Çingeneler, 1933-1945 yılları arasında çok geniş biçimde Nazilerin soykırım zulmüne maruz kaldılar. Naziler, uzun bir geçmişe dayanan önyargılarla Çingeneleri “asosyal” (“normal” toplumun dışında) ve ırksal olarak “değersiz”, biyolojik ariliği ve “üstün Aryan” ırkının gücünü tehdit edenler olarak gördüler.



İkinci Dünya Savaşı süresince Naziler ve işbirlikçileri, Alman işgali altındaki Avrupa’da onbinlerce Sinti ve Roman’ı katletti.

Avrupalılar, yüzyıllar boyunca Çingeneleri, farklı görünüşleri, dilleri ve giyimleri ile toplum dışı olarak gördüler. Almanya’da Sinti (Göçebe Çingeneler) ve Romanlara yönelik zulüm, Nazi rejiminden önce de mevcuttu. Weimar Anayasası’nın 109. maddesi ile eşit yurttaşlık haklarına kavuşsalar da, özel ve ayrımcı kanunlarla karşı karşıya kaldılar. 16 Temmuz 1926’de Bavyera’da çıkarılan yasa “Çingenelerle, Serserilerle ve Tembellerle Mücadele” başlıklı tedbirleri özetledi ve Sinti ve Çingenelerin sistematik biçimde fişlenmelerini talep etti. Yasa, Çingenelerin “Almanların yaşam alanlarında gezmelerini” yasakladı ve yasayla sürekli işi olduğunu kanıtlayamayan Çingeneler, iki yıla kadar zorla çalıştırma cezasına çarptırılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bu yasa 1929’da ulusal anlamda geçerli hale geldi.

Hitler 1933 yılında iktidara geldiğinde Çingene karşıtı yasalar yürürlükte kalmaya devam etti. Naziler, yeni Almanya’ya dair hayallerini hızla hayata geçirirken, iktidar, kısa süre sonra Almanya Sintileri ve Çingenelerini etkileyen yeni yasaları yürürlüğe koydu. Naziler, Aryanları “ırksal” hiyerarşinin en üstüne koyarken, Çingeneler, Yahudiler ve siyahlar ise “değersiz ırk” olarak görülüyordu. Temmuz 1933’te çıkarılan, “Çocukların Kalıtsal Bozukluklardan Korunması” kanunuyla doktorlar, belirsiz sayıda Çingene’yi, kısmen Çingene olanları ve farklı etnik gruplardan evlilik yoluyla Çingene olanları iradeleri dışında kısırlaştırdı. Benzer biçimde, Kasım 1933’te “Tehlikeli Daimi Suçlulara Karşı Kanun” ile polis, Nazilerin “asosyal” olarak gördüğü diğerleri –fahişeler, dilenciler, alkolikler, evsizler- ile birlikte çok sayıda Çingene’yi tutukladı ve toplama kamplarında hapsetti.



15 Eylül 1935’te çıkarılan Nuremberg ırksal kanunları (“Alman Kanı ve Onurunun Korunması Kanunu” ve “Nazi Almanyası Yurttaşlığı Kanunu”) Çingenelerden açık biçimde bahsetmedi ama bu kanunların uygulama yorumuna Yahudiler ve “zenci”ler ile birlikte Çingeneler de “yabancı kanı” taşıyarak “ırksal anlamda ayrı” olanlar şeklinde dahil edildi. Bu itibarla, “Aryan”lar ile evlenmeleri engellendi. Aynı zamanda Yahudiler gibi Çingeneler de yurttaşlık haklarından mahrum bırakıldı.

