HABER MERKEZİ - Jean Deark’tan Fataraş’a Kaf Dağı’nın ardındaki Zümrüdü Anka kuşunun küllerinden doğan kadınlarıyız. Karanlık zamanın siyah renkli saatinde yeniden doğan güneş olan kadınlar olarak yaşamın tam kendisiyiz.

JINNEWS'ten Reyhan Kumru yazdı: Sessizliğin hakimliği bir anda siyah renkli bir saatin tik tak sesiyle ve musluktan damlayan suyun sesiyle bozuluyor. Sessizlik bir anda çığlık ile su ve ateşin ikrar verip turnanın semahı ile anda bitiyor. Hakikat gerçekliği zaman ile savaşan kadının direnişi kazanıyor. Her şey su üstüne çıkıyor ve yüzleşme zamanı, tıpkı Kaf Dağı’nın ardındaki derinliğine saklanan, sessizliğe bürünen Zümrüdü Anka kuşunun kadındaki bendeki beni bulup savaşan direnen oluyor. Galibiyet mi yoksa mağlubiyet mi? Belirsizlik ve sessizlik bir anda su üstüne çıkıyor. Zırhları bürünüp direngenliğiyle kadının çığlığı ile sessizlik ve belirsizlik bir anda bitiyor. Kaf Dağı’nın ardındaki Anka kuşu yeniden küllerinden doğuyor...

O çığlıklar ve savaşan tanrıça kadın orta çağda 100 yıl savaşlar diye bilinen Fransa ile İngiltere savaşında azize olan kendini vatan aşkı ile yanıp tutuşan, sessizliği bozan, direnen savaşçı ve sonrasında ise sessizlik ve bilinmezlikler onu cadı diye katlettiler. Zaman bir anda dipsiz, karanlık kuyuya cadı diye atılan kadının çığlığı ile yeniden tarihin köküne dönüş yolu bulmaya çalışıyor. Kadının hakikati külünden doğuyor. Güneşin dünyayı saran ışığına ulaşmaya çalışıyor.

Kadın savaşçı ‘olur’u gösterdi 

Jean Deark; hem bir azize hem de bir Fransız askeri üstelik kadın benliğini gizleyip erkek kılığında olan bir şövalyedir. Jean Deark’a zamanın karanlık sessizliği bir kadın savaşçı olamaz demişlerdi. Uzun, buğday sarısı saçlarını kesip atına binip savaşa dahil olmuştur. Önce atlı süvaride asker olup sonrada süvariyi yöneten şövalye Jean Deark oluyor. Çok iyi bir savaşçılığıyla birlikte insanların da güvenini saygısını almıştı. Fransa ordusu büyük zaferler kazanırken 24 Mayıs 1431 tarihinde İngiliz ordusu tarafından yakalandı. İngiltere ona bizimle Fransa’ya karşı savaş ve canını bağışlayalım demelerine rağmen Fransa’nın mücadelesini yürüteceğim demesiyle birlikte o dönemin kadın hakikatine cadı diye adlandıran karanlık onu engizisyon mahkemesinde diri diri yakılmasına karar verdi. 30 Mayıs 1431 tarihinde Rouen kentinde 10 bin kişinin toplandığı Vieux marche meydanında diri diri yakıldı. 

Jean Deark artık azize ve savaşçı tıpkı kadının hakikatindeki tanrıçaların ardılı olarak tanrıçalaştı ve zümrüdü Anka misali oldu. Dilden dile Jean Deark; azize ve yurtsever savaşçı denildi.

Direnen bir savaşçı Fatareş

Tıpkı Fataraş’da Jean Deark gibi direnen savaşçı bir kadındı. Fataraş ise Kürdistan coğrafyasında ve bu topraklarda kadınların tanrıça olduğu ve yaşam olduğu yerlerdi. Direnen, şifacı, ana olan topraklarda külünden doğan bir kadındı. Fataraş; Kürt Alevi ve Maraş’ın Sinemili ocağında olan bir anadır, savaşçıdır. 

