İSTANBUL-ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ;  Mahalli İdareler Genel Seçimleri’ne ilişkin değerlendirmelerde bulunan siyasetçi Tarık Ziya Ekinci, “Kürtler eşit haklara sahip olmak istiyorlarsa AKP’nin tek bir oy almaması gerekir. Bu bir kader seçimidir” dedi. Ekinci, HDP’nin batıdaki stratejisi için de “CHP’ye oy vermeyi kendim için zül telakki ediyorum. Ama gidip vereceğim” diye konuştu.
Deneyimli Kürt siyasetçi-yazar Tarık Ziya Ekinci, 31 Mart 2019 Mahalli İdareler Genel Seçimleri’ne sayılı günler kala, siyasal gelişmeleri, meydanlardaki nutukları, politik argümanları değerlendirdi. AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın meydanlarda söylediği “Türkiye’de Kürdistan yoktur” sözleri, muhalefetin yaklaşımını, kayyum atanan belediyeler ve Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) iki ayaküzeri kurulu seçim stratejisine ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın sorularını yanıtladı.


Genel seçim havası yaratılan 31 Mart yerel seçimleri neden bu kadar önemli bir hal aldı? 


31 Mart yerel seçimleri, Türkiye’nin kaderini değiştirecek nitelikte bir seçimdir. Bu seçimi muhalefet kazanırsa AKP gayrimeşru bir iktidar haline dönüşür. Seçimleri eğer muhalefet kaybederse Recep Tayyip Erdoğan’ın kurduğu tek adam rejimi kökleşmiş olacak. Kürtlerin kaderi de bu seçimlere bağlıdır. Kürtler bu ülkede tanınmak ve eşit haklara sahip olmak istiyorlarsa AKP’nin tek bir oy almaması için ellerinden gelen çabayı göstermeleri gerekir. Bu onlar için bir kader seçimidir.



Erdoğan, bir devletin devlet olmasını sağlayan üç temel unsuru kendi eline almıştır. Yani Türkiye’yi topyekûn idare eden, ağzından çıkan sözü kanun sayan otoriter bir rejime dönüştürmüştür.


Son kaç seçimdir siyasi figürler çok gergin kampanyalar yürütüyor. Meydanlardaki bu gerginliği neye bağlıyorsunuz? 


Gergin politika Erdoğan'ın varlığını sürdürme politikasıdır. Erdoğan bu gergin politikayla toplumu kutuplaştırıyor. Bu kutuplaşmadan yararlanarak kendi yandaşlarını radikalize ederek yanında tutmaya çalışıyor. Erdoğan güçlü bir hatiptir ve her türlü aracı kullanmakta kendisini özgür hissediyor. Çünkü öyle bir anayasa değişikliği yaptı ki her şeyi söyleme hakkına sahiptir. Karşısında bulunan insanların ona muhalefet etme hakkını dahi tanımıyor. Herhangi biri bir şey söylediğinde ‘Cumhurbaşkanına hakaret ettiniz’ diyerek onları çeşitli yaptırımlara maruz bırakıyor. Oysa Erdoğan’ın iki şapkası var. Biri parti genel başkanı diğeri cumhurbaşkanı şapkasıdır. Parti genel başkanı sıfatıyla konuşurken dahi kendisine yapılan eleştirileri cumhurbaşkanına yapılmış eleştiri olarak görüyor ve eleştiriyi yapanlar hakkında takibat yaptırıyor.


Erdoğan bugün yargıyı denetimi altında tutmuş. İstediği savcıya istediği işlevi, iddianameyi hazırlatıyor. İşte ortada görüyorsunuz. Osman Kavala için hazırlanan iddianame akıl dışı bir şey. Yani insanın tahayyül edemeyeceği bir iddianamedir. Sadece bu iddianame değil daha birçok iddianame böyledir. Cumhuriyet Gazetesi hakkındaki iddianame böyle, birçok Kürt milletvekilleri, eş başkanları, belediye başkanları hakkında hazırlanan iddianameler de böyledir. Bu iddianameler akıl almaz hayali iddialara dayandırılmıştır.


Erdoğan şimdi devlete, yargıya, Meclis'e mutlak manada hakimdir. Bugün Meclis'in hiçbir sıfatı yoktur. İstediği anda istediği kanun üzerinde tartışmaya meydan dahi vermeden çıkarabiliyor. Meclis’in normalde eleştiri, bütçe hazırlanma ve denetleme görevi vardır. Bütçe hazırlama görevini eline almış bulunuyor. İstediği zaman bütçeyi kendisi çıkarabilir. Ama bugün bu görevleri yok sayıyor. Dolayısıyla bir devletin devlet olmasını sağlayan üç temel unsuru kendi eline almıştır. Yani Türkiye’yi topyekûn idare eden, ağzından çıkan sözü kanun sayan otoriter bir rejime dönüştürmüştür. Dolayısıyla seçimlerde gergin bir ortamı yaratması kendi menfaati icabıdır. Hatta isterse muhalefeti dahi kapatabilir. Elinde o kadar imkan vardır.


 Erdoğan, özelikle HDP’yi kriminalize etme, dışlama yine bir bütün olarak “Kürdistan yoktur” diyerek Kürtlere Federe Kürdistan’ı gösterme sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 


Kürdistan deyimi tarihi bir deyimdir ve coğrafi bir ifadedir. Osmanlıda da Kanuni Sultan Süleyman’dan bu yana bütün padişahlar bu deyimi kullanmışlardır. Kürdistan vardır, Kürdistan beylikleri vardır. Hatta bazı beylikler birkaç kez devlet kurma teşebbüsünde bulunmuşlardır. Mesela Bedirhaniler bir devlet kurmuş, hutbe okutmuş ve kendi paralarını bastırmıştır. O dönemin şartları içerisinde bağımsız bir devlet olmuştur. Onun için ‘Kürdistan yoktur’ deyimi manasız bir deyimdir. Bu söz bugün ittifak halinde olduğu MHP’ye taviz vermek, MHP’nin ırkçı-milliyetçi politikasını meşrulaştırmak amacıyla başvurduğu bir yöntemdir. Oysa Türkiye’de Trakya bölgesi nasıl varsa Kürtlerin yaşadığı bölge olan Kürdistan bölgesi de vardır. Kürdistan, Türkistan veya Afganistan isimlerinin sonundaki ‘ist’ eki o insanların orada yaşadığı yer anlamına geliyor. İşte Kürdistan dediğin zaman da içinde Kürtlerin yaşadığı yeri kastedersin.


Türkiye’de Kürdistan yok dersen Kürt’te yok oluyor. Bu Kürtlerin varlığını inkar eden bir politikadır ve son derece hatalı bir politikadır. Bu ülkede en az 15 - 20 milyon Kürt yaşıyor. Türkiye’de Türklerin anayasadaki hakları ne ise Kürtlerin de aynı hakları vardır. Bu hakları kullanmaları, anadilleriyle eğitim görmek ve kültürlerini geliştirmek gibi temel haklara sahiplerdir.


Türkiye Avrupa Birliği’ne girme iddiasındadır ve giriş müzakereleri başlamıştır. Yine Türkiye Avrupa Konseyi’nin üyesidir. Bu kuruluşların savunduğu azınlık hakları belgeleri ve Birleşmiş Milletler’in ikili sözleşmesi vardır. Türkiye bunların birçoğunu imzalamıştır. Bu nedenle Türkiye Kürtlerin varlığını bütünüyle kabul etmek ve onların temel insani haklarını hayata geçirmek sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Hem sözleşmeleri imzalayıp hem de yok derseniz bu olmaz. Bu şekilde kimse sizi devlet olarak saymaz ve Türkiye’nin uluslararası alanda itibarı kalmaz. Bir devletin varlığı onun başka devletlerle yapmış olduğu sözleşmelere saygılı olması, uluslararası sözleşmeler riayet etmesiyle mümkündür. Buna riayet etmeyen bir devlet, devlet olmaktan çıkar ve aşirete dönüşür. Anayasa’nın 90’ıncı maddesi ‘Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır’ der. Anayasa bunu söylüyorsa sen imzaladığın Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Avrupa Konseyi Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi, Paris Sözleşmesi, Helsinki Nihai Senedini imzalamış bir devlet olarak Kürtlerin varlığını kabul etmek ve Kürtlerin yaşadığı yere Kürdistan denmesini kabul etmekle mükellefsin.



MHP’nin politikası yavaş yavaş AKP tarafından benimsenmektedir. AKP yer yer İslami hassasiyetlerini ön plana çıkarmakla birlikte son zamanlarda milliyetçi politikayla olan bağlamı daha ön plana çıkarmıştır. Bugün AKP’nin politikası ırkçı-milliyetçi ve Sünni İslam’a dayalı bir politikadır


Çok yakın bir süre önce isimlerinde "Kürdistan" ibaresi bulunan 4 siyasi partisinin kapatılması için Yargıtay'da dava açıldı. Bu davalar sürecin getirmiş olduğu sonuç mudur? 


Kapatılma kararı Meclis'teki iç tüzük değişikliği ve MHP’le ittifakın kurulmasından sonra izlenen politikanın alana yansımasıdır. Bu politikanın temeli MHP’yle ittifakı sürdürmek MHP'nin temel politikasını kendi politikası haline getirmektir. Erdoğan, durmadan ‘Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet’ diyor. Şimdi de tek başkan olacak. Bunların hepsi MHP’nin politikasıdır. MHP ırkçı bir partidir, ırkçılığının temel dayanağını da uluslararası faşizme kadar götürür. Uluslararası faşizmin ideolojisi de ırkçılıktır. Başka halklara yaşam hakkı tanımayan sömürgeci anlayışı sürdürmek isteyen bir anlayıştır. MHP’nin politikası yavaş yavaş AKP tarafından benimsenmektedir. AKP yer yer İslami hassasiyetlerini ön plana çıkarmakla birlikte son zamanlarda milliyetçi politikayla olan bağlamı daha ön plana çıkarmıştır. Bugün AKP’nin politikası ırkçı-milliyetçi ve Sünni İslam’a dayalı bir politikadır.



Bana göre Kürtlerin bütün kayyumların yerine kendi belediye başkanlarını seçmeleri onların namus borcudur. Yaparlar mı yapmazlar mı bilmiyorum. Ama hem HDP’nin hem de diğer Kürt partilerinin ilk işi belediyelerine atanan kayyumları gönderip yerine aday gösterdikleri kişiyi seçmektir


Seçimlere dönecek olursak, kayyumların atandığı kentler için neler söylemek istersiniz? 


Kürdistan’ın bütün il ve ilçelerine kayyum atandı. İktidar HDP’nin elindeki belediyeleri mahkum etmek, onları görevden alabilmek için ayda üç kez ya da beş kez belediyelere müfettiş gönderdi. Hiçbir teftişte bu belediyelerde kusur bulunmadı. Buna rağmen belediye başkanları tutukladı ve belediyelere kayyum atadı. Kürtler bu ülkede var olmak istiyorlarsa, onurlu bir vatandaş olarak haklarına saygılı bir duruma gelmek istiyorlarsa kendi belediye başkanlarını seçmelidir. Bir toplum oylarını kendisinin yönetilmesi için kullanır. Eğer bunu kullanamıyorsa, emredildiği gibi oy kullanıyorsa o halk yok demektir. Bana göre Kürtlerin bütün kayyumların yerine kendi belediye başkanlarını seçmeleri onların namus borcudur. Yaparlar mı yapmazlar mı bilmiyorum. Ama hem HDP’nin hem de diğer Kürt partilerinin ilk işi belediyelerine atanan kayyumları gönderip yerine aday gösterdikleri kişiyi seçmektir.


HDP batıda "AKP’ye kaybettirme" politikasıyla seçime gidiyor. Bu çerçevede çok sayıda yerde aday göstermedi. Bu stratejiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? 


Şimdi soruna iki açıdan yaklaşabilirsin. Duygusal açıdan yaklaşmak istersen CHP’ye oy vermek aklı başında hiçbir Kürt’ün, hiçbir HDP’linin yapmayacağı bir iştir. Çünkü CHP’de açıkça AKP’nin milliyetçi, ırkçı politikasını izlemektedir. Onlar bunun adına ulusalcılık diyor. Yani AKP milliyetçilik, CHP ise ulusalcılık diyor. Aralarında hiçbir fark yok. HDP’ye karşı tutumunda da çok net. Bir şekilde HDP’yi itici, dışlayıcı, keriminalize edici bir politika izlemektedir. Şimdi bu politikayı izleyen bir siyasi partiye herhalde Kürtler sempati beslemezler. Ben şahsen gidip CHP’ye oy vermeyi kendim için zül telakki ediyorum. Ama gidip vereceğim. Başka yapacağım bir şey yok.


Başka çare yok mu?


Bir defa AKP’nin tek başına devleti yönetme arzusu yani otoriter, baskıcı tekil ve her şeyi kendi elinde tutmaya çalışan bir yönetim anlayışı var. Bu anlayışın son bulması ve kevgire dönen bu Anayasa’nın yeniden evrensel niteliğe dönüştürülmesi amacıyla bu seçimlerde mutlaka AKP’nin muhalefetin karşısında yenilmesi lazımdır. Muhalefet ‘Kuvvetler birliğine dayalı bu rejimi beğenmiyoruz, parlamenter sisteme dayalı ve aynı zamanda kuvvetler ayrılığını benimseyen bir düzen istiyoruz’ diyor. Bu düzen için bugün hem HDP hem de aklı başında Kürt seçmenler oylarını muhalefete vermek zorundadırlar. Başka çareleri yoktur. Bu bir mecburiyettir.


HDP bu politikayla demokrasi adına CHP’ye bir şans verdiği değerlendirmeleri var… 


CHP’ye şans falan verdiği yok. CHP’nin kara gözlerine de hayran değildir. Bunu CHP için yapmıyor. Başka partiler de var. Onların adaylarına da oy veriyorlar. Ama önemli olan muhalefettin oylarını bir noktada toplamak ve AKP’nin artık çoğunluk partisi olmadığını net şekilde ortaya koymaktır. Bunu yapamazsanız muhalefet olarak o zaman çok şey kaybedersiniz. Bu rejim ilelebet böyle devam etme imkanına kavuşur.


Bu seçimlerde AKP-MHP ittifakı kaybederse ilişkileri nasıl etkilenir?


Bu artık muhalefetin görevidir. Muhalefet çıkıp Erdoğan’a ‘Sen artık orada oturamazsın, artık bu milleti temsil edemezsin, Cumhurbaşkanı değilsin, milletin çoğunluğunu kaybettin’ diyebilmelidir. Türkiye’de bunu her gün söyleyecek bir muhalefet var mı? Eğer iktidar kaybederse muhalefet çıkıp bunları diyebilmelidir. Mesela ben hatırlıyorum Süleyman Demirel, Turgut Özal’a karşı böyle bir kampanya açmıştı. Özal Cumhurbaşkanı olduktan sonraki seçimde çoğunluğu kaybetti. Çoğunluğu kaybedince Demirel sokağa çıkıp Özal’a ‘Sen artık Cumhurbaşkanı değilsin. Sen bu milleti temsil etmiyorsun. Seni oradan aşağıya indireceğim’ dedi. Ve her gün bunu söyledi. Özal, artık şaşkına döndü. Sadece halkın vereceği oyla AKP ekalliyete düşerse ve bu adam hala çıkıp kabadayı kabadayı konuşabiliyorsa hiçbir işe yaramaz. Önemli olan çıkacak sonucu muhalefetin kullanabilmesidir.



 Eğer Türkiye’de bugün beka sorunu varsa bunu da bugünkü yönetim yaratıyor. Çünkü iktidar bugün hukuk devletini ortadan kaldırdı. Kalubeladan beri ‘Adalet mülkün temelidir’ diye bir söz var. Mülk demek devlet demektir, toprak demektir. Adalet olmayan bir devlet, devlet değildir


 AKP – MHP ittifakı meydanlarda ‘Türkiye'nin beka sorunu var’ propagandasını tekrarlıyor. Sizce gerçekten bir beka sorunu var mı? 


Türkiye bütçesinin yarısından fazlasını ordusuna tahsis ediyor. Ortadoğu’da bu kadar güçlü ordu yok. Etrafında bulunan hiçbir komşu ülkenin Türkiye’den bir toprak talebinde bulunması, Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkmaya yönelik bir arzu beslemesi mümkün değil. O zaman bu beka meselesi nereden çıktı? Bu sadece politik amaçlarla AKP-MHP etrafındaki üyelerini, yakınlarını, kendilerine oy verenleri konsolide etmek içindir. Eğer Türkiye’de bugün beka sorunu varsa bunu da bugünkü yönetim yaratıyor. Çünkü iktidar bugün hukuk devletini ortadan kaldırdı. Kalubeladan beri ‘Adalet mülkün temelidir’ diye bir söz var. Mülk demek devlet demektir, toprak demektir. Adalet olmayan bir devlet, devlet değildir. Bugün tek adam rejimi devletin temelini yıkan bir politika izliyor. Tek adam rejiminin bugünkü izlediği politika Türkiye’nin varlık veya yokluğuna sebebiyet veren bir politikadır. Demek ki beka sorununu yaratan bizzat bugünkü iktidardır. Yoksa dışarıdan Türkiye’nin varlığını tehlikeye sokacak bir beka sorunu söz konusu değildir. Beka sorunu Türkiye’de hukukun son bulmuş olmasından kaynaklanan bir vakadır. Ona katılıyorum. MHP-AKP Türkiye’de hukuka son vermek suretiyle bir beka sorunu yaratmıştır. Adaletin olmadığı yerde mülk kalmaz. Bu bakımdan eğer Türkiye’de bir beka sorunu varsa bu beka sorununu bugünkü iktidar yaratmıştır derim. Çünkü adaleti yok etmiştir.


PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle DTK Eşbaşkanı Leyla Güven'in başlattığı açlık grevi eylemi 129'uncu gününde. Bu gündeme dair neler söylemek istersiniz? 


Öncelikle devletin kanunları, tutuklu kişilerin de hakları vardır. Tutuklu olmak, ceza almak demek her türlü haktan mahrum olmak, yoksun kalmak değildir. Bu hakların başında düzenli şekilde yakınlarıyla görüşebilmek, telefonda konuşabilmek, avukatlarıyla düzenli şekilde görüşebilmek, fikir alışverişinde bulunma hakkına sahiptir. Onun için yasalarda çok açık şekilde tutukluların ve mahkumların hakları sayılmıştır. Bunlara riayet edilmesi lazımdır. Bunlara riayet edilmese devlet görevini yapmıyor demektir. Görevini yapmayan bir devlet kişisel bir yönetime, otoriter bir yönetime sahip demektir. Devlet birçok alanda yaptığı gibi burada da hukuksuzluk yapıyor.


(Kaynak: MA / Ferhat Çelik - Sadık Topaloğlu)
Editör: Haber Merkezi