Haziran 1936’da Münih’de “Çingene Belasıyla Mücadele Merkez Ofisi” açıldı. Bu merkez, Çingenelere dair ulusal veri bankasının merkezi haline geldi. Yine Haziran ayında İçişleri Bakanlığı’nın “Çingene Belasına Karşı Mücadele” talimatlarının bir bölümü, olimpiyatlara ev sahipliği yapacak olan Berlin şehrinin polisine, şehrin imajını bozmasınlar diye Çingenelere yönelik baskınlar yapma yetkisi verdi. Temmuz ayında polis 600 Çingeneyi tutukladı ve 130 kamyonla Berlin’in Marzahn isimli kenar mahallesinde şehrin kanalizasyonunun toplandığı alanın ve mezarlığın yakınlarındaki Zigeunerlage isimli, Çingenelere özel yapılmış bir enterne/gözaltı kampına gönderdi. Kampta sadece üç tane su pompası ve iki tane tuvalet vardı. Böylesi aşırı kalabalık ve sağlığa zararlı koşullarda, bulaşıcı hastalıklar gelişti. Kampı polis ve polis köpekleri koruyordu. Zigeunerlager ile benzer biçimde 1930’larda, belediyelerin öncülüğünde ve İçişleri Bakanlığı’na verileri gönderen şehir meclislerinin koordinatörlüğünde Köln, Düsseldorf, Essen, Frankfurt, Hamburg ve diğer Alman şehirlerinde de kamplar açıldı.

Mart 1938’de Nazi Almanyasının Avusturya’yı bünyesine katmasından sonra yönetim, Nuremberg yasalarını Avusturya Çingenelerine de uyguladı. Ekim 1939’da Salzburg’da 80 ila 400 çingene için ve Kasım 1940’ta Macaristan sınırındaki Lackenbach’da 4 bin Çingene için iki özel enterne kampı açıldı. Savaşın sonuna dek varlığını sürdüren Lackenbach’daki kampta şartlar özellikle feciydi ve bu kampta birçok kişi öldü. Her iki kamp da, polisin Çingeneleri fişlemesi ve zorla çalıştırmak için topladı ve Nazilerin imha ve toplama kamplarına tehcir için toplama alanları olarak hizmet etti.



1937’de yayımlanan bir “suçu engelleme” kararnamesi, polisin Çingeneleri toplaması için bahane sağladı. Haziran 1938’de 1000 Almanya ve Avusturya Çingenesi, Buchenwald, Dachau, Sachsenhausen ve Lichtenburg’daki (kadınlara özel bir kamp)toplama kamplarına sürüldü. Bir yıl sonra başka binlerce Avusturya ve Almanya Çingenesi Mauthausen, Ravensbrück, Dachau ve Buchenwald toplama kamplarının sakini haline geldi. Tüm kamplarda mahkumlar, çeşitli renk ve şekilleri bedenlerinde taşıyor ve böylece kamptaki yetkililer ile muhafızların mahkumları kategorilere göre tanımlaması sağlanıyordu. Çingeneler, “asosyaller” için olan siyah parçaları, profesyonel suçlular için olan yeşil parçaları veya kimi zaman da “Z” harfini giysilerinde taşıyordu.

Çingeneler üzerindeki kalıtımsal ve genetik araştırmaları yöneten Dr. Robert Ritter, Sinti ve Romanların polis tarafından tutuklanmadan önce tespitinde kilit rol oynadı. Ritter, 1936’da Sağlık Bakanlığı, daha sonrasında ise Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesindeki bir araştırma biriminin başına getirilmişti. Ritter ve yardımcıları, gizli polisle ve onların Çingene Belasıyla mücadele şubesiyle işbirliği içinde Mayıs 1938’de Berlin’e gittiler ve Almanya ve Avusturya’daki tüm Çingeneleri tespit etmek ve ırka göre sınıflandırmak için çalıştılar.

SS şefi Heinrich Himmler’in 8 Aralık 1938’de “Çingene Belasıyla Mücadele” genelgesinde muhtemelen Ritter’in “ırk-biyolojik araştırması”na başvurmuştu ve “Çingene sorunundaki ayrışmanın esasen onların ırksal doğalarına” dayandığını savlıyordu. Himmler, Nazi Almanya’sında altı yaş üstündeki bütün Çingenelerin kaydedilmesi ve üç ayrı kategoride sınıflandırılması talimatını verdi: Çingeneler, kısmen Çingeneler ve Çingene gibi davranan göçerler. Gizli polisi de bünyesinde barındıran muazzam güvenlik imparatorluğunu yöneten Himmler, “devlet tarafından alınan ve Çingenelerin Alman ulusundan fiziken ayrılmasını da içeren önlemlerin amacının Alman ulusunun homojenliğini korumak” olduğunu belirtmişti.

