Haber Behcet Bayhan 

DİYARBAKIR ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ- Usta Şair ve Yazar Şükrü Erbaş, Suriçi Taş Mahal Cafede Şiir Dinletisi ve İmza Günü’nde sevenleriyle buluştu. Erbaş, "50 yıldır şiir yazıyorum, lise yıllarında başladı bu delilik, 1968’de. 68 kuşağının bizi kanatlandırdığı zamanlardı" dedi.

Diyarbakır’da Şükrü Erbaş Şiir Dinletisi ve İmza Günü

Yazar ve Şair Şükrü Erbaş anlatıyor:

Erbaş, "50 yıldır şiir yazıyorum, lise yıllarında başladı bu delilik, 1968’de. 68 kuşağının bizi kanatlandırdığı zamanlardı. Kültürel ana rahmi şarkılar, masallar, türküler olan birisiydim. Masalların, halk türkülerinin salladığı bir beşikte doğdum, büyüdüm. Benim ana rahmimin sesleri bunlar idi. 

Sonra büyüyorsunuz: Emil Michel Cioran (Filozof) diye bir kaçık var, Nietzsche’den sonra en büyük kaçıklardan biri, büyük bir nihilist. Onun “Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine” diye güzel bir kitabı var -ama siz Çürümenin Kitabı’nı okuyun yine de-. Ben de büyümüş olmanın sakıncası diyerek bağlayayım; büyüyorsunuz çaresiz bir şekilde ve okulla tanışıyorsunuz. Okul sizi başka yerlere yönlendiriyor. Sonradan okuduğumuz kitaplar da başka boyutlar kazandırıyor bize. Ben ortaokuldayken Yaşar Kemal’in, Orhan Kemal’in, Sait Faik’in o gün yayınlanmış ne kitapları varsa su gibi, deli gibi okuyordum. Liseye geldiğimde dünya edebiyatı ile tanıştım. Cemal Süreya der ki; 1947 yılında Dostoyevski okudum o günden beri huzurum kalmadı. Benim de lisede Dostoyevski, Tolstoy okuduktan sonra huzurum kalmadı. Birdenbire yelpaze genişliyor, pencere büyüyor, açılıyor, rengarenk oluyor. Bilgi çeşitleniyor, derinleşiyor, sonsuzlaşıyor. Duygu sizi küçük bir kentte yaşadıklarınızın çok ötesine götürüyor. Akıl halkalanıyor, başka rüyalar, düşler, hayatlar kuruyorsunuz ve şiir yazmaya başlıyorsunuz.

Şiir; çünkü benim özellikle türkülerden oluşmuş bir ana rahmim vardı. Benim sesim güzel değildir, hiç bir müzik aleti de çalamam. Ama 2000’e yakın türkü bilirim. Eğer sesim olsaydı ben ozan olur at sırtında köy köy gezerdim. Müzik, türkü, saz olmayınca bana şiir kaldı geriye. İlk yıllarda halk şiiri ağır bastı, türküler harcımı, mayamı oluşturdu. Çünkü divan şiirini anlamıyoruz. Ama halk şiiri öyle değil. Kürtleri ayrı tutacağım burada. Çünkü başka bir dil öğrenmek zorundasınız, dilinizi okulla birlikte bıraktırmaya ya da bırakmasanız da başka bir dilin içinde yaşamaya, öğrenmeye zorlanıyorsunuz.

Yazmanın yanında 40 yıldır da konuşuyorum. Yazarken dünya ile bağları koparıyorsunuz, yazanlar bilirler. Sizi yazmaya götüren nasıl bir heyecan, acı, öfke, duygu, keder, hüzün, adı ne ise; orada ne varsa yaşadığınız ve kalbinizde, boğazınızda, aklınızda taşa dönmüş bir şey; sizin bunu sözcük sözcük hece hece çözmeniz gerekir. Çözmezseniz başınızda 15 numara inşaat çivisiyle gezersiniz. İçinizdeki çatışma, öfke, itiraz, karşı koyuş sizi, “beni söyle benden kurtul”a götürür. Yapabileceğiniz tek bir şey var, ilk dizeleri dizersiniz, kağıda geçirirsiniz, söylersiniz. Mallerme’nin söylediği “ilk dize allah vergisidir” sözünün ardında yatan; verili akılla, gündelik konuşma dilinin aklıyla dizenin nereden süzülüp geldiğini açıklayamazsınız. Müziğin, resmin, şiirin bir içe doğuş anı vardır, bunun açıklaması yoktur.

