ANKARA ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ RÖPORTAJ;(Devam edecek) Akademisyen, Ulusal ve Uluslararası Ceza Hukuku doçent avukatı, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu üyesi, Sınır Tanımayan Avukatlar platformundan Öykü Didem Aydın  Genel Yayın Yönetmenimiz Hamza ÖZKAN’nın sorularını yanıtladı







LGBTİQ bireyler heteroüel bireylerin sahip olduğu haklara hukuk önünde sahipler mi, LGBTİQ bireylerin hakları yeterince savunuluyor mu, Türkiye bu konuda nasıl bir karneye sahip?



 Cinsel yönelim hukuku ve cinsiyet kimliği hukuku Türkiye’de büyük ölçüde geri kalmıştır. Düzgün bir “cinsel yönelim” nitelemesini kanunların, yönetmeliklerin hiçbir yerinde bulamazsınız. Türk Tabipleri Birliği’nin meslek etiği kuralları dışında bunu açıkça bir ayrımcılık nedeni olarak sayan bir düzenleme bulunmuyor. Öte yandan kadın erkek eşitsizliğinin son derece yaygın olduğu bir coğrafya. Dikkatli bir gözlemci, yani aslında çok da dikkatli olmaya gerek yok, kadınlar ve erkekler arasında mekan ayrıştırması, iş güç ayrıştırması, farklı davranış beklentileri ve muamelelerinin ayyukta olduğu bir toplum yapısıyla karşı karşıya olduğumuzu zaten görür. Toplumsal cinsiyetçiliğin bu derece tehlikeli boyutlara vardığı bir ortamda gelin görün cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerine nasıl yaklaşılır! Bir belediye meclisi üyesi ben eşcinselim diyebiliyor mu?  Eşcinsel avukat da var, doktor da, öğretmen de,  tornacı da, kamyon şoförü de, gazeteci de mühendis de, iş insanı da.



Cinsel yönelim; din, dil, ırk, cinsiyet, etnik köken gibi bir ayrımcılık nedeni olarak hala yerleşmedi. Oysa Anayasa, sayılanlar dışında bir de “benzeri sebeplerle” diyor. Yani Anayasa bunu açıkça saymasa da işte bir “yönelim” de benzeri bir nedendir. Ama Mahkemeler bunu kolaylıkla uyguluyor değiller. 1970’lerde bir Yargıtay kararı vardı: “Sevici” etiketi ile nitelediği kadın çocuğun velayetini alamaz, topluma kötü örnek olan bir kadın vs. diyordu. Bugün acaba hukuk bunun bir arpa boyu ilerisine taşındı mı tartışılır. Şüphesiz Türkiye’de 70’lere nazaran, belli bağlamlarda ilerleme vardır. Artık bu olgular, ana-akım içinde de kendinden bahsettiriyor öyle olunca, hâkimler de bunları duyuyor merak ediyor, araştırıyor olabilir. Türkiye’de eşcinsel savcılar, hâkimler de var. Bununla ilgili vakalar sansasyon haberlerine konu olmuştur, işte HSYK soruşturma açmıştır vs. Bütün diğer şartlar sabitken, bir hakimin de salt eşcinsel olduğu için bir HSYK soruşturmasına muhatap olması yalınca, ayrımcılıktır zaten, başka bir şey değildir. Birazdan söz edeceğim, “farkındalık”, “açıklık”, “onur”,  “bir ahlaki özne olarak herkes gibi varolmaklık” sorunları yaşandığından oluyor bunlar. “Onur mücadelesini” birilerinin vermesi lazım, bunun belirli bedelleri de olsa. Ama toplumuz genel olarak kol kırılsın yeni içinde kalsın, anlayışında. Oysa kırılan bir kol filan yok. Kırılan bir kol yoksa buna karşı olumsuz yaklaşmak bir ayrımcılık ise, dünyada da bu böyleyse, şu halde haklı bir mücadeledir. Bir hak mücadelesidir, başka şey değildir.



Trans geçiş süreçleri açısından Medeni Kanunun koşulları oldukça ağır. Geçiş süreci oldukça uzun sürebiliyor ve Türkiye’de bunu ancak belirli başlı hastaneler gerçekleştiriyor. Gözlemlerime göre, çoğu trans kadın kanuni geçiş sürecini değil de gayri resmi cinsiyet geçişini gerçekleştirip sonra bunu tanıtma yoluna gidebiliyor. Trans erkekler hukuki süreci daha fazla tercih ediyorlar, operasyonun belki daha zor olmasından belki de tıbbın bu konuda trans-kadınlık geçiş süreçlerine nazaran daha az gelişmiş olmasından. Anayasa Mahkemesi yakın bir zamanda, trans geçiş süreçleri bakımından kısırlık şartını kaldırdı. Bununla beraber genel olarak Türkiye’de trans-kimliklerin korunması dünyada ortalanın altı bir düzeyde, denebilir.



