Eşitliğin olmadığı yerde aşkın bulunmadığı çünkü mümkün olmadığı çok açık

bir kadın eyleminde görüldü ilk kez, tek bir kartona sığması zor olduğundan sanırım, iki ayrı dövizde; “gece karanlıktan korkarsan, bu kenti ateşe veririz.” bu kentin sunduklarından vazgeçeriz, senden vazgeçmeyiz! gecelerin, karanlıkların, güzel bir gecenin karanlığında, belki kendi dalgınlığına dalıp yürüyebilmenin haram edildiği kadınların o korkuya karşı dayanışmasını bundan daha güzel ne ifade edebilir?

işte buse uçer de bu slogandan ilham alarak yazdığı “bu şehri ateşe vereceğimiz günler yakın” için yılbaşını gözaltında geçirdi. kadınların canını korumayan, katilleri engellemeyen kurumlar, buse’nin ifade özgürlüğünü kullanmasını tehlikeli gördü. belki de haklılar çünkü tek tek sözler bir araya gelince erkeklerin iktidarını tehdit edebiliyor. 

biliyoruz, şiddet tek başına bir olgu değil, hiyerarşinin mümkün kıldığı bir şey. patriyarka, bu hiyerarşilerin, en önemlilerinden, toplumu, üretim ilişkilerini şekillendiren bir sistem (kapitalizmin yanı sıra). toplumun, kadınları herhangi bir aile bağıyla bağlı oldukları erkeklere teslim ettiği her gün tekrar tekrar kanıtlanıyor. kan bağı bulunan erkeklerin cinsel şiddetine yarım ağız karşı çıkılsa da (yarım ağız çünkü var olan ve yetersiz olduğu haliyle bile zaten uygulanmayan önlemlerle ilgili bir şey denmiyor) kadın ve çocukları itaat ettirmeye yönelik şiddeti olağan görülüyor; kızını dövmeyen dizini döver’le yola çıkan toplumumuzda bugün oğulların annelerini öldürdüğünü duyuyoruz. duyuyoruz diyorum çünkü belki de hep vardı bu, kadın kurtuluş hareketi sayesinde haberdar oluyoruz. ayağının altına cennetin serili olduğu anneleri sadece babalar değil bizzat oğulları da katlediyor!

iş bununla kalmıyor; bir kadının birlikte bir aile kurmak istediği varsayılan her erkek de şiddet hakkına kavuşuyor. bir kadının bir erkeği sevmesi, ona kendi hayatı üzerinde, nasıl yaşadığı, ne giydiği, hangi işi yapacağı, kimlerle görüşeceği konusunda yetki vermek ve bu yetkisini uygularken şiddete başvurma hakkını sunması olarak anlaşılıyor. liseli oğlanların, sağda solda sevgililerini nasıl azarladıklarına, zaman zaman sokak ortasında itip kaktıklarına şahit olmuşsunuzdur. her biri kendi ailesiyle yaşayan o çiftler aynı eve girdiklerinde olacakları tahayyül etmek zor değil. bu türkiye için yeni bir olgu, gençlerin flört etmesi geçmiş on yıllarla kıyaslandığında daha meşru ama bu özgürlüğe eşitlikçilik eşlik etmiyor; flörtlerin ilişkisi eşit değil, şiddet içeriyor.

bir de yetişkinlerin sevgili olması yani evlenecek yaşta olan, evlenmelerinin önünde eğitim görmek ya da kendine ait bir gelir, bir iş, bir meslek sahibi olmamak gibi engeller bulunmayan, bunu tercih eden çiftlerin ilişkisi var. iktidar yanlısı olsun olmasın muhafazakârlar buna sıcak bakmıyor. gayrı meşru ilan etmeye cesaret edemeyenler de hoş karşılamıyor. flört ancak evlilik öncesi bir aşama; “ah evet, biz de moderniz, gençler evlenmeden önce birbirini tanımalı tabii.” sevdikleri erkeğin kendileri üzerindeki haklarını sınırlamak için nikâhlanmayan pek çok kadın tanıyorum, sanırım ya da umarım sizler de tanıyorsunuzdur. ama bu önlem erkek şiddetini engellemeye yetmiyor. hatta bir erkekten ayrılmak da yetmiyor, toplum, bir erkeği sevmiş, belki bir kerelik bile olsa, arzulamış olmanın, ona şiddet hakkını tanımak anlamına geldiği fikrini benimsiyor. o yüzden bir hırsız da, parasını, mücevherlerini çalıp öldürdüğü bir kadının eski sevgilisi olduğunu iddia ederse hoş görüleceğine güveniyor; sevgilinin eskiliği nedir ki. bir erkek sevgilisinin bedeni, kimliği, hayatı üzerinde yetkisinden ancak kendi lütfederse vazgeçebilir. bunlara maddi kaynakları da neden dahil olmasın! eğer bir kadın bağımsız bir gelire sahip olma hakkını elde ettiyse bunu tabii ki erkekle paylaşacak! erkekler, ailelerindeki kadınları, çocukları geçindirme mecburiyetinden kurtulalı epey oldu, kadınların kendilerine ekonomik olarak da bakması ihtimalini ise çok sevdiler.

eşitliğin olmadığı yerde aşkın bulunmadığı çünkü mümkün olmadığı çok açık, aile diye yere göğe koyamadığınız kurumun varlığını kadınların canı pahasına sürdürdüğü de her geçen gün daha fazla belli olmuyor mu?

erkekliğin, kendinden saymadığı herkese dar ettiği şehirleri, herkes erkeklere boyun eğsin diye ayakta kalan kurumları yakıp yıkıyoruz, canımızı yakanları da yıkıp yakacağız ve o yangın herkesin hayatını aydınlatacak. 

(Kaynak: https://artigercek.com/yazarlar/ayse-duzkan/yangin-yerinde-ask )