Şiir bizim yazdığımız dilin billurlaşmış, en kristalize olmuş halidir. Birkaç dize düşer kağıda, bundan sonrası çalışma ister. Evin en tenha, yalnız odasına çekilip, dünya ile bütün duygu ve düşünce bağını koparacaksınız, okur yok iken, bilinemez iken -ki iyi ki bilmiyorsunuz. Okur sizi yönlendirirse siz size ait tek bir cümle kuramazsınız.

Bizi kuşatan toplumsal, siyasal, sosyal bir gerçeklik var. Ben bu gerçekliğin bizi kuşattığı, çökerttiği yerde yazarak soluk alıyorum ve yazdıklarımın da (okur üzerinden) insana dönüştüğünü görüyorum.

Kendim için yazıyorum diyen ikiyüzlülük yapıyordur. Biz kendimiz için yazmayız; yazma eylemi bütün boyutları ve derinliğiyle insanlara, topluma bir önermede bulunmaktır. Yazarak biz, benim gibi düşün, benim gibi duy, benim gibi hisset demeye çalışıyoruz.

Bir ölüm şiiri, ayrılık şiiri veya kavga şiiri yazıyorsunuz ve nasıl oluyor da binlerce insanla buluşuyor? Kendi adıma yaşadığım coğrafyanın, ülkenin, zamanın ruhunu, ortak bilinçaltını çok iyi biliyorum. Aynı heveslerin, gelecek tasavvurunun içinde yaşıyoruz. Sadece bunu birbirimize söyleyemiyoruz. İsrailli keman virtüözü Yehudi Menuhin’in bir sözü var; “bizler birbirimize ait olduğumuzu unuttuk”. Şimdi içinde çırpındığımız yabancılaşmanın ve bunun yarattığı yalnızlığın, bu ikisinin elbirliğiyle bizi kuşatma altına aldığı korku çemberinin içinde ve bu çemberin bize oynadığı oyun; ötekileştirme, ötekileştirme, ötekileştirme...

Ben yazdım ve iyileştim, yazarak iyileştim. İnsanın pek çok halleriyle ilgili yazdım. Aşk ağırlıklı olarak yazdım evet ama herhangi bir alanda yaratıcı bir etkinlikte bulunuyorsanız yapıp ettiklerimizin toplamından oluşan bir varlığa dönüşürüz. Birisini öne çıkaramazsınız.

Söyleşiyi şu sözlerle bitiriyorum: Acılarınızın ortakçısıyız biz" dedi. 

Merhaba sevgili okur; dünden bugüne, bugünden yarına; emeğiniz, dayanışmanız ve duyarlığınız için bir kez daha teşekkür ederiz Ötekilerin Gündemi dezavantajlı grupların sesi oluyor. Diyarbakır'da faaliyet gösteren gazete sesi ulusal medyada duyulmayan kesimlerin haberlerini yaygınlaştırıyor. Sizler de kanalımıza abone olabilir, Sosyal Medya Hesaplarımızı takip edebilirsiniz ve arkadaşlarınıza önerebilirsiniz..

Sosyal Medya Hesapları:

WEP ► https://www.otekileringundemi.com/

Twitter ► https://twitter.com/OtekilerinG

Facebook ► https://www.facebook.com/OtekilerinG/

Instagram ► https://www.instagram.com/otekilerin_...

YouTube► https://tinyurl.com/2kjpj5w8

Linkedin► https://www.linkedin.com/feed/

E. posta ► [email protected] [email protected]



 

Editör: Haber Merkezi