İSTANBUL-Usta Edebiyatçı Gülsüm Cengiz ile 'Umut hep vardır' kitabı üzerine Evensel'den İsmail AFACAN'a konuştu: İnsan, değişen ve değiştirendir. Elleriyle yaşamı yeniden kurandır.



Gülsüm Cengiz çok yönlü bir aydın… Aynı zamanda şair, denemeci, yazar ve araştırmacı… Toplumcu şiirleriyle, çocuk edebiyatına armağan ettiği eserlerle ve Türk şiirine dair yaptığı incelemelerle edebiyatımıza katkılar sunmaya devam ediyor. Gülsüm Cengiz son olarak 2. Vedat Günyol Deneme Yarışması Seçici Kurul Özel Ödülü’nü kazanan “Umut Hep Vardır” kitabıyla karşımıza çıktı. 90’lardan 2010’lara kadar çeşitli gazetelerde kaleme aldığı köşe yazılarından oluşan kitabında on yılların tanıklığını aktarıyor okurlarına… ‘Hep umut vardır’ diyerek…

Usta edebiyatçı Gülsüm Cengiz’le son çıkan  “Umut Hep Vardır” kitabı üzerinden son 30 yılı, umudu ve dördüncü baskısını yapan  “Boğazdaki Mutlu Çocuk Kuzguncuk”u konuştuk. Kaynağını insanlık tarihinin birikimlerinden alan bilimsel bir umudu savunduğunu dile getiren Cengiz; “Çünkü insan, değişen ve değiştirendir. Elleriyle yaşamı yeniden kurandır.” dedi.

Köşe yazılarınızı bir araya getirdiğiniz “Umut Hep Vardır” dosyanızla 2.Vedat Günyol Deneme Yarışması Seçici Kurul Özel Ödülü'nü kazandınız. Ardından da kitaplaştı.  “Umut Hep Vardır” nasıl ortaya çıktı?
1994'ün ilk günlerinde, Şükran Soner'in önerisiyle Cumhuriyet gazetesinin gençlik sayfasında yer alan “Umut ile Sevgi ile Düş ile” başlıklı köşede yazmaya başladım. Ahmet Arif'in dizelerinden esinle adlandırdığım köşedeki yazılarımda 1990'lı yılların boğuntusu içinde bunalan, arayışlar içinde olan gençlere umudu duyumsatmak istedim. Gençleri şiirle buluşturmak için konuya uyan şiir ve dizelere de yer verdim. Sayfa gençler için tasarlanmıştı, ancak yazılarım her yaştan Cumhuriyet okurunun ilgisini çekti. İlkokul 3. sınıf öğrencisinden, TDK başkanına kadar çok geniş bir yaş aralığından gelen mektuplar, bir etkinlikte karşılaştığımız edebiyat öğretmeninin, “Günü Güzel Kılmak başlıklı yazınızı bütün öğrencilerime okuyorum,” sözleri beni sevindirmiş ve yazılarımın işlevselliğini duyumsatmıştı. Ne yazık ki 1994 krizinin etkisiyle gençlik sayfasının ömrü çok uzun olmadı. Birkaç ay sonra, haftalık Gerçek dergisinden Kemal Özer ile dönüşümlü olarak kültür sayfalarına yazma önerisi geldi. 1994'te yazmaya başladığım “Yaşamanın Yedi Rengi Var” başlıklı köşe, 1996'dan sonra Evrensel gazetesinde sürdü. Sonrası uzun, bildiğimiz bir serüven. Muhalif içeriği nedeniyle kapatılan Evrensel'in ardından Emek gazetesinde, Yeni Evrensel'de ve Günlük Evrensel'de sürdürdüm yazılarımı. Yazılarımda; bütünselliği içinde yaşama, ülkemizde ve dünyamızda yaşananlara tanıklık ederken bir yandan da hep umudu duyumsatmak istedim. Bu düşünceyle, yazılarımdan seçerek oluşturduğum kitap dosyasına “Umut Hep Vardır” adını verdim. Dosyam, 2. Vedat Günyol Deneme Yarışması'nda Seçici Kurul Özel Ödülü'ne değer bulundu. Ardından da Haziran 2018'de Kor Kitap tarafından yayınlandı.