1820’li ya da 30’lu yıllarda Emiran (Emiruşağı) köyüne gelin verirler. 1839’daki Nizip Savaşı’nda Alevi Kürtlerin bir bölümü Osmanlı’nın yanında yer alıyor ve Osmanlılar Mısır ordusunu yenince Fataraş Pazarcık’a gelip Tabya köyüne yerleşiyor. 1840 yılında Kara Bilal ölünce yerine Beko Ağa getiriliyor. Aşirette çok zulüm yaptığı için ağalıktan indirilen Beko Ağa’nın yerine bu kez oğlu Ali Ağa getiriliyor. Ali Ağa da beş yıl sonra ölünce, aşiretin en yetkin insanı olan Fataraş, Ali Ağa’nın yerine getiriliyor.

Fataraş Kırım Savaşı’nda 

1853-1956 yılların arasında Osmanlı -Rus savaşı sırasında Kırım Savaşı’nda Osmanlı’nın yanında yer alıyor ve tarih de aşiretinin 300 süvarisiyle welat aşkı için İstanbul’a gelir. O da erkeksi kıyafetlerle atına biner ve İstanbul’da 300 Kürt atlı süvarisiyle büyük bir gövde gösteresi yapar. Ardından da Kırım’a savaşmaya gider. Ardından Sivastopel’de mücadelesini yürütür. O dönemin devletleri Fataraş ‘ı “ Kürt Amazon” diye adlandırır. Vatanın aşkı için savaşan bir Kürt-Alevi kadını tarihin zamanında tanrıçaların ardılı olarak geçer. Fataraş da kendi kimliği ile değil karanlıkların firavunları “Kara Fatma” diyerek Türkleştirirler. Cumhuriyet döneminde kendi tarihlerinde “Kara Fatma” olarak geçer ama Fataraş bir Alevi-Kürt kadındır. Jean Deark nasıl İngiliz ordusuna dahil olmayıp cadı ilan edilip canlı canlı yakıldıysa, Fataraş da aynı gerçekliğiyle ne Osmanlı oldu nede Türk oldu.  

Kadın hakikatindeki tanrıçaların ardıllarıyız

Zamanın karanlığı gerçekleri ve hakikatleri değiştiremezler. Jean Deark ve Fataraş her iki kadın da direnen, asi, özgürlük sevdası ile yanıp tutuşan, inançlarında birisi azize, birisi de Ana olan, savaşçı, şifacı, köklerindeki tanrıçaların ardılları. Hakikatin gerçekliğinde kadının yurtseverliğiyle, canıyla ispatlamışlardır. Onlar nasıl tanrıçaların ardıllarılarsa bizler de Jean Deark, Fataraş ve sayısını adını yazamadığımız kadın hakikatindeki tanrıça kadınların ardıllarıyız. Kaf Dağı’nın ardındaki Zümrüdü Anka kuşunun küllerinden doğan kadınlarıyız. Karanlık zamanın siyah renkli saatinde yeniden doğan güneş olan kadınlar olarak yaşamın tam kendisiyiz.

Jean Deark yeniden küllerinden doğar

Sessizliğin sesi bir anda maviliklere ulaşarak bozuluyor. Bilge insan dediği gibi Jean Deark’ın yeniden  küllerinden doğan  Beritan’ın sözleri,  kadının hakikatinin çıplaklığı gün yüzüne çıkartıyor “uçurumun sesini dinle, bilinmeyen tarihi burada gizli isimleri hatırlanmayan, bilinmeyen nice kadın hepsi çığlık çığlığa.” Kadının özgürlük mücadelesinde külünden yeniden doğan Zümrüdü Ankalarıyız. O çığlıkları duyarak tanrıçaların ardılları olacağız, güneşin ışığı ile dünyayı saran yaşam olan kadınlara… 

Editör: Haber Merkezi