Türkiye tarihinin en büyük yangınının yaşandığı bu günlerde, Türk siyasetinin içinde bulunduğu çukuru, çürümüşlüğü gösteren önemli olaylar yaşanıyor.

Her şey bir tarafa, iktidar ve ana akım Türk siyaseti, bu büyük yangın felaketini berbat ve pespaye siyasetlerinin aracına dönüştürmek için bir adım bile geri durmuyorlar.

Enerji ve mesailerini yangının yarattığı, etkileri uzun süreceği bilinen ciddi sorunları bir an önce çözmeye harcamak yerine; siyasal rakibe gol atmaya, toplumu kutuplaştırmaya, kendisi gibi olmayanları ötekileştirmeye harcamayı inatla sürdürüyorlar.

Ankara, yangın söndürme çalışmalarını yerel yöneticilerle koordineli biçimde yürütmesi gerekirken, Cumhur İttifakından olmayan yerel yöneticileri hiçbir biçimde muhatap almıyor ve doğru dürüst bilgilendirme dahi yapmıyor.

Seçilmiş yerel yöneticileri yok sayan bu tutum, iktidarın seçmene, seçimlere, toplumsal çoğulculuğa ve nihayetinde demokrasiye ne derece kıymet verdiğini göstermekte.

İktidarın muhalif partilerden seçilen belediye başkanlarına karşı dışlayıcı ve ayrımcı tutumu, Türkiye krizinin eksenini oluşturan bir yaklaşım. Yangın nedeniyle iktidarı eleştiren, iktidarı övmeyen sanatçı ve aydınlara karşı iktidar yandaşlarının saldırgan tutumları, yurtdışından yangın çalışması için destek istenmesini dillendirenleri vatan hainliğiyle suçlamaları, iktidarın içinde bulunduğu çukuru ve çürümüşlüğü ortaya koyuyor.

Kendilerini desteklemeyen, saraya biat etmeyen herkesi Türkiye’nin kötülüğünü isteyenler olarak damgalamak; iktidarın politikalarına itiraz eden herkesi vatan haini, İslam düşmanı, Hristiyan batının işbirlikçisi diye susturmaya çalışmak ve suçlamak, iktidarın ve yandaşlarının uzun süredir amentüsü.

Cumhur İttifakı için iktidarın ömrünü uzatacak her şey, her yol mubah. Toplumda giderek artan sosyal, siyasal çürümenin bir anlamı ve önemi kalmış değil. Cumhur İttifakı için tek önemli olan iktidarlarının bekasını sağlamak.

Bunun için demokratik siyasetin gelişme kanalları kapatılıyor. Farklılıklarla birarada yaşamanın zeminlerinin gelişmesine düşmanca politikalarla ket vuruluyor. Ayrımcılık, kutuplaşma siyaseti; her geçen gün biraz daha fazla Türkçülük eksenine oturuyor. Bunun ırkçılık mertebesinde olması tehlikenin derinliğini ve ciddiyetini gösteriyor.

Bu ırkçılığın, üstü örtük Türk milliyetçiliğinin hali, Türkiye’nin birçok temel sorununun çerçevesi. Yangın bölgesinde eli silahlı yol kesen “vatanseverler”, HDP’lileri ve Kürtleri ava çıktıklarında bu Türk milliyetçiliğini çok rahat kendilerini korumanın kalkanı yapabiliyorlar. Ülke kanunsuzlar ülkesine döndü.

Demokratik siyasetin tırpanlanması ile sonuçlanması muhtemel HDP’nin kapatılması davasında görüleceği gibi, “terörle mücadelede de” çoğu kez aynı siyasal yaklaşım ve saiklerle hareket edilmektedir: Türkiye Cumhuriyetinin olağan davranışı halinde sürdürülen bir Türkçülük siyaseti. Bu gerçekle yüzleşmeyen, öldürmeyi ve ölmeyi yücelten siyaset, toplum, akademi ve entelektüellerin siyasi krizin aşılmasına bir katkısı olamaz.

Bugün iki şeyi aynı anda birlikte savunmak ve inşa etmek zorundayız: Demokratik siyaset hakkını ve eşit, özgür birarada yaşama hakkını.

HDP’ye karşı sürdürülen politikalara itiraz etmeden, hele de kapatma ve Kobani Davalarına karşı çıkmadan ne adaleti ve hukuku savunmak mümkün, ne de demokratik siyaset hakkını savunmak mümkün.

HDP, anayasa güvencesinde siyaset yapan, TBMM’nin üçüncü büyük partisi. Daha çok Kürtlerin desteklediği ve bu nedenle Kürt sorununun demokratik çözümünde önemli işlevi ve sorumluğu olan bir parti. Dolayısıyla partinin karşı karşıya kalacağı muamele, seçmenlerinin iradesine siyasi müdahale olacağı gibi, Kürtler nezdinde telafisi mümkün olmayacak siyasi kırılmalar yaratacaktır. Toplumsal barış, uzlaşı ve demokrasi arayışlarını olumsuz yönde etkileyecektir.

Bu nedenle bugün demokratik siyaset hakkını savunmak, HDP’nin kapatılma istemlerine karşı çıkmayı gerektirir.

Keza eşit, özgür birarada yaşama hakkını savunan zeminlerin geliştirilmesine çalışmak; Suriyeli mültecilerin insanca yaşam hakkını savunmaktan, HDP için “itlafı gereken bir siyasi haşere sürüsüdür” sözünü eden MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’a toplumun okkalı yanıt vermesinden geçiyor.

Tarih yalnız siyasal, toplumsal akıntıya kapılanların değil, akıntıya karşı duranların da tarihidir. Cumhur İttifakının büyük patronu, küçük ortağı ve yandaş medya; ayrımcılık, Türkçülük ve milliyetçilikle malul akıntıya herkesin kapılmasının hesabıyla hareket ediyor.

Muhalefet partileri ise esas enerjilerini, iktidarın yarattığı akıntıya karşı duruyor gibi görünmeye harcıyor. Demokratik siyaset kanallarını zorlamaktan, çok kültürlü, çok inançlı, çok dilli, çok etnik yapılı bir toplum yapısını inşa etmekten, çok ama çok uzak duruyor. İktidarın ayak izlerini takip ediyor, insanların onurlarıyla ve eşit koşullarda yaşama taleplerine direniyor.