Çeyrek asırlık bir zaman dilimini içeren yazılar bulunuyor kitapta. İçeriğinden biraz bahseder misiniz?
1994'e başlayan yazılarımın temel amacı, yaşanılanlara tanıklık ederken, yaşamda var olan direnci ve umudu duyumsatmaktır. Haksızlıklara, sömürü ve zulme karşı, insanın varoluşundan beri sürdürdüğü iyiyi, güzeli, doğruyu arayış çabasını, mücadelesini anlatmak; dünyanın, toplumsal koşulların değişebilirliği düşüncesini vurgulamaktır. Bazen güncel bir olaydan yola çıktım yazılarımda, bazen bir şiir dizesinden. Yazılarımı yazarken  yazınsal birikimimden de yararlandım, eğitimci kimliğimden de... Yalın ve ilgi çekici yazılar olmasını amaçladım; konuya uyan şiir ve dize paylaşmayı sürdürdüm...
Kitap kapağı


Çeyrek asırlık dönemi 90’lar, 2000’ler ve 2010’lar diye ayırırsak... Bir şair, yazar ve aydın olarak bu on’ar yıllık dilimleri neye benzetirsiniz, nasıl özetlersiniz? 
Ülkemizin yakın tarihi acılarla, baskılarla dolu. 90'lı yıllar, 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle gelen baskı, yasaklama, gözaltında kayıpların, işkence ve öldürümlerin sürdüğü bir dönemdir. Buna karşın 1989 bahar eylemleriyle başlayan mücadelenin de yükseltildiği yıllardır. Güzel günlere inanmanın, mücadelenin bedeli özgürlüğünden yoksun bırakılmaktır. Güzel günlere inanmak, bunun için mücadele etmek “suçunu” işleyen işçi ve emekçiler ağır bedeller ödemişlerdir. Ancak en büyük bedel dili, kültürü ve en temel hakları için mücadele eden Kürtlere ödetilmiştir. Yakılan, boşaltılan köyler, gözaltında kayıplar 90'lı yıllarda yaygın yaşanan olaylardı. Bu durum umut yitimine neden oluyordu. Bir toplantıda söz alan mahpus eşi genç kadın, eşinin kendisine “Umudunu kaybetme. Evrensel'den Gülsüm Cengiz'in yazılarını oku,” dediğini söyleyince, yazılarıımın işlevselliği ve insanlara katkısı üzerine uzun uzun düşündüm. 2000'li yıllarda sorunlara çözüm aransa da yine acılarla gelip geçti. 2010 sonrası için de aynı şeyleri söyleyebiliriz.

Kitabın adında umudun sürekliliğine dikkat çekiyorsunuz. Birçok kesimde umutsuzluğun çok fazla yaygınlaştığı bir dönemde “umut illa umut mu” diyorsunuz?  
Evet. Çünkü umut hep vardır. Ben karamsarlığa düştüğüm anlarda, içindeki sonsuz yenilenme gücünü bir kez daha duyumsamak için doğaya bakarım. Çürüyen yaprakların arasında fışkıran ilk filizler, taşlar arasında bitiveren çiçekler ve ağaçlar, kuru dallarda kabaran ilk tomurcuklar tazeler yaşama sevincimi ve umudumu. Tıpkı doğada olduğu gibi toplumsal yaşamda da çok sayıda umut imgesi vardır. Ben bu durumda da, toplum yaşamındaki tomurcuklara, ilk filizlere ya da kayada yeşeren ağaçlar gibi dirençli insanlara bakıp yenilerim umudumu; içim iyimserlikle dolar.

Bahsettiğiniz bir temenni mi yoksa nesnel dayanakları olan bir umut mu?
Bu, ayakları yere basmayan bir umut değildir. Kaynağını insanlık tarihinin birikimlerinden, yaşamdan ve bilimden alan bilimsel bir umuttur. Doğanın diyalektiğini anımsadığımızda bunun böyle olduğunu görürüz. Gecenin en karanlık anı, güneşin doğuşuna en yakın zamandır. Kışın ardından ilk yaz gelir. Çürüyenin, kuruyanın yerine nasıl yepyeni filizler, tomurcuklar çıkıyorsa doğada, insanların yaşamında da yeni sürgünler, umutlar ve sevgiler vardır. Çünkü insan, değişen ve değiştirendir. Elleriyle yaşamı yeniden kurandır.