Nefret suçları konusunda STK’ların raporlarına bakılacak olursa önemli bir artış olduğu söylenebilir. Trans işçileri bu açıdan en zor durumdaki kesim. Mahkemeler, nefret suçları bakımından, durumu herhangi bir vaka gibi değerlendirme, olayın nefret suçu boyutunu görmezden gelme eğilimine girebiliyorlar.



Yine çapraz veya çifte kırılganlıklar, örselenebilirlikler var, bakıyorsunuz hem mülteci, hem trans veya eşcinsel, hem dezavantajlı başka bir kimliği var, o zaman sorunları katmerleniyor. Yoksulluk LGBTİQ+ alanında da, bu kesimler bakımında da sorunların boyutunu derinleştiren son derece önemli bir parametredir. Varsıl bir eşcinsel veya trans sağlık sorunlarında, bu işten anlayan hekimleri, önyargısız birini, yetkin bir kimseyi arayıp bulabilir, işte yurtdışına gider, meselelerini çözer. Ama kamu kaynaklarına muhtaç durumdaki bir LGBTİ, sonuçta, kamu politikalarının ve kamu hukukunun ceremesini çeker.



Savunuluyor mu, sorusuna gelecek olursak. Savunanlar var tabii. Ama bu alanda yapılması gereken, avukatlık anlamında, hâkim ve savcıların eğitilmesi anlamında, polisin eğitilmesi anlamında çok şey var. Siyasal düzlemde karar alıcı düzeyde olanların da belirli bir farkındalık ve bilinç geliştirmesi gerekiyor. Belki sorunun en pratik yanıtı Türkiye’deki LGBTİQ+ derneklerinin üye sayısında ve etkinliklerinin akran-denetiminde gizli. Bu sayıyı ne yazık ki bilmiyorum, bazen de kim neyi ne derece doğru yapıyor diye bakmıyorsunuz. Aman yapması yeter, o olmasaydı başkası hiç olmayacaktı, deyip geçiyoruz. Bir görünürlük var, çok çeşitli etkinlikler var, bununla birlikte daha fazla görünürlük, farkındalık yaratma yolunda daha fazla çaba, hele hele kapsamlı hukuki programlar, projeler, en başta politika belgelerine ihtiyaç var; örgütlerin çabaları “sokaktaki sorunlara”, “somut meselelere” ne kadar inmiş tartışılır. Bir sığınma evi bulunmuyor mesela. Ha kadın sığınma evleri ne kadar ki zaten. Baroların komisyonlar ve merkezler kurmaları lazım ama bakıyorsunuz Kadın Hakları Merkezlerini bile kurmak çoğu baroda kolay değil.  “Bile” deyip durdum, kadın hakları merkezi, LGBTİQ+ hakları merkezinden öncelikli veya daha önemli gibi. Kanımca ikisi de aynı derecede önemli. Tabii sosyal sorunlar, göç gibi, sağlık sorunları gibi, işsizlik, ev bulma vb. gibi hukuka da, haklara da yansıyor.



Evlat edinme hakları ve evlenme hakları konusu ise bütünüyle çözümsüz durumda.



Türkiye’nin bu konudaki karnesi zayıf.







 Avrupa’da LGBTİQ hakları ne durumda, ülkemizle bir kıyaslama yaptığımızda ne tür farklılıklar göze çarpıyor?



Daha önce de anlattım, bu alanda BM’den Avrupa Konseyi’ne Konsey’den Avrupa Birliği’ne kadar pek çok uluslararası veya uluslar üstü örgütün ortaya koyduğu bir hukuk var artık. Avrupa’da da nefret suçları var tabii, yok değil. Bununla birlikte kâğıt üzerinde ayrımcılık, çeşitli belgelerle, ortadan kalkmış durumda. Pek çok Avrupa ülkesinde eşcinseller evlenebiliyor, evlat edinebiliyor veya belirli bir medeni birliktelik hukuku yerleşmiş. 1990’lar, 2000’ler boyunca gerek Avrupa’da gerek Amerika’da bu kesim artık son derece etkili bir dizi girişime ön ayak olan ve hak kazanımlarını sürekli bir şekilde artıran bir kesim oldu. Bu hem ahlaki zeminde, hem hukuki hem de toplum politikası alanında yer yer parçalı olmakla beraber, kararlı bir direnişin eseridir. Bu sürece damgasını vuran sayısız vaka, dava, gösteri, direniş, işgal, vb. etkinlikler var, hepsini burada saymak imkânsız. Bugün bakıyorsunuz Avrupa ülkelerinin tamamında, ABD’nde, Avustralya’da Kanada’da ve gelişmiş diğer ülkelerin tamamında ya evlilik ve evlat edinme meseleleri çözülmüş, kabul edilmiş durumda ya da bunun eli kulağında. Şu veya bu şekilde tescil edilmiş medeni birliktelikler rejimleri de evliliğin yanında mevcut, hatta evlilik kazanımına dek çoğu eşcinsel bu kurumların çatısı altına girmiş. 2000’li yıllarla başlayarak eşcinseller ve transüeller, yeni doğan Kuir hareketin de itici gücüyle oldukça büyük kazanımlar elde etmişlerdir.



