ANKARA- ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ SÖYLEYİŞ; Tarım Orkam –Sen Genel Başkanı Hamit Kurt Gazeteci Hamza ÖZKAN’nın sorularını yanıtladı.



Hamit Kurt herkes Tarım Orkam Sen Genel Başkanı olarak tanıyor. Biz de sizden dinlemek istiyoruz Hamit Kurt kimdir, hayata nasıl bakıyor, kendini hayatın neresinde görüyor?

1974 Hakkâri doğumlu. 1994 yılında Van Ziraat Meslek Lisesi, 2000 yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Özalp Meslek Yüksekokulu Süt ve Süt Ürünleri Bölümünden, 2008 yılında Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.

1995 yılından bu yana Tarım ve Orman emekçilerinin örgütlenme çalışmalarında yer almış olup, Tarım Orkam-Sen’de farklı kademelerde görev aldı.

2014 yılında yapılan Tarım Orkam-Sen 5. Olağan Kongresinde MYK üyesi seçilerek Genel Başkan olarak görev aldı.

2017 Nisan ayında  yapılan  6. Olağan Kongresinde MYK üyesi seçilerek tekrar Genel Başkan görevine seçildim şuan hala genel başkanlık görevini yürütmekteyim.  Evli ve üç çocuk babasıdır. Özgür birey ve Toplum rüya ise eğer, uyanmak köleliktir diyorum ve hayatın tam orasındayım.

 

2014 yılında yapılan Tarım Orkam-Sen 5. Olağan Kongresinde MYK üyesi seçilerek Genel Başkan olarak görev aldınız. 2017 Nisan ayında yapılan 6. Olağan Kongresinde MYK üyesi seçilerek tekrar Genel Başkan seçildiniz. Genel Başkan olduğunuz dönemden başlayarak Tarım Orkam Sen'in, öncesine ve sonrasına biraz değinebilir misiniz?

 

KESK’e bağlı Tarım Orkam-Sen (Tarım, Ormancılık Hizmet Kolu Kamu Emekçileri Sendikası) Tarım  ve Orman İşkollarında faaliyetini sürdürmektedir.
Tarım Orkam-Sen aslında 100 yıllık mirasının  birikintisi üzerine 80’li yılların sonunda başlayan kamu emekçilerinin sendikalaşma mücadelesinde, Tarım İşkolunda Tarım-Sen ile başlayıp Tarım Gıda-Sen’le devam eden sendikamızın, Orman İşkolunda kurulu olan Orkam-Sen ile birleşmesiyle 5 Eylül 2001 tarihinde Tarım Gıda-Sen ile Orkam-Sen birleşerek TARIM ORKAM-SEN kuruldu.

Bütün bu hukuksuzluk ve antidemokratik uygulamalara rahman, Sendikamız çeyrek asırlık mücadelesinde edindiği bilgi ve deneyimle genelde bütün toplumun sorunları, özelde Tarım Orkam Sen üyelerinin hak ve çıkarlarını koruma mücadelesini yükselterek sürdürüyor, sürdürecek. Bütün anti demokratik uygulamalara, baskılara, hukuk dışılığa rağmen, yarım asırlık direniş ve mücadele birikiminin ifadesi olarak kendisini bu günlere taşıdı. Bu günde sonra
KESK/Tarım Orkam-Sen ırkına, siyasal düşüncesine, inancına, cinsiyetine bakmaksızın tüm emekçilerin birliği için mücadele Yürütmeye kararlıdır.

Son yıllarda; “bu suça ortak olmayacağız” diye düşünenler, sırayla KHK ile ihraç edildiler. Sizce Türkiye açısından nasıl bir süreç yaşandı. Türkiye nerden nereye geldi? Bir  Sendika emekçisi olarak, tarihsel belleğiniz bu konuda bize neler söyleyebilir?

Toplum olarak, Kamu emekçileri olarak çok zor bir süreç yaşadık ve yaşıyoruz, ülkede ölüm olmasın demek suç sayıldı, KHK'larla, torba yasalarla, emekçilere yönelik antidemokratik uygulamalar  dur durak bilmedi. Siyasi iktidar  sermaye lehine emekçiler aleyhine  her gün  bir yeni  düzenleme yapılmaktadır.