Şehirlerdeki kamplarda aileleriyle birlikte enterne edilen Sinti ve Roman çocukları da kurbanlardı ve ırk çalışması yapan bilim insanları tarafından üzerlerinde çalışılıyor, sınıflandırılıyorlardı. 1933-1939 yılları arasında yetkililer birçok Sinti ve Roman çocuğunu ailelerinden aldı ve onları devlet vesayetinde çocuk evlerine yerleştirdi. Okuldan kaçan Çingene çocukları kabahatli sayıldı ve özel çocuk okullarına gönderildi; Almanca konuşamayan bu çocuklar gerizekâlı sayıldı ve zihinsel engelliler için olan “özel okullara” gönderildi. İktidarın, Çingeneleri kamu okullarına almamaya başladığı Mart 1941’e kadar Yahudi çocukları gibi Çingene çocukları da sınıf arkadaşlarının alaylarına ve aşağılamalarına katlandı.

1939 Eylül’ünde savaşın patlak vermesi, Nazi yönetiminin Yahudilere olduğu gibi Çingenelere yönelik politikalarını da radikalleştirdi. 21 Eylül 1939’da Nazi Almanya’sı Güvenlik Merkez Ofisi Başkanı Reinhard Heydrich tarafından yönetilen bir konferansta, Yahudilerin sınırdışı edilmesi ile birlikte, 30 bin Almanya ve Avusturya Çingenesinin de işgal edilen Polonya’ya gönderilmesi tartışıldı. “Doğu’ya yerleştirme”yi takip eden Sinti ve Romanların kitlesel kıyımı, esasen Yahudilerin sürgün edilmesi ve öldürülmeleri ile yakından paalellik taşıyordu. Almanya Çingenelerinin sürgün edilmesi, 2 bin 800 Çingene’nin işgal altındaki Polonya’da bulunan Lublin’e, 5 bin Avusturya Çingenesinin Lódi gettosuna ve buradan da Aralık 1941 sonları ile Ocak 1942’de hareketli vagonlarda gazla öldürülen ilk kişiler arasında olacakları Chelmno’ya gönderilmesi ile Mayıs 1940’ta başladı. Buna benzer biçimde Varşova’da bir gettoda hapsedilen Almanya ve Polonya Çingeneleri, 1942 yazında gazla katledilecekleri Treblinka’ya gönderildi. Aynı şekilde Almanya Çingeneleri de Bialystok, Cracow ve Radom’daki gettolara sürüldü.

Savaş süresince, “Çingene sorununda nihai çözüm”e ilişkin hükümetin üst kademelerinde küçük fikir ayrılıkları baş gösterdi. Himmler, küçük bir grup “safkan” Çingene’yi , bu ırksal “devlet düşmanları” ile ilgili etnik çalışmalar için muhafaza etme fikrini düşündü, ancak yönetim bunu reddetti. 16 Aralık 1942 tarihli bir kararnameyle Himmler Çingene ve kısmen Çingene olanların Auschwitz-Birkenau’ya sürülmesi emrini verdi. Buraya, en az 23 bin Çingene yerleştirildi ve ilk grup Şubat 1943’te Almanya’dan geldi. Auschwitz-Birkenau’daki Çingenelerin çoğu, Almanya’dan veya Almanya’ya katılan Bohemya ve Moravya gibi bölgelerden geldi. Polis, Polonya, Macaristan, Yugoslavya, Fransa, Belçika, Hollanda ve Norveç’ten de küçük Çingene gruplarını sürgün etti.