LGBTİQ+ kesimlerin haklarının tanınması yolunda önemli bir aşama olan yakın tarihsel kesitte,  1993’te Birleşmiş Milletler Uluslararası Konferansı’nda kabul edilen Viyana Bildirgesi ve Eylem Programı’nın beşinci paragrafı; çeşitli tarihsel, kültürel ve dinsel birikimlerin ulusal ve bölgesel özelliklerinin akılda tutulmaları gerekli ise de devletlerin, siyasi, ekonomik ve kültürel sistemlerine bakılmadan, bütün insan haklarını ve temel özgürlüklerini koruma yolunda bir yükümlülüğü olduğu vurgulanmıştır. 1993’te yapılan bu vurgu en çok LGBTİQ+ hareketinin işine yaradı çünkü insan hakları onların da insan haklarıydı ve bu haklar, türlü kültürel, dinsel vb. gelenekler, kültürler öne sürülerek ihlal edilemeyecekti.



Avrupa Birliği’nin 24 Haziran 2013 tarihli Lezbiyen, Gay, Biüel, Trans ve İnter in Bütün İnsan Haklarını Geliştirme ve Koruma, başlıklı Rehber İlkeleri de 2010 yılında yayınlanan LGBTİQ+’nın Bütün İnsan Haklarından Yararlanması başlıklı “Koruma Paketi”ne dayanmaktadır.



LGBTİQ+, ayrımcılık yasağı da dâhil olmak üzere bütün diğer insanların sahip olduğu haklara sahiptirler. Bu ilke sayısız uluslararası belgede çok geniş bir perspektif içinde benimsenmiştir. Küresel düzlemde, özellikle, Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 2. Ve 26. Maddeleri ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 2. Maddesi ilgili Birleşmiş Milletler Sözleşme Organları ve Özel Raportörler tarafından LGBTİQ+haklarını da kapsayıcı şekilde yorumlanmıştır.



Avrupa Birliği, 2008 yılının Aralık ayında beş kıtadan 68 ülke tarafından onaylanan Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’nin İnsan Hakları, Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Beyanını oybirliği ile desteklemiştir.  Bu beyan ayrımcılık yasağını yeniden vurgulamakta ve cinsel yönelim ile cinsiyet kimliğine dayalı olan mahkûmiyetler, keyfi tutuklama ve insan hakları ihlallerini kınamaktadır. Avrupa Birliği, ayrıca, 2006 ve 2011 yıllarında gerçekleşen konseylerde, 54 ve 85 devlet adına, aynı ilkeleri desteklemiştir. 2011 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, Avrupa Birliği tarafından oybirliği ile desteklenen bir insan hakları, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği kararı almış, karar, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne  ayrımcı yasalar ve uygulamalar ile cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı şiddet eylemlerini bir araştırma raporu ile incelenmesi görevini vermiştir. Rapor, bu alanda uygulanabilir uluslararası standart ve yükümlülüklerin bir özetini de içermektedir.



2010 yılında Avrupa Birliği üye ülkeleri ve Avrupa Konseyi, Bakanlar Konseyinin, Avrupa Konseyi üye ülkelerinde LGBTİQ+haklarının korunmasına ilişkin bir dizi önlemi içeren bir LGBTİQ+hakları tavsiye kararı almıştır.



BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, BM Özel Prosedürleri, BM Anlaşma Organları ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu çalışmalarında cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ile ilgili olarak Yogyakarta İlkeleri’ne atıfta bulunmaktadır. AB yasaları ve direktileri cinsel yönelime dayalı eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı öngörmektedir. Bunların temeli, Avrupa Birliği’nin İşlerliğine İlişkin Anlaşmanın 10. Ve 19. Maddesi ile Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi’nin 21. Maddesidir.



Avrupa Birliği, transüellerin de eşit muamele görme haklarını korumaktadır. Çok kısa olarak çizmeye çalıştığım tablo şunu gösteriyor: LGBTİQ+ hakları artık uluslararatsı insan hakları hukukunun bir parçasıdır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni hayata geçirdiği yüzlerce davada eşcinsellerin, transüellerin ve interlerin her türlü insan hakkını teslim ettiği gibi, cinsiyet değiştirmeden medeni beraberliklere kadar pek çok alanda ilerleme sağlamayı sürdürmektedir.



Ötekilerin Gündemi olarak teşekkür ederiz  



(DEVAM EDECEK)



 
Editör: Haber Merkezi