Gecenin üçü, kapı pencere açık; malûm, uyku saati... Sesizlikte daldığım kitap sayfalarından ani çığlık sesiyle koptum. Panik, telaş ve merak duygusuyla fırladım balkona. Yan taraftaki apartmandan geliyor çığlıklar. Birkaç kişinin çığlıkları ağlama sesiyle birbirine karıştığından anlam veremedim. Komşulardan aşağı inenler de vardı. Korkuyla balkonlara fırlayanlara aşağıdakiler,”Cenaze var!”diyebildiler anca. Gece boyunca feryatlar dinmedi, fenalaşanlar için ambulanslar geldi gitti…

Feryatlar, kadınlardan geliyor, içinde erkek sesi yok. Genelde de cenazelerde feryat ederek ağıt yakan erkek sesi nadiren duyulur,o da çocuk yaşta ise…Ses tonundan yaşının henüz küçük olduğu anlaşılan kız çocuğunun,”Anneee, anne sen, ya ben ne yapacağım, sen olmadan nasıl yaşarım!” “Annee bari bana acısaydın, ne olur geri gel!” Bu feryatları duyup da uyumak, kayıtsız kalmak sadece balkondaki saksılar için geçerliydi. İradeniz dışında ümüğünüz düğümleniyor, gözlerden kendiliğinden akıyor yaşlar. Sabahın ilk ışıklarında sadece iki kadın sesi; biri, “Yavrum ben gideydim senin yerine, kınalı kuzum! İnsan anasına böyle mi yapar!” diğeri, “Annee,ne olur geri gel!”

Şahsen tanışıklığım yoktu. Zaten apartman hayatları böyledir. Kendi oturduğunuz apartman sakinlerini tanıyor, inip çıkarken selamlaşıyorsanız bu bile iyi bir iletişimdir. Yan apartmanlarda kimler hangi katta oturur kimse ilgilenmez. Gün ışıdıktan sonra indik aşağı ve cenaze evine. Merhume, henüz kırk ikisinde ve kansere yenik düşmüş. Sonrasında yan komşular ve akrabalarıyla dışarıda ayaküstü konuşmalar: “Takti-i İlahi…”,“Üç yıldır mücadele ediyordu…”,”Gitti, kurtuldu…”,”Çocuklara, anasına yazık oldu…”,”O kocadan kurtuldu... “ “Tedavi görürken bile kocadan dayak yiyordu…”

“Tedavi görürken bile kocadan dayak yiyordu…”Bu cümle; kadının daha otuz dokuzunda neden kansere yakalandığını, neden sadece kadınların çığlık attığını, ağıtları neden kadınların yaktığını ve neden sadece kadınların feryat ederek sesli ağladıklarının yeterli cevabıdır. Yüce İlah’ın bu zulmü taktir ettiğine nasıl inanırsınız? Henüz on dört yaşındaki kız çocuğunun, ”Anneee, anne sen, ya ben ne yapacağım, sen olmadan nasıl yaşarım!” figanı, annesine yapılan zulümlere tanıklık edip kendi hayatı ve geleceği ile ilgili yaşadığı korkular ve umutsuzluk değil midir?

Ve cenazeler… Neden mezarları sadece erkekler kazar? Sadece büyük mezarlıklarda bu işi kepçeler yapsa da cenazeyi toprağa verme işi de erkeğin. Ölenin arkasından okunan dualar ve cenaze namazları, Müslüman olmayan toplumlardaki cenaze ritüeller de erkekler tarafından yürütülüyor. Kadın yaşamı kutsarken, erke de ölümü…

Binlerce yıl; çağlar, toplumsal sınıflar, devletler ve düzenleri savaşlar, ölümlerle kurup tekrar yıkan erkek egemen anlayış, dünyayı ve kendi türünü kıyıma uğrattığının farkında değil. Son zamanlarda artan tecavüzler, tecavüz ettiğini parçalayarak öldürme, karısına çocuğuna uyguladığı şiddet, baş edemediği, sistemin de dayattığı “erkeklik” hastalığı değil midir? “Ananı …,bacını…”diye başlayan sinkaflı küfürler, aslında kendi bedeni ve organlarının sadece suç aleti, utanılacak bir nesne ve aşağılama aracı olduğunu itiraf etme şeklidir. Kendi kurduğu düzenin yarattığı “erkeklik” hastalığıyla nasıl mücadele edeceğini bilemez hale geldiğini biz kadınlar görüyoruz. Doğayı ve yaşamı bu yamyam düzenden kurtaracak olan kadınların mücadelesi, “erkeklik” hastalığının tedavisi ve karşı cinsini “eşiti” olarak görmeyi sağlayabilecek yegâne çaredir. Aksi halde ormanlara ve kadınların yüreklerine düşürdüğünüz ateş dünyayı yakacaktır!..