Turan Almanya’ya gidiyor, yaklaşık bin beş yüz- iki bin metre gökyüzüne yükseliyor uçak, o anda belgesellere giriyor ve belgeselde babasından, ustamdan bahsettiğimi görünce eşiyle birlikte ağlıyorlar. Gece saat on birde beni aradı, bana, “Sen ne biçim adamsın!?” dedi. Şunu söyleyeceğim: İyi bir usta kaliteli bir kişi yetiştirir. İyi bir anne baba kaliteli bir evlat yetiştirir. İyi bir hoca, iyi bir öğrenci yetiştirir. Ustamın bana yön vermesi, bugünlere gelmemde çok etkili oldu. Her zaman üzerimde emeği geçti. Onu kongrelere davet ettim, arkadaşlarını gördüğünde çok mutlu oldu. Bayramlarda seyranlarda aradım, tebrik ettim. Her zaman kendisiyle gurur duyduğum, örnek aldığım bir insan oldu ustam. Sanata başladığım zaman, müşterilerin ürünlerini, işte pamuğunu, yününü getirdiğim zaman, “Evladım, bir gram pamuk düşse Allah bunun günahını senden sorar!” derdi. Ustam sanat, meslek ahlakına sahip birisiydi. Biz böyle gördük, böyle yetiştik. Kendimde beğendiğim taraf, hep örnek olmak için mücadele vermem. Hep doğru olmak için mücadele verdim. Yetiştirdiğim ustalara da hep bunu aşıladım. Bu yaşıma kadar içkim, sigaram hiç olmadı. Herkese de içmemelerini tavsiye ediyorum. Bu iş yerinde bir sigara içilse o sigaranın dumanı yorganlara siniyor. Ben kahvehaneyi hiç sevmem ama arada bir giderim ve o elbiseden bir hafta o sigara kokusu çıkmaz. Dükkânıma da yazdım: “Yaşam ve sağlığı seven herkese yün ve pamuk.”

S: Polyester, naylon, elyaf gibi petrol atığı endüstriyel seri üretim ürünler yorgancılığı tehdit ediyor. Peki neden yün ve pamuktan yapılan yorganları tercih edilmeli?

N: Şu pandemi sürecinde yünün ve pamuğun kıymeti daha fazla ortaya çıktı. Müşterim yün ve pamuk istiyor. Niye? Organik ve sağlıklı. Yünün özelliğini söyleyeyim: İnsanın stresini alıyor, yorgunluğunu alıyor, rutubetini alıyor, terini emiyor, seni rahat ettiriyor. İşte çorap alırken yün ve pamuk olsun diyoruz; atlet alırken penye diyoruz. Peki penye nedir? Yüzde yüz pamuktur. Bunlar çok önemli. Gençlere bunları anlatmalıyız. Herkese anlatmalıyız. İşte Canan Karatay Hoca; teşekkür ediyorum ona, hocama selamlar olsun; bir hocanın işi gücü yok da gelecek yünü, pamuğu mu anlatacak!? Sağlıklı ürün kullanmak herkesin hakkıdır. Geçen gün spor yapacaktım, dedim ki bir ayakkabı alayım. Spor ayakkabısı altı yüz lira ya! Ben de altı yüz liraya yorgan yapıyorum, bak! O ayakkabıyı sen taş çatlasa beş yıl kullanacaksın. Benim yorganım yirmi beş yıl kullanılıyor, evladiyelik ya! Sağlık, kalite, ekonomi bizim olmazsa olmazlarımız yani! Yorgan insanın bir parçası. Hayatımızın önemli bir kısmı yatakta, yorganın altında geçiyor. “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.” Yarım asırlık sanat hayatımda hep sağlıklı ürünler sundum. Yatak odalarına sadece hekimler girebilir; bizler yeri gelince yatak odalarına kadar girip yorganları, yastıkları sırtlayıp alan kişileriz. Son zamanlarda fabrikasyon ürünler piyasayı baltaladı. Ama bir emekçi usta olarak, bir sanat hocası olarak kararlıyım, sonuna kadar da bu mesleğin, işin takipçisiyim.

