ALEVÎLİK HAKİKÂTİ VE SORU(N)LARI[1]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

“Tarihi birleştiren, acıdır.”[1]

Dünden bugüne, “Bu (sınıflı-yn) dünyanın irkilten yanı korkunçluğu değil, olağan görünüşüdür,” diyen Theodor W. Adorno’nun saptamasına ilişkin “Şüphesiz” notu düşülmelidir.

Ancak bununla da sınırlı değil. Eric J. Hobsbawm, ‘Aşırılıklar Çağı: 1914-1991’in son paragrafındaki, “Nereye doğru gittiğimizi bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, tarihin bizi bu noktaya neden getirdiğidir,”[2] satırları da eklenmelidir.

O hâlde şimdi, tarihin bizi buraya neden getirdiği bilincinde ve Octavio Paz’ın, “İnsan, tarih içinde bir varlık değil, tarihin kendisidir,” uyarısını “es” geçmeden; gerçeği/ tarihi mistifikasyondan yani, gizemden/ yalandan arındırmak gerekiyor.

Soru(n)lara, “Hem eleştirinin varacağı sonuçlardan hem de iktidarlarla çatışmaktan korkmamak anlamında gözü kara eleştiri,” kaydı düşen Karl Marx’ın yöntemiyle…

* * * * *

“72 millette aynı nazarda bakan” Kızılbaşlar’a/ Alevîler’i tam da böylesi bir yöntemle ele alıp, irdeliyor Mehmet İnanç Turan, ‘Alevîliğin Doğuş Kaynakları’[3] başlıklı yapıtında.

“Bu kitabın amacı; Alevîliğin doğuş sürecini ve gelişmesini inceleyerek, Alevî inancının nasıl oluştuğunu göstermektir,” (s.9) diyor ve ekliyor:

“Alevîliğin Doğuş Kaynakları Alevîliğin; ‘halk İslâm’ı’, ‘heterodoks (aykırı) İslâm’ vb. şeklinde tanımlanmasını bilimsel bulmamaktadır. Alevîlerin İslâm’dan ayrı bir inanç ve ibadet sistemine sahip olduğunu görmeyen tanımlamalardır bunlar!” (s.9)

Yapıt, derinlikli bir çalışma olması yanında bir hesaplaşmayı da gündeme taşıyor. Hem de Alevîlere yönelik asimilasyon politikası karşısında, tarihle yüzleşmek zorunlu ve sancılıyken…

* * * * *

Müthiş bir emeğin ürünü bu çalışma. “Alevîliğin Gelişim Süreci”ne (s.13) siyasal tarih(çi) perspektifiyle eğilirken; “Babek” (s.18), “Hallac-ı Mansur” (s.20), “Babailer” (s.46), “Hace Bektaş Veli” (s.53), “Yunus Emre” (s.94), “Seyit Nesimi” (s.157), “Şeyh Bedreddin” (s.174), “Pir Sultan Abdal” (s.271), “Kul Himmet” (s.285) gibi önemli figürlerle bir kez daha tanışıyoruz.

Sadece “tanışmak” mı? Hayır! Bir de Alevîlik’in özelliklerine vakıf oluyoruz.

“Alttakilerin direnişi”[4] olarak “Alevîlik ile İslâmiyet iki farklı dünyadır… İbrahim-i dinlerle Alevîlik hiçbir şekilde yan yana gelemez… Alevîliğin dünya görüşü, taban tabana Kur’an’a aykırıdır. Kur’an öğretisinin perspektifinden baktığımız zaman Alevîlerin tümü kafirdir.”[5]

Yazar bu meseleye bilimsel açıklamalar getirip, şunların altını çiziyor:

“Alevî sufizmi genel sufizmden daha öteye giderek Tanrı’yı insanda bulmaktır. Daha açık bir deyişle insanı, Tanrısallaştırmaktır. Alevî sufizmi BÂTÎNİ düşünceleri içine alarak gelişmiştir. Bâtînilik, Kur’an’ın görünüşteki anlamlarının dışında başka bir öz anlamının olduğuna inanmaktır.” (s.337)

