Türkiye’yi 18 yıldan bu yana yöneten siyasal İslam ideoloji fazlasıyla doyum noktasına ulaşmıştır.   Son beş yıldan bu yana da ırkçı Ergenekoncu MHP ile birleşerek bu yönetme tarzını kör topal devam ettirme eğilimi içindeler.

 

Türkiye’yi 18 yıldan bu yana yöneten siyasal İslam ideoloji fazlasıyla doyum noktasına ulaşmıştır.  Son beş yıldan bu yana da ırkçı Ergenekoncu MHP ile birleşerek bu yönetme tarzını kör topal devam ettirme eğilimi içindeler.

Ancak bu yönetim tarzı Türkiye’ye bir faydası yoktur. İçte dışta tam bir çöküş yaşanıyor. 6 yıl önce gündeme koydukları çöktürme planı devleti çökme aşamasına getirdi. Gerçekten de bu durum tam bir çöküştür. Eğer hala ayakta kalmaya devam ediyorlarsa bu işte dayattıkları ve her yana yaydıkları zor yöntemi sayesindedir. Dışta da uluslararası siyasette dengeyi kullanan, Türkiye’nin coğrafik ve ekonomik olanaklarını pazarlayan politikaları sayesinde ayakta durmaktadırlar.

Tabii bu bir başarı değildir. Akıl dışı politikalar ile, doğal ve toplumsal dengelere dayanmayan bu zoraki politika ile varlıklarını daha ne kadar devam ettirebilirler ki?

Bu yanlış ve gerçekliğe uymayan, demokratik değerleri hiçe sayan faşist politikanın halka ve halklara toplumsal kesimlere yansıması daha fazla açlık-yoksulluk, hastalık-ölüm, zindancılık  ve tecavüzlerin yaygınlaşması, kadın katliamların artması ve daha sayabileceğimiz bir çok zararlara yol açmaktadır.

Aslında normal şartlarda halkların ve insanların sesiz ve örgütsüz kalmamaları gerekirdi. Ama bu politikayı uygulayanların bunun da önlemini aldıklarını, basına yönelik uyguladıkları yasaklardan, örgütlenme özgürlüğüne yönelik cezalandırıcı ve şiddet kullanan yöntemlerinden anlıyoruz. Topluma karşı yapılan saldırı ile yasaklamaların aynı anda yürürlüğe girmesi tesadüfi değildir.

Ama ne yaparlarsa yapsınlar halk kitlelerinin belli bir dayanma ve tahammül etme durumu vardır. Bu bilimsel bir tespittir. Bu tahammülün de bir sınırı ve zamanı vardır diye düşünüyorum.

Kürt siyaseti ve Türkiye demokratik siyaseti, kuşkusuz buna karşı hep bir direniş, karşı koyuş içinde oldu. Bedel ödese de bu duruşundan vazgeçmedi. Bunun yanında Kadınların haykırışı, sivil toplum kuruluşlarının kayda değer tepkileri, 12 Eylülden hesap soran 78’lilerin mücadelesi, kayıplarını arayan ve faili meçhul cinayetlerin sorumlularının yargılanması için mücadele eden ve adalet arayan anaların varlığı bu çürümüş sisteme karşı önemli muhalif ve alternatif tavır olmaktadır. Sosyal medyaya yansıyan bireysel isyanlar akacağı kulvarını ararken, tüm bu tepkiler iktidar sahiplerine, her şeyi her zaman yapamayacaklarını gösteren önemli hareketler olarak varlığını duyurdu.

Irkçı MHP ve Akp’nin yönettiği Türkiye şu an bir korku duvarı gibi durmaktadır. Ama bu duvar çatlamış, her yanını yosunlar kaplamış, çatlaklarından su sızıyor, yer yer göbek vermiş ve yıkıldı yıkılacak konumda. Kimse karışmasa da bu duvar yıkılacak.

İşte halkların ve emekçilerin çabası bu duvar yıkılınca altında kalmamak olmalı.

Çünkü Türkiye’yi yönetenler hep yaptıkları gibi, bir iktidarı kullanıp, her türlü kirli işini yaptırdıktan sonra yeni bir iktidar kurup çözülmeyen esas sorunları tarihe havale etme eğilimi gösterecektir. Her darbe sonrası yaptıkları gibi.