'ONURLU DURUŞLARIYLA DA ETKİLEDİLER BENİ'


Toplumcu edebiyat kuşağının temsilcilerindensiniz. Aslında gelecek güzel günlere inanan ve gelecek güzel günler için mücadele eden edebiyat kuşağındansınız. Bu kuşağın size etkisi katkısı nelerdir?
1970'li yılların başında, şiire gönül düşürdüğüm günlerde karşılaştım Nazım Hikmet'in kitaplarıyla. O günden sonra bir yandan ülkemiz ve dünya şair ve yazarlarının yapıtlarını okumayı sürdürdüm bir yandan da beni etkileyen olaylar üzerine şiirler yazdım.. Nazım Hikmet'in şiirleri, şiir serüvenimde yol gösterdiler bana. Onun Memleketimden İnsan Manzaraları adlı dev yapıtı benim şiir okulum oldu diyebilirim. Onun şiirlerindeki ileti kuşkusuz çok önemliydi benim için; dünya görüşümle örtüşüyordu. Ama en çok şiirlerinde kullandığı tekniğe, söyleme, buluşlarına, ustalığına hayran oldum. Okuduğum her şiirle önümde yollar açıldı; kitabın sayfalarını çevirdikçe yaşama ve sanata dair birikimimin geliştiğini, çoğaldığımı duyumsadım. Şanslıydım ya da şansımı kendim yarattım diyelim. İstanbul'a atanınca Hasan İzzettin Dinamo'yla ve sonrasında birçok ustayla yüzyüze tanışma ve onlardan öğrenme olanağım oldu. Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Şükran Kurdakul, Bekir Yıldız, Osman Şahin, Mehmet Başaran, Asım Bezirci, Kemal Özer, Ataol Behramoğlu, Eray Canberk, Adnan Özyalçıner, Refik Durbaş, Sennur Sezer, Güngör Gençay ilk şiir kitabım Eylül Deyişleri yayınlandıktan sonra yüzyüze tanıştığım ustalardan yalnızca bazıları. Onlar yalnız yapıtlarıyla değil, yaşam karşısındaki onurlu duruşlarıyla da etkilediler beni. 80 sonrası, toplumcu gerçekçiliğin dışlandığı bir dönemde şiire çıkan bir şair olarak beni çok etkiledi bu. Toplumcu gerçekçi şair ve yazarların birbirleriyle dayanışma içinde olduklarını, ama bu dayanışmanın bir kayırma, eksikleri hoş görme anlamına gelmediğini gördüm. Politik yakınlık ölçütü yerine yazınsal ölçütten şaşmayan Asım Bezirci’nin nesnel eleştirileri; 1979'da tanıştığımız Sennur Sezer'in şiir dosyam hakkındaki yüreklendirici yaklaşımı; Kemal Özer’in Varlık dergisinde sürdürdüğü paylaşımcı çalışmalar; Şükran Kurdakul’un bizleri sahiplenmesi; Eray Canberk'in birlikte seçki hazırlama önerisi aklıma gelen ilk örnekler. Kendimi ülkemiz toplumcu şiirinin oluşturduğu zincirin bir halkası olarak görüyorum ve gerek yapıtlarından gerekse kendilerinden öğrendiğim ustaları şükranla anıyorum.

'KİTAP YALNIZCA ESKİ İNSAN YAŞAMLARINI ANLATMIYOR'