Darbe yasalarına dayanarak onbinlerce haksız/hukuksuz bir şekilde   insanı işinden, evinden ve geleceğinden mahrum bıraktı, başta kadınlar olmak üzere, Milletvekilinden belediye Eş başkanı na, Akademisyeninden gazetecisine, Emekçisinden yurttaşına kadar  etki alanı  milyonları bulan muhalif kesimlerin yaşamını sürdürülemez hale getirildi. Özetle  itiraz eden  herkesin işini  elinden alındı. KESK  /Tarım Orkam – Sen'nin Dünden bu güne hep bilimsel, seküler, demokratik bir yaşamın savunucusu oldu   bir yasaları tanımayanlara karşı özelikle darbelere karşı mücadele eden  bir emek örgütüdür. Bu rahman bizleri üyelerimiz  darbe ile ilişkilendirmek suretiyle ihraç edilmesi kabul etmemiz mümkün değil, dolaysıyla bu konuda ihraç olan üyelerimiz başta olmak üzere tüm kamu emekçileriyle  direnişte, Dayanışmada, diplomaside de  yanlarında olduk, ne demiştik “İŞİMİZE GERİ DÖNECEĞİZ” nitekim arkadaşlarımız haklı oldukları için tek işlerine geri dönüyorlar son arkadaşımız işine dönene kadar mücadelemiz devam edecek.

 

Türkiye’nin demokrasi adına karanlık birçok dönemi oldu. Sizce şuanda demokrasi adına en karanlık dönemi yaşıyor olabilir miyiz? Türkiye’de bunca yıl yaşamış bir bilim insanı ve sendika emekçisi olarak, Türkiye’nin demokrasi yolculuğu umut vadediyor mu sizce?

Dünyanın hiç  yerinde sorunlar   şiddetle çözülememiştir. Türkiye’de  bu mevcut sorunlarını çözmek ve bu  derin krizden çıkmak için, mutlaka Bir  demokratikleşme sürecine girmek zorundadır.  Bu doğanın kanunudur bundan kaçış yoktur.

 

Türkiye’nin demokrasi yolunda ilerleyebilmesi için, siyasilerden ve iktidardan ümidimizi kestiğimiz şu dönemlerde özellikle muhalefete düşen sorumluluklar nelerdir. Vatandaş olarak bizim görevlerimiz neler olmalıdır?

Ülkemiz başta Ana muhalefet olmak üzere diğer muhalefet partileri, birçok sol-sosyal demokrat-sosyalist hareketlerinin bu konudaki ifade ve tutumları oldukça yetersiz ve yüzeyseldir. Bu rahman Bugün, halklar ülkeninde, dünyanın her yerinde ayağa kalkmaktadır. Toplumlar binlerce yıllık  otoriter  sistemlerin  baskısından kurtulmak istemektedir. Eski otoriter biçimler yıkılırken, halklar yeni hegemonya kurmak isteyenlere izin vermemektedir. Kapitalist modernitenin saldırı halinde olduğu yerlerde  halklar, emekçiler ve kadınlar saldırıya karşı büyük bir direniş halinde olduğu görüyoruz. Artık bilimin ve Demokrasinin bu topraklarda yeşermesi için herkes üzerine düşeni yapmalıdır.  Bir araya gelmek artık tercih olmaktan ziyade bir zorunluk meselesi olmuştur.

 

Türkiye AKP Hükümeti döneminde yıllarca birçok ülke ile değişik zamanlarda krizler yaşadı ve yaşıyor. Yaşanan bu krizlerin temelinde ne yatıyor.  Türkiye diğer ülkelerle olan ilişkilerinde eski gücünü artık yitirdi mi?

Türkiye yaşanan siyasi ve uluslar arası krizleri sadece AKP ile sınırlı tutarsak eksik kalırız.

Ulus devlet ve rantı paylaşma paydası etrafında oligarşik tüm güç odakları bu dönemde çelişkilerini bir yana bırakarak; zorunlu bir iç ittifak kurdular. Bugün Türkiye devlet aygıtı öylesine kör bir algı ile yol almaktadır ki, daha önce Batı, ABD, AB, NATO ve kapitalist blok olarak tarif ettiği stratejik rotasını, Rusya ve Çin eksenine doğru çevirmekten imtina etmedi.

Devlet aygıtının, uluslararası rekabette üretim araçlarının tükenişi ve asgari demokratik normlarda iflas etmesi sonucunda, kendisini bir dönem için komaya sokma hali Osmanlı İmparatorluğu’nun 1870-1914 arası dönemde de yaşandığı gibi tipik bir durumdur.  Ülkenin  diğer bütün sorunları/krizlerin sebebi budur. Türkiye’de 80’lerden bu yana en katı haliyle uygulanan neo liberal politikalar dolayısıyla birikim rejimi krizinin ve geldiğimiz aşamada devlet/rejimi krizi ile birleşmesi sonucu birkaç yıl sonrasını kimsenin göremeyeceği kadar bir tıkanma ile karşı karşıyayız.  Elbette  yaşanan kriz çok boyutludur. Dolaysıyla çıkış yolu tarifleri de somut ve gerçekçi olmak zorundadır.