S: Belki de sizin gibi üç beş tane azimli, kararlı ustanın çabalarının yüzü suyu hürmetine bu zanaat hâlâ yaşıyordur.

N: Yüzlerce televizyon programı yaptık, sergiler açıyoruz. Teşekkür ederim geldiniz, bize zaman ayırdınız. Zamanında Savaş Ay’ın A Takımı programı vardı, üç saat bizi konukladı canlı yayında.

S: Savaş Ay işini piyasada biraz daha doğru yapan biriydi.

N: Çok kaliteli biriydi, Allah rahmet eylesin! Hiç unutamadığım bir anımı paylaşmak isterim: Derya Baykal Hanımefendi canlı yayında benim için ne dedi biliyor musunuz? “Ben Nazmi Usta’ya kefilim,” dedi. Bu çok önemli. Parayla her şeyi alabilirsiniz ama güveni, doğruluğu, kişiliği satın alabilir misiniz? Kimsenin buna gücü yetmez ya! Ona milyonlarca kere teşekkür ediyorum bana güvendiği ve kefil olduğu için. Ben oğluma kefil olmam ya! Kefil olmak çok faklı bir şey. Gittik işte, Derya Hanım’a konuk olduk, anlattık sanatımızı. İlk atv’de Esra Ceyhan’ın canlı yayın programına katıldım. Onun için de yazılı bir yorgan yaptım, resmen ağladı, çok duygulandı. Sanat dünyayı birbirine bağlayan bir elçidir.

S: Yorgancılar Odası başkanı ne zaman seçildiniz?

N: 13 Şubat 2022’de kongre yapıldı, tekrar başkan seçildim, bu son diyoruz ama bakalım. Çok meşakkatli bir iş. İnsanları idare etmek çok zor. Şöyle söyleyeyim: Apartmanda yaşıyorsunuz. Diyelim otuz kişi var. Doğal olarak o otuz kişi o apartman yöneticisini daima eleştirir. Yöneticiler hep eleştirilir ama başa geldiği zaman adam bırakıyor artık. Apartman toplantılarına hep üç-dört kişi gelir, bu hep böyledir. Ben buna tanık oldum, ben de apartman yöneticiliği yaptım. İnsanları mutlu etmek çok zor, insanları bir araya getirmek daha da zor. Bir de bu pandemi dolayısıyla insanların yarısı dağıldı. Ben de anlıyorum, tabii ki sağlık çok önemli. İcabında çocuğunuzla, torununuzla mesafe koyuyorsunuz araya. Bu mikrop dünyayı dize getirdi, ciddi bir olay. Sert bir süreçten geçtik, dünya sallandı. Çok şükür ben yakalanmadım, aşılarımı oldum. Bir başkan olarak sosyal, kültürel etkinliklerde bulunmak zorundayım.

S: Ben sizin bilginizi, birikiminizi cömertçe sunmaya hazır olduğunuzu görebiliyorum.

N: Serdar, şöyle söyleyeyim: Sanat böyle bir şey. Sanatı bir dolapta kapalı tuttunuz mu hiçbir anlamı yok, bunu yaymamız gerekir. Genç kuşaklardan, üniversitelerden zaman zaman dönem sonunda bitirme ödevi olarak öğrenciler bizim mesleğimizi konu yapıyorlar. Şuna da değinmek istiyorum: Sayın Mustafa Duman Usta’mız, iki tane yorgancılık zanaatıyla ilgili kitap yazdı: Mor Menekşe İstanbul’da Geleneksel Yorgancılık Sanatı. Bir tanesine de biz yardımcı olduk; yaklaşık elliye yakın meslektaş, emekçi ustamızın emeğinden oluşuyor. Çok mutlu olduk, çünkü bu kitabı insanların okuyup bu sanatla ilgili bilgilenmesi, bu mesleğin önemini, kalitesini öğrenmesi gerekir.

S: Çok teşekkür ederim.

N: Ben teşekkür ederim.

Editör: Haber Merkezi