Susuyorum. 


Susuyorsun.

Susuyoruz.

Susuyorlar.

Çevrelerindeki kişilerin değişime verdiği tepkiden, değişimin sancılarından çekinip susuyorlar. Ufacık alanlarda mutlu olma çabası içinde bir yaşam sürmeye çalışıyorlar.

O ufacık alanlar, bin bir çivi ile donatılmış yataklar. Bir kere görmeye açıldı mı gözler, görmeyeceğim, bakmayacağım, diye ne kadar diretirse diretsinler, o gerçek her zaman apaçık ortada oluyor.

Çoğu zaman, gerçeğe bakış açısını değiştirme, kötülüğün dayanılmaz acısına katlanma çabasında oluyorlar. Oysa, ortada olan buz gibi gerçek.

Ne yazık ki, en çok susanlar, konuşsa bile laga luga yapanlar, farklı bakış açısına, okumuşluk düzeyine sahip kişiler oluyor. Bu kişiler, küçük ya da büyük kitleler olsun bir ölçüde liderlik özelliğine de sahipler.

Susmaları, bir bakıma haklı görülebiliyor. Özgürlüğün, neşenin, sevginin erdemlerine ulaşmış olan, bunları kaybetmekten itina ile kaçıyor.

Galiba, bilmenin esaretine yakalanmak oluyor.

Hayatın niteliğine dair kaybedecek o kadar fazla şey oluyor ki, hareket etmek, korku hissinden başka bir şey yaratmıyor. 

Bir de karşılarında duvar gibi duran zihniyetler varsa, iş daha da fena.

Bu sefer, yeni bir sorgulama başlıyor: 

Kim için, ne için?

Şu her yanı sarmış, her köşede karşıma dikilen, hiç bir şey almamak için mıhlanmış gibi bakan gözler için mi harekete geçeceğim?

Kim için yaşamımı derin sulara atacağım? 

Ardından gelen, aman benim işim mi, diye başlayarak sonunda hayatımı yaşayacağım minvalinde bir noktaya geliyorlar.

Ah, sanki burası, buraya kadar olan her şeyden daha beter. Zehir kana karışmış bir kere, sürekli dolanıyor. Takıntılı, uyuz tipler gibi sokaklarda gezmeye başlıyorlar.

Bir çok şeye gözlerini yumup, hiç bir şey yokmuş gibi kendi odaklarına bağlanmaya çalışıyorlar.  İçlerinde tepinip duran birileri, sürekli hop oturuyor hop kalkıyor.

Kendilerine sakin olmayı öğretmeye çalışıyorlar. Sanki hiç bilmiyormuş gibi, hoşgörü, anlayış, birlikte yaşama, dışlamama gibi insani kavramları bir kez, bir kez daha düşünüp, yeniden kendilerini eleştirme, yeniden bakış açısını değiştirme çabasına giriyorlar, yine yeniden uyumlu olup anlamaya çalışıyorlar.

Bu kısır döngünün içerisine bir kere düştüler mi, bir türlü kalkamıyorlar. Ardı, kaotik bir yaşam düzeninden başka bir şey değil.

Değerini yere çaldığı, bilgisini, bakış açısını yok saydığı bir yaşamın içine benliğini gömdü. Allah rahmet eylesin!

Bunun ardı şikayet, mutsuzluk, tatminsizlik. Hakikatte, tam bir canavar yaratmak, bunun adı. 

Öfkeli, gergin, stresli, mutsuz, mızmız, soğuk, ilişkisiz, yapay bir canavarı içlerinden çıkarmayı yine onlar başarıyor.

Değişimin gerginliğinden korkup kaçanlar, değişimin anlamını kavrayamayanların tuzaklarına yakalananlar, yüreğindeki postal izlerinden mütevellit, haklı olarak korkak, çekingenler. Anlaşılmama, karşılık bulmama korkusu ile kendilerini daha da mutsuz edecekleri bir yaşamın ortasına düşüyorlar.

Ve dışarıda yarattıkları hapishanelerin ortasında dolanırken onlar, bunu da özgürlük sanıp saçma sapan rüyalar görmeye çalışırken, çok içeriden, derinden, susturulduğu, etkisizleştirildiği sanılan bir ses gelir:

Beni içinde ne kadar esir edersen et, özgürüm ve hayallerimi yaşıyorum, der.

Beni hiç bir zaman dizginleyemezsin, ben hep özgür kalacağım, der.

İşte, o zaman, kendilerine yarattıkları esaretlerin hiç bir zaman gerçek olmadığını anlarlar.

İşte, o zaman, içlerindeki güzelliği, özgürlük tutkusunu, hiç bir zaman öldüremediklerini, öldüremeyeceğinizi anlarsınız. Asla, bedeli ne olursa olsun, değişim enerjisini kendilerini öldürmek için kullanamayacaklarını anlarlar.

Ardı, onlar için ya hakikati görüp yola çıkmaktır ya hala kendilerine oynadıkları oyunu devam ettirmektir.

Seçim onların.


Editör: Haber Merkezi