TÜRKİYE HALKLARININ ÖZGÜRCE SÖZ SAHİBİ OLDUĞU GÜÇLÜ YEREL YÖNETİMLERE…

31 Mart 2019 yılında yapılan, yerel yönetim seçimleri üzerinden yaklaşık olarak üç yıl geçti. Belediyelerin çalışmalarını, belediye başkanların halkla ve kurumlarla olan ilişkilerini yakinen takip etmeye çalışıyorum. Faşizmin baskısını her geçen gün artırarak hissettirdiği bir dönemin hem tanıkları hem de sanıklarıyız. HDP’den seçilmiş olan tüm belediyeler kayyum ataması yapılarak seçmenin iradesi yok sayılmıştı. Şimdi de İstanbul ve Ankara başta olmak üzere CHP’li belediye başkanlarının çalışmaları siyasal iktidarın türlü entrikalarla engellenmeye çalışıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Seçmenin iradesini yok sayan, halkın lehine yapılacak olan hizmetleri engellemeye çalışanların hangi saiklerle böyle bir tutum aldıklarını halklarımız gayet iyi bilmektedirler. Kalemini, kimliğini, kişiliğini satarak; kör, lal ve sağır olmayı tercih edenlere lanet olsun. Lanetlenenler bugün maddi anlamda kazanıyor olsalar da çocuklarına, torunlarına kaynakları yağmalanmış, halkları düşmanlaştırılmış bir ülke bırakıyorlar. Bu ayıp da onlara yeter.

İnsani, ahlaki değerleri yüksek ve aynı zamanda siyasi, politik birikimi olanlar belediye başkanı olmalıdır. Bu değer ve birikimleriyle seçildikleri ilin veya ilçenin belediye başkanı olarak ayırımsız her bir yurttaşına yerel yönetim hizmetlerini; ahlaken ve hukuken ayrımsız götürmek zorundadırlar. Peki, öyle midir? Yurttaşlarımızın Anayasa ile güvence altına alınmış olan hak ve özgürlüklerinin yok sayıldığı bu topraklarda adaleti tesis etmek aynı zamanda yerel yönetimlerin de görevi olmalıdır. Demokrasi güçleri yerel yönetimler üzerinde bir baskı unsuru olabilir, bu değişimi gerçekleştire bilirler.

Albert Camus der ki; “İnsan, neyse o olmayı reddeden tek yaratıktır.” Neyse o olmayı başarabilen belediye başkanları, halklarla barışık, iradi tutum alabilen ve başarının kapısını aralamayı bilenlerdir. Neyse o olmayı reddeden insanlar ise iradesini, kimliğini, kişiliğini satanlardır. Bu tür insanlar evrensel hukuku değil, hukuksuzluğu, rantı ve talimatları referans alanlardır. Bu bağlamda belediye başkanlarının temel öncelikli görevi; kendileriyle ve kentin halklarıyla barışık olmalarıdırlar. Bu iki olgu varsa hizmet kaçınılmazdır.

Anadolu’nun birçok köy veya kasabasında okul yok, yol yok, elektrik yok, yeteri kadar su yok, sağlık ocakları yok, iş yok, aş yok… Genel olarak yokları yaşayanlar ülkemizin ötekisi olan; Kürtler, Aleviler, farklı etnik yapıya sahip azınlık durumdaki yurttaşlarımız, yoksullar ve muhalif kimliğe sahip insanlardır. Yani siyasi iktidarlarla organik bağı olmayan seçmenlerimizdir.

21. Yüzyılda belediyecilik hizmetlerinin halka lütuf gibi sunulması, halkların kabulleneceği bir durum değildir. Belediye başkanlarının halklarımıza amasız, fakatsız, ayırımsız ve eşit hizmet sunmaları Anayasal bir görevdir. Belediyeler, kent ve kente yaşayan insanları yerel yönetim hizmetleriyle buluşturabildiği ölçüde başarılı sayılırlar. Kentlerin ayrıcalıklı insanları; yaşlılar, kadınlar, çocuklar ve yoksullar olmalıdır. Ancak ülkemizde ise siyasal iktidara yakınlıkları bilinen cemaat ve tarikat yapılanmaları içerisinde aktif rol olanlar kentlerin ayrıcalıklı insanlarıdır.

HDP’li belediyelere kayyumlar atanırken, demokratik toplumsal bir tepkiyi ne yazık ki örgütleyemedik. Karşı bir duruş sergileyemedik veya onlar Kürt deyip izlemekle yetindik. Ya da korku ve kaygılarımızın esiri olduk. Kısacası Türkiye halkları olarak faşizme barikat kuramadık, saldırıları engelleyemedik. Bu ayıp hepimizin ayıbıdır.

Uzun yıllar sonra, Türkiye halklarının ortak mutabakatıyla; İstanbul, Ankara, Adana; Antalya, Mersin ve Hatay gibi Büyük Şehirlerin Belediyeleri AKP’nin elinden alınmıştır. Bu değişime katkı sunan Türkiye halklarına şahsım adına teşekkür ediyorum. Bu görevi üstlenen CHP ve CHP’li Belediye Başkanları ise kadir ve kıymet bilmek ve bu birlikteliği sürdürülebilir somut adımlar atmak zorundadır. Kişiler önemli ve etkilidir ancak CHP’nin 31 Mart 2019 yılında yapılan yerel yönetim seçimlerindeki başarısı, muhalif siyasi partilerin ortak mutabakatı ile gerçekleşmiştir.

Kibir ve üstenci bakış kaybettirir. Güç zehirlenmesi ve rehavet kaybettirir. Her şeyi ben bilir, ben belirlerim yaklaşımı kaybettirir. Ben kazandım siz de kim oluyorsunuz anlayışı kaybettirir.

Demokratik kitle örgütlerini, emek ve meslek örgütlerini, üniversiteleri, inanç örgütlerini, basın yayın kuruluşlarını, yoksulları, kadınları, gençleri önemseyenler ve bu kurumlarla ortak faaliyet yürütenler kazandırır. Belediyelerin kapılarını halka açan, halkın toplumsal taleplerini karşılayanlar kazandırır. Bütün faaliyetlerini şeffaf yürütenler ve halkın denetimine açanlar kazandırır. Teorik söylemleri, pratikleriyle örtüşenler kazandırır. Ben değil biz diyebilenler kazandırır. Hak, hukuk, adalet kavramlarını içselleştirenler, emek, barış ve demokrasiyi esas alanlar kazandırır.

Demokrasiyi işleten, halkların özgürce söz sahibi olduğu güçlü yerel yönetimlerin oluşturulması dileğiyle…

Sevgiyle kalın.