Mehmet Nuri Özdemir*


“Bir şeye duyulan ilgi ona erişmenin zahmetini kolaylaştırır.”

Ernst Bloch

Ernst Bloch’un Umut İlkesi kitabı üzerine beşinci yazımızı kısa başlıklarla sürdürmeye devam edelim. İdeolojik perdeleme ile toplumsalı iktidarın bilinci doğrultusunda istenilen forma koyma arzusu tüm egemenlik biçimlerinde vardır. Bloch, bu bağlamıyla her sömürünün kendini ideolojilerle gizlemeyi başardığını ve hiçbir sömürünün kendisini çıplak gösteremediğini söyler. Ona göre, ideolojiler bu yanıyla toplumun yanlış bilincinin yardımıyla kendini meşrulaştıran tasarımların yekûnudur.

Küçük burjuvalar

“Çoğu insan kötü olamayacak kadar korkak, iyi olamayacak kadar da zayıftır.”

Bloch yukarıdaki sözü küçük burjuvalar için söylemiştir. Bu kesimden adeta nefret etmektedir. Onların küçük dünyalarında her şeyi abartılı şekilde yaşamaları, kendilerini dünyanın merkezine koymaları ve bencil yaşamları bu nefretin kaynağını oluşturmaktadır. “Küçük burjuvalar henüz işleyemedikleri kötülüğün tadını alırlar. Kadimden beri yumruğunu çuvala saklamayı sever, yanlış adama vurmayı.” İsyankar değildir, kaba bir öfkesi vardır; ama devrimci de değildir. İntikam arzuları çürümüş ve kördür. Küçük burjuva proleterleşmiş, ama proleter bilincine sahip değildir. Böylelikle sürekli “bu dünyayı değiştirme değil ondan bir şeyler koparma” derdindedir.

Burjuva olmayan ise sömürüsüz bir hayat ister, onu kazanmalıdır, tesadüflere bırakmamalıdır, kendi çürüklüğünün içinde yaşayamaz. İktisadi mücadeledeki haydut sevincinin yerine proleter sınıf mücadelesindeki zafer tasavvurunın ışığı yanar. Ve bunun da üzerinde uzaktaki barışın, bütün insanlarla dayanışma içinde, hepsiyle dost olmayı sağlayacak uzak fırsatın ışığı yanar, mücadelenin uğruna uzak hedeflere doğru yola çıktığı fırsatın.

Joachim, “Tarihte sunaklar süslenirken yoksullar açlıktan kıvranıyordu” der. Bloch dünyanın lanetlilerinin bir avuç tok, yüksek tabaka tarafından sömürülmesine ve mirastan yoksun bırakılmasına rıza göstermemesini çoğunluğun uyanışı olarak tanımlamaktadır. Çoğunluğun uyanışı ile “sefaletin sonu” bir zamanlar büyük bir masalken ancak gündüz düşü olarak sefaletin sonunun getirilebileceği görülmüş oldu. “Gündüz düşü” Bloch’ta kapsamlı bir program, bilinçli bir tasarım, bir amade olma hali, geleceği yoğun bir şekilde planlamadır.

Ütopik işlev

Bloch, nesnel-reel mümkünü insanın kendisi, tarihinde meydana getirdiği ve özellikle de kısıtlanmamış ilerleyişi ile daha meydana getirebileceği her şeyin reel imkanı olarak tanımlıyor. O, bir palamut gibi meşe ağacının tamamlanmış gelişmesi için de tüketilmiş değildir, kendi iç ve dış koşullarının bütünlüğünün, koşullarının belirleyicilerinin henüz olgunlaşmadığı bir imkandır. Reel-mümkün ona göre diyalektik maddeden başka bir şey değildir.

Blochçu felsefede hep bir şeyler eksiktir. Fakat akıl konuşmaya başladığında umut tekrar yeşermeye başlar. Umut bilinçli ve bilinen “ütopik işlev” olarak ortaya çıkar. Ütopyalar tarihin başından bu yana itibarsızlaştırılmıştır. Gerek politik pratik yönden, gerekse arzularına bilir yönden, sanki her ütopyanın mutlaka soyut olacağına dair bir kabul varmış gibi.

Ancak Bloch için ütopik işlevin umutlu bakışı “kurbağa perspektifi” ile değil, reel olanla sınanabilir. Yani sahici olanın eğilimini, bu eyleme uyan nesnel gerçek imkanı ve bizzat gerçekliğin ütopik olan geleceği içeren özelliklerini bilmesi ile.

Ütopik işlevdeki özne halihazırdaki kötüye karşı meydan okur. Fakat bunu özne tek başına başaramaz, “Biz’in kuvveti olmazsa umut bile boş lafa dönüşür.” Biz’in kuvveti, kısıtlayıcı olan devlet ütopyasında değil devrimlerdedir, çünkü devrimler Bloch’a göre insanların en eski umutlarını gerçekleştiren bir tarihe sahiptir.

Pandora’nın kutusu

“Umut teslimiyete düşmemeyi ve direnci sağlar, umudun kaybolduğu yerde dünyanın bağlı olduğu ve dünyaya bağlı olan süreçte biter.”

Pandora mitosunda hastalık, kaygı, açlık, bereketsizlik dışarı fırlar, çünkü kutu bütün fenalıklardan oluşan bir orduyla doludur. Rivayete göre merhamet eden Zeus, umut da tam dışarı çıkıyorken kutunun kapağını kapatmıştır. Bu anlamda “Temellendirilmiş, yani reel mümkünle dolayımlanmış umut aldatıcı ışık olmaktan uzaktır, yarı yarıya açık olan kapıyı temsil eder, hapishaneye dönüşmemiş, hapishane olmayan bir dünyaya doğru açılan.”

Blocha göre umut, Pandora mitosundan insanlara kalan servettir; kesinlikle olgunlaşmış değildir fakat kesinlikle yok edilmiş de değildir. İllüzyonlar Pandora’nın kutusundan uçup gitmiştir ama “İnsanın insana insan olacağına ve dünyanın insana yurt olacağına” dair gerçekçi biçimde temellenmiş umut bakidir.” Fakat bu umut biçimi kavranmış olmalıdır. “Kavranmış umudun hiçbir uğrağı, yapay biçimde kısıtlanmamıştır. Hedefe ilişkin umut asla yanlış doyumla bir değildir, kesinlikle devrimci radikallikle birdir; umut ile yamuk olan düzleşmek ister, yarım ise tam olmak.”

İyimserlik

“Tam da yenilmiş adamın ihtiyacıdır tekrar dışarısını denemek.”

Bloch insanda oluşan otomatik iyimserliği, yani her olayda iyimser olma durumunu mutlaklaşmış karamsarlıktan daha az zehirleyici olmadığını söyler. Çünkü ona göre, mutlaklaşmış karamsarlık yani her olayı karamsar gören çizgi utanmaz gericiliğe hizmet ediyorsa otomatikleşen iyimserlik ise mahcup gericiliğe, ona göz kırpan katlanma ve pasifliğin emeline hizmet eder. Otomatik iyimserlik ve mutlaklaşmış karamsarlık yerine belirlenmemiş, fakat insan hayatında emekle, somut ve belirlenebilir olana ilişkin tutum olan militan iyimserlik olmalıdır.

Bloch için militan iyimserlik Marx’ın Feuerbach üzerine on birinci tezde vurguladığı gibi “dünyayı değiştirme etkinliği” ile aynı anlamda kullanılmaktadır. Bizi mutsuz, huzursuz edip amaçsız bırakan, değiştirme, dönüştürme ve sürükleme gücünü elimizden alan sahte iyimserlik ve karamsarlığın yerini militan iyimserliğin felsefesi ile doldurmak gerek. Militan iyimserlik aynı zamanda hilekâr değil samimi, gerçekçi ve dürüsttür. Çok soyut gibi görünse de umudu somut olarak kavramak, militan iyimserliğin refakatinde yaşamı hafifletecektir. Militan-materyalist iyimserliğin karşılığı Bloch’ta “materyalistçe kavranmış umuttur.”

Bloch çok radikal bir tanımla bazılarında üretken bir itki olarak görülen karamsarlığı bizzat çürümenin bir parçası olarak görür. “Karamsarlık felcin tam kendisidir” der. Bu nedenle, sosyalizmin en katı düşmanı sadece büyük sermaye değil, aynı zamanda o büyük kayıtsızlık ve umutsuzluk-karamsarlıktır. Asgari geçime razı olmanın, günlük ekmek kavgasının verdiği miyoplukla sınırlı kalmanın ve sefilane zaferlerin kaynağı hedefe olan inançsızlık ve umutsuzluktur. Hakikat ve cesaret ancak bu karamsarlığı çökertebilir. Bloch’a göre cesaretle girişilen iş yarı yarıya başarılmış demektir.

Carpe diem: “Günü, anı yaşamak”

An, Bloch için önemlidir. Platon’u referanslayarak anı sükunetle hareket arasındaki geçişin uğrağı olarak görüyor. Ana nüfuz ederek zihinde canlandırmanın en müthiş örneği Bloch’a göre Marx ile Engels’in durum analizleridir. Lenin de yaşamı boyunca halihazır olanı nüfuz edici bir tarihsel bakışla kavramıştır. Büyük Sosyalist Ekim Devrimi düşünülmüş ve önceden yaşanılmış andır. Tüm bunlar olup bitenlerin güncel itici güçlerinin kavranmasını ve yakalanmasını gerektiren olgulardır. Bu açıdan gündelik yaşama nüfuz ederek geçmişin bilincini geleceğe aktarmak için an sükunetle hareket arasındaki canlandırma aralığıdır.

“Ah! ça ira” (Fransız Devrimi’nin ünlü şarkısı)

Bloch’a göre halk dansının bedenin merkezini hatırlamak, bedendeki yerini beğenmek için sanat endüstrisine ihtiyacı yoktur. Kırsal bölgelerde halkın, kapitalizmin kıyafetleri mahvetmesinden, şenlik adetlerini yozlaştırmasından sonra kendi danslarını hala korumaları Bloch için büyük bir anlam atfetmektedir. Bu halk dansları sosyalist yurt sevgisi ile birleştiğinde daha da canlanacaktır. Çünkü halk dansı her yerde milli birlik duygusunu taşır, bu nedenle de sade kaldığı müddetçe yok edilemez.

Her halk dansı, uyumdur; ortak çayırlar ortak tarlalar zamanını hatırlatır. Bloch, halk danslarındaki esas içeriğin angaryayla dolu günün berisindeki “neşeyi” verdiğini söyler. Danslar tüm gevşemişliğiyle insanda