“Boğazdaki Mutlu Çocuk Kuzguncuk” kitabınızın geçtiğimiz günlerde dördüncü baskısı yapıldı. Ne anlatılıyor kitapta?
Boğaz’daki Mutlu Çocuk Kuzguncuk, 2010 İstanbul Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında yazılıp yayınlanan 40 kitaptan biridir. Benim Kuzguncuk kitabım ailece oraya taşınmamızla başlıyor. Orada geçirdiğimiz günler, okul yaşamım, sınıf arkadaşlarım, sokaktaki oyunlarımız, semtin çok kültürlü-çok kimlikli yapısı, zengin insan yaşamları anlatılıyor kitapta. Farklılıkların zenginlik olduğunun vurgulandığı kitapta Koço’nun, Pandeleimon Kilisesi’nin koro görevlisi Sarandi Apostolidis’in, Muhayyer’in sakini Doğan Yörük’ün, semtin terzisi Cevat Sayın’ın, Blagoy’un, Fethiye Teyze’nin, iskeledeki gazete satıcısı Fahrettin amcanın, Nazım Hikmet’in teyzesi Sare Hanım'ın, evimize giren ilk tabloyu babama armağan eden Rus ressamların ve daha birçok semt insanının öyküsü var…

Romansı bir havası var kitabın... İstanbul’daki kent kültürünün Kuzguncuk üzerinden  değişimi ve dönüşümüne tanık oluyoruz. 
Evet, pek çok yazar arkadaşım kitabı roman tadında okuduklarını söyledi bana. Buna sevindim, çünkü anlatılarımın yazınsal nitelik taşımasını amaçlamıştım. Kronolojik sıra gözeterek anı-öykü olarak kaleme aldığım bölümlerin bazılarının başlıkları şöyle: Vapur Resimleri Yapan Çocuk; Gazhane Sokak Sakinleri; Marko Paşa’nın Köşkü’nde; Çan Sesiyle Ezan Sesi Yan Yana; Rüzgarla Yarışan Uçurtmalar; Kuzguncuklu Bir Çocuk; Düşler Engel Tanımaz; Çınar Ağacı Tanıktı; Kapılar Hep Açıktı; Yıldızların Altında Sinema… Kitabımda, bugünkü Kuzguncuk'u ve İstanbul'daki değişim dönüşümün semte yansımasını da anlattım. Bunu anlatırken geçmişe özlem yerine, bugün elimizde olanı tanıma ve koruma gerekliliğini vurguladım.

Yolu Kuzguncukla kesişen şair, yazar ve ressamlarla karşılaşıyoruz kitabınızda anılarınız eşliğinde. 
Kuzguncuk, her sanat dalından sanatçının doğup yaşadığı, yaşamının bir döneminde yolunu geçirdiği bir semt. Semtin zenginliği sanatçıları beslemiş, sanatçıların varlığının semte katkısı olmuş. Kuzguncuk'a yolunu düşüren, Kuzguncuk üzerine şiir yazan Nazım Hikmet'in adını en başta anmak isterim. Oktay Rifat'tan Rıfat Ilgaz'a, Cengiz Bektaş’tan Can Yücel’e, Sevim Burak'tan Egemen Berköz’e, Yaşar Miraç'a, Gülsüm Cengiz'e, Orhan Alkaya'ya yolu Kuzguncuk’tan geçen, Kuzguncuk’ta yaşamayı seçen şairlerin Kuzguncuk üzerine yazdıkları şiirlere ve yazılara da yer verdim.

“Boğazdaki Mutlu Çocuk Kuzguncuk” okura ne mesaj veriyor?
Boğazdaki Mutlu Çocuk Kuzguncuk, yalnızca geçmişte yaşanan güzellikleri, eski insan yaşamlarını anlatmıyor. Bugün Kuzguncuk’ta yaşayanlar; Kuzguncukluların, yaşadıkları bu semti koruyup gözetmek için yaptıkları çalışmalar da yer alıyor. Kuzguncuk İlköğretim okulunda çocuklar için gerçekleştirdiğimiz yaz okulu, söyleşi ve imza etkinlikleri, duvar resimleri, kültürel geziler; İlya'nın bostanının yapılaşmaya karşı savunulması, daha doğru bir deyişle Kuzguncukluların yıllardır sürdürdükleri bostan mücadelesi ve daha pek çok etkinlik anlatılıyor; kardeşlik ve hoşgörü ortamının geçmişten bugüne sürdüğünün canlı tanıklıkları olarak... Kitabım, kendi yaşamımdan ve gözlemlerimden yola çıkarak, İstanbul’un bu en eski yerleşim yerinde son 60 yılında yaşananlara tanıklık etmenin yanı sıra barındırdığı zenginlikleri paylaşma amacını taşıyor.

 
Editör: Haber Merkezi