Duvarın altında kalmamak derken bunu kastediyorum. Eğer inisiyatif egemenlerde kalırsa onlar için iktidar yıkıp bir başkasını kurmak kolaydır. Ama halklar adına siyaset yürütenlerin uzak görüşlü politikaları burada hep gündemde olmalı.

İktidarın insanlık dışı ve başta Kürt düşmanlığı olmak üzere, halk ve emekçiler düşmanı politika ve uygulamaları her zaman ve yer yolla teşhir edilmesi önemli olmaktadır.

Diplomasi kanalları hep açık olmalı. Bu çağda artık insanları,  kadınları ve halkları baskı altında tutan dikta rejimi ile işbirliği yapan devletler teşhir edilmesi gerekir.

Bunları yapabilmenin ve başarılı olabilmenin tek şartının da Kürtler arası birlikten geçtiğini bilmek gerekir. Kürtler, siyasi parti olarak, parçalar olarak, özerk yönetimler olarak her şeyden önce ulusal haklarımızı, dil ve kültürümüzü hedef alan yaklaşımları ne olursa olsun en üst düzeyde tepkiyle karşılamalıdır. Tarih bilici bize şunu iyi kavratmış olması lazım. Kürt halkının ve ülkesinin düşmanları sadece bir örgüte, bir parçadaki harekete karşı değil, bir bütün olarak Ortadoğu’nun orta yerinde olan ve varlığı ve mücadelesi ile devletlerin çıkarlarına dokunan Kürt halkına ve Kürdistan halklarına karşı yok etme politikaları stratejik bir hedefleridir. Tarihin acı bir şekilde bize öğrettiği budur. Qazi Muhamed’in, Şeyh Said’in, Mela Barzani’nin ve modern Kürt hareketinin ortaya koyduğu 40 yıllık pratiğin bize öğrettiği budur, bu olmalıdır.

Türkiye halkları ile, Fars halkı ile Arap halkları ve emekçileri ile her zaman bir ve birlikte hareket etmek, en geniş birlikteliği kurma da en az Kürt halkının kendi içindeki birlik kadar önemlidir. Çünkü bir tarihi gerçek de şudur ki egemen ırkçı faşist yönetimler, hükmettikleri halkı uyuşturdukları, aldattıkları ve manipüle ettikleri oranda güçlü olurlar. Demokratik siyaset bunun tersi yönde olmalı ki en geniş halklar ve emekçiler koalisyonu gelişebilsin ve ırkçı-faşist yönetimler toplumsal destek bulamasın.

Türkiye halklarının, insanlarının yaşadığı sağlık, yoksulluk, işsizlik ve bunların yol açtığı hastalık, intihar, kadın ve çocuklara yönelik taciz tecavüz olayları, kadın katliamları gibi her gün artan sorunların esas sorumlularının, ülkeyi yönetemeyen bu iktidar olduğu her zaman vurgulamak önemlidir. Çünkü hükümet her şeyi zor ve baskı yöntemi ile kontrol altına aldığını düşünüyor. Böylece toplumsal sorunların kat be kat armasına yol açmaktadır.

Hükümetin dışta, Kuzey Suriye’yi parça parça işgal etme planı. Libya ve Lübnan politikaları. En son olarak da Akdeniz’de savaş gerilimleri yaratması bölgeye ilişkin politikalarda elini güçlendirme isteğinden başka bir anlam taşımıyor. İçerde de dağ gibi yığılan sorunlardan insanların dikkatinden kaçırtmayı hedefledikleri de gayet açıktır.

Sorunu çözemeyenler çözülüyor,  hükümetlerde yaşanan durum bu.

Tecrit uygulamalarının esasında çöktürme planının bir parçası olduğunu vurgulamak, haklı konumda olmak, örgütlü duruş ve her zaman halkın içinde ve yanında olmak, bu çözülüşe karşı alternatif bir politikanın gelişmesine ve güçlenmesine yol açar. Yanıltıcı ve oyalayıcı politikalara karşı aydınlatıcı söylemler üretmek. Suni gündemler peşinde değil kendi gündemini organize etmek, başarmanın da temel prensibidir.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Ötekilerin Gündemi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.