Yetkililer Auschwitz-Birkenau’da, Bölüm BIIe’deki Çingeneler için ayrı bir “Çingene aile kampı” kurdu: Ahşap barakalardan, gaz odaları ve fırınlar net biçimde görülebiliyordu. Kampın ayakta kaldığı 17 ay boyunca Çingenelerin çoğu buraya ölmüş biçimde getiriliyordu. Çoğu, gaz ile öldürülüyordu veya açlıktan, ağır çalışma koşulları nedeniyle tükenerek veya hastalıktan (tifo, çiçek hastalığı ve cüzzam benzeri bir hastalık da bunların arasındaydı) öldü. Aralarında birçok çocuğun da olduğu diğerleri ise Dr. Josef Mengele ve diğer Nazi doktorlarının acımasız tıbbi deneyleri sonucu hayatını kaybetti. Çingene kampı, 2 bin 897 Sinti ve Roman’ın gaz odasında katledildiği 2-3 Ağustos 1944 gecesi kapatıldı. Sağ kalan bin 400 kişi zorla çalıştırma için Buchenwald ve Ravensbrück’deki toplama kamplarına nakledildi.

Almanya’nın, Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ni işgal etmesinden sonra Einsatzgruppen isimli özel SS birlikleri, normal ordu birlikleri ve polislerle birlikte bir yandan Yahudileri ve komünist önderleri öldürürken, diğer yandan Rusya, Polonya ve Balkanlar’daki Çingeneleri vurmaya başladı. Bu eylemlerde binlerce Sinti ve Roman’ın, çoğu kez kurbanların “ajan” olduğu bahanesiyle bu eylemlerde öldürüldüğüne inanılıyor.

Batı ve Doğu Avrupa’da Sinti ve Romanların kaderleri yerel koşullara bağlı olarak ülkeden ülkeye değişkenlik gösterdi. Alman işgali altındaki Avrupa’da Çingeneler enterne edildi, öldürüldü ya da Almanya veya Doğu Avrupa’daki kamplara sürüldü. Vichy Fransa’sı gibi işbirlikçi rejimler, 30 bin Çingene’yi enterne etti ve bunların çoğu daha sonra Dachau, Ravensbrück, Buchenwald ve diğer kamplara sürüldü.

Hırvatistan’da yerel faşist Ustaša örgütünün üyeleri Sırplar ve Yahudilerle birlikte onbinlerce Çingene’yi öldürdü. 1941 ve 1942’de Romanya’da Yahudilerle birlikte binlerce Çingene Transnistria’ya (Ukrayna’nın batısına) kovuldu ve sürgün edilenlerin çoğu hastalık, açlık ve vahşi muameleler nedeniyle can verdi. Sırbistan’da, 1941 sonbaharında Alman ordusunun idam mangaları, Sırp direnişçiler tarafından öldürülen Alman askerlerinin intikamı olarak Yahudilerin yanı sıra neredeyse bütün yetişkin Çingeneleri katletti. Macaristan’da, Almanlar ve Macar işbirlikçileri Ekim 1944’te Çingeneleri sürgün etmeye başladı.

Soykırım öncesindeki Sinti ve Roman nüfusu rakamlarına olan güvensizlik ve bu konudaki araştırmaların, özellikle de soykırım süresince Almanya dışındaki kaderlerine dair araştırmaların yetersizliği, öldürülenlerin sayısı ve yüzdesi hakkında bir rakam tahmin etmeyi zorlaştırıyor. Bilim insanları, katledilen Sinti ve Roman sayısını 220 bin ila 500 bin arasında tahmin ediyor.

Avrupa’daki Sinti ve Romanlara yönelik ayrımcılık savaştan sonra da devam etti. Federal Almanya’da (Batı Almanya) mahkemeler, Sinti ve Romanlara sadece 1943 ve sonrasındaki sürgünler nedeniyle tazminat ödenmesine karar verdi. Bu tarihi 1938’den 1960’ların başına kadar götürmedi. Bugün birçok Doğu Avrupa ülkesinde yükselen miliyetçilik ve Avrupa genelindeki işsizlik ile birlikte Sinti ve Romanlar geniş biçimde toplumsal önyargılarla ve resmi ayrımcılıkla yüz yüze durumda.

*Porrajmos: Çingene Soykırımı’na 1990’lardan bu yana verilen isim
Editör: Haber Merkezi