“Alevî sufizminin… özelliği, İslâm dininin Tanrı anlayışına karşı oluşudur… Alevî felsefesinin İslâm Tanrı’sına eleştirisel bakışı, Kur’an ile çelişki hâlindedir.” (s.340)

“Alevîlik sadece bir inanç değildir; aynı zamanda muhalif bir politik harekettir. Dolayısıyla inanç olarak, muhalif bir inançtır. Sekiz yüz yıllık tarihinin içi, baskı ve sindirmelerle doludur. Bu denli uzun süreli eziyete uğrayan bir dinsel inanç dünyaya gelmemiştir.” (s.11.)

“Alevî; Hz. Ali’ye taraftar olmak, Hz. Ali’nin yolundan gitmek anlamına gelir; ama Alevîliği böyle tanımlarsak, Alevî gerçeğini anlayamayız… Alevîlik bir kültürdür, felsefedir, yaşam tarzıdır, yoldur.” (s.336-337)

* * * * *

Anadolu’da 1200’den 1650’ye dek 650 bin Alevî’nin katledildiği Osmanlı ile Cumhuriyet döneminde Alevîlere yaşatılanlara rağmen Alevîliği günümüze taşıyan Hallac-ı Mansur, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Taptuk Emre, Nesimi, Baba Sultan, Baba Zünnü, Şah Kulu, Pir Sultan Abdal vd’leri ile “Devletin/ İktidarın Alevîsi” olmayanların vazgeçmeyen mücadelesidir.

Osmanlı’da devlet-Alevî ilişkilerinin hiçbir zaman iyi olmadığı bir gerçektir. Daha XII. yüzyılda Selçuklulara karşı Babaî hareketi ortaya çıktığı gibi, XV. yüzyılda da Nâzım Hikmet’in “Kurun-u Vusta Sosyalizmi” yani Ortaçağ Sosyalizmi olarak nitelendirdiği Bedreddin hareketi boy veriyordu. XVI. yüzyıl başlarında Şahkulu hareketi ortaya çıktığı gibi Yavuz Selim döneminde, Yaresanların kutsal kitaplarından “Serencam”a göre 40 bin; İdris-i Bidlisi’nin “Selimname”sine göre 50 bini aşkın Kızılbaş katlediliyordu. Zaten bu dönemde yoğunlaşıp Hırvat kökenli Kuyucu Murad Paşa ile tam bir cadı avına dönüşen Kızılbaş katliamlarının kurbanlarının sayısı belli değildir.

Bu vesileyle belirtilmeli: Osmanlı literatüründe İdris-i Bidlisi’ninki dışında Yavuz Selim’i yücelten tam 24 “Selimname” daha yazıldığı gibi; 36 padişah döneminde -birkaçı mükerrer atama olmak üzere- 130 dolayında Şeyhülislâm gelip geçmiştir. Bunlardan hiçbirinin Kızılbaşlar lehine bir tek fetvası yoktur, ama hemen tümünün Kızılbaş aleyhtarı yığınla fetvası bulunmaktadır.

Daha Trabzon valisiyken, bölgenin Müslüman olmayan halklarına dönük olarak “Ya şeref-i İslâm ile müşerref olalar ya da tümünü siyaset eylerim” diyen; babasını zehirleyip yerine geçtiği gibi, iki kardeşini ve sekiz yeğenini katleden Yavuz Selim, herhâlde Kızılbaşlara iyi gözle bakmayacaktı!

Osmanlı’nın yenileşme dönemi olarak bilinen XIX. yüzyıl ortalarındaki Tanzimat hareketinden sonra 1865’te hükümet izniyle İstanbul’da basılan bir kitap bile Kızılbaş düşmanlığı üzerine kurulmuştur: “Elsine-i Nâsda Kızılbaş Demekle Maruf Taifei Rezilenin Hezeyanlarını Mübeyyin Bir Risale” yani Kızılbaş Olarak Bilinen Rezil Toplumun Saçmalıklarını Anlatan Bir Broşür.

Abdülhamid dönemi ise bu konuda tam bir rezalettir. Artık salt “temsil” yani asimilasyon politikası ile yetinilmemekte, bunun yanı sıra “ihtida” yani “zorla din değiştirtme” politikası yürütülmektedir. Bu dönemde, Alevî Kürtlere dönük “Kürtçe İlmihal”ler basılıp yayıldığı gibi; Êzidi Kürtler de, “katli vacib Abede-i İblis” yani “Şeytana Tapanlar” olarak suçlanmaktadır.[6]

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Alevîlere dönük zulüm, inkâr politikası karşısında “En-el Hak” diye haykıran Hallac-ı Mansur’dan Baba İshak’a; Börklüce Mustafa’dan Torlak Kemal’e; “Yarin yanağından gayrı her şeyde hep beraber,” diyen Şeyh Bedrettin’den zulme ve soygun düzenine karşı baş kaldıran Pir Sultan Abdal’a, Seyit Rıza’ya ve diğerlerine uzanan komünal onur kavgası hep gündem maddesi olarak kaldı.

* * * * *

Zaten başka çaresi de yoktu!

“Çözüm süreci” yaygaralarıyla Alevîlik’in “folklorik” bir düzeye indirgenmeye kalkışılan ufukta devlet yüzlerce yıllık soru(n)la dalga geçiyor sanki!

“Nasıl” mı?

21 Mart 2017’de Ankara’da AKP tarafından bazı Alevî derneklerinin katılımıyla düzenlenen, yurtdışından konukların da çağrılı olduğu toplantı, Başbakan Binali Yıldırım, ailesi kendisine ‘Binali’ adını, çok sevdikleri bir Alevî komşularının adı olduğu için verdiği söz ederek; “Biz birbirimizin çocuklarına isim verecek kadar güçlü bağlarla, güçlü bir hukukla birbirimize bağlıyız,” deyip ekledi: “Aynı sofrada aynı tastaki çorbaya birlikte kaşık salladık. Birlikte semaha, birlikte halaya durduk. Bu kardeşiniz Alevî kültürüne çok yakın ve çok sıcak bir komşudur.”[7]

İyi de Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum, Sivas/ Madımak vb’leri neydi ki?!

Ya da “Alevîlik’e ilişkin olarak, “İlk dilleri Türkçeydi”![8]

“Kürtler Alevîliği benimsemedi… Osmanlı İmparatorluğu’nun arşivinde bulunan bazı bilgi ve belgeler, Türkmenlerin Kürt kabilelerine karıştığını ispatlamaktadır”![9]

“Doğu’da Alevî anne babadan doğan gençler kendilerini Kürt ya da Zaza olarak adlandırıyor… Zazaca ve Kürtçe konuşan Alevîlerden söz edince, esas olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun batısı anlaşılmalıdır. Doğu Anadolu’da Sivas, Erzincan, Tunceli, Elazığ, Muş-Varto-Hınıs, Erzurum, Kars, Malatya’daki Alevîler, Türkçenin yanında Zazaca ve Kürtçe de biliyorlar. Ama bu yöredeki Alevîlerden 60 yaş ve üstündeki kesim kendisini Kürt ya da Zaza diye ifade etmiyor”![10] gibi vb zırvalarla müsemma şoven saldırganlığa, asimilasyona inkârcı resmî tarihe ne demeli?!

* * * * *

Alevîlik’in “ne” olup olmadığını tanımlayacak olanın devlet (ya da diyanet) değil; bizatihi “Eline, beline, diline sahip” kendileri olması vazgeçilemezken, ekleyelim: Alevîlik’e dair bir alay konuda Mehmet İnanç Turan’ın, ‘Alevîliğin Doğuş Kaynakları’na başvurmak boşuna olmayacağı gibi, elzemdir de!

Editör: Haber Merkezi