Toprak bakımda zengin bir ülke olmasına rağmen, topraklar yeterince işletilmiyor, ürünlerini ihracat yapabilecek güçteyken neden ithalata son hızla iletmektedir? sizce çözüm ne olmalıdır?

Evet Türkiye üretim için zengin ve imkanı olan bir ülke ama maalesef

Günümüzde, aynı zamanda ekonomik süreçlerin gerek ulusal, gerekse küresel ölçekte her hamlesinin, aynı zamanda bir “zor aygıtına” ve “zor hamlesine” ihtiyaç duyması da bunu net olarak göstermektedir. Doğal tüm işleyişlerini tüketen Kapitalist modernitede ekonomi kavramı, “zor aygıtı ve spekülatif rantın” türevi haline gelmiştir.  Türkiye modernite aygıtının türevi olan piyasa düzeni ve bu piyasa düzeninin türevi olan toplumsal yapı şeklinde yeni bir dizilim ortaya çıkmıştır. Bu Üretme  teori için de yeni bir durumdur. Bu noktada tüm bir toplumu ve toplumsal aşamayı “kapitalist toplum” olarak tanımlanmasının yanlışlığını tartışmanın tam da zamanıdır. “Toplumbilimini ekonomiye indirgemek, ekonomiyi de ekonominin sürekli inkârı demek olan kapitalist sistem analizine ayırmak bilimsel krizin özüdür. Tüm toplumsal bilimi krize sürükleyen ekonomi-politik krizini aşmadan; genelde tüm bilimlerde yaşanan kurumsal (üniversiteler) ve ahlaksal, felsefi perspektifini yitirmiş krizi aşmak mümkün değildir. Bilimsel kriz aşılmadan, yeniden anlamsal ve kurumsal inşaya uğratılmadan gerçek toplumsal krizi, kapitalist modernite çılgınlığını aşmak da mümkün olmaz.

Üretimden koparılıp tüketime yönelmesi siyaseti kapitalist sistemin kendisidir.

AKP iktidarı saplandığı dış borç batağı ve cari açığın kırmızı alarm seviyesine ulaşması sonucu Kamu ait ne varsa başta  Şeker Fabrikalarının özelleştirmesinde olduğu gibi, ülkenin elinde kalan son kaynak ve birikimleri de küresel sermayenin sömürü ve talanına açmış durumda. Üretimin durma noktasına geldiği ülkemizde ekonomi, faiz ve dövizdeki yükselişe endekslenmiş, Hükümet  ithalata mahkûm olmuştur.

Bir zamanlar gıda üretiminde kendi kendine yetebilmesiyle övünen Türkiye, 26 ülkeden et, Bulgaristan’dan saman, Kanada’dan mercimek ithal eder hale geldi.  Güvenli gıda üretimi açısından stratejik önemdeki TARIM  ve HAYVANCILKIK sektörü  yanlış politikalarla sürekli baltalandı ve baltalanmaya davam ediliyor.

Üreticiye, besiciye destek olmak, ülke hayvancılığını geliştirmek amacıyla kurulan Et ve Balık Kurumu’nun çeşitli işletmeleri ya satıldı, ya kapatıldı, ya da başka kurumlara devredildi. Et ve Balık Kurumu’nun yanı sıra Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) ve Yem Sanayi A.Ş.’nin de özelleştirilmesiyle sonucu üreticinin hayat damarları kesildi, HAYVANCILIK  neredeyse devlet eliyle çökertildi.

AKP’nın neo liberal   TARIM politikaları yüzünden para kazanamayan çiftçi hububat üretiminden vazgeçmiş durumdadır. Çiftçi hububat ekmeyince besicilerin ihtiyacı olan kaba yem olan samanı ithal edilmeye başlandı.  Kısacası Tarım, Hayvancılık, Enerji ve Orman alanlarında kamuya ait ne varsa siyasi iktidar tarafından özelleştirildi. Diğer bir deyişle sermayeye peşkeş çekildi. Bunun sonucu da ülke ekonomisinin geldiği noktaya hep beraber tanıklık ediyoruz.

Defalarca özelleştirmenin bir felaket olduğunu söyledik, özelleştirmenin olduğu yerde kar hırsı olduğunu söyledik, kar hırsının olduğu yerde toplumun refahından söz etmenin mümkün olmadığını söyledik. Ülkenin bu krizden çıkmasının tek bir yolu vardır. Buda paradan para kazanma mantığından vazgeçilmesi, Doğal/doğa dostu üretim yöntemleriyle üretim yapılması, toplum için üretim yapılması ve sermayenin değil toplumun ihtiyacı kadar üretim yapılması tek çıkış yoludur.
Editör: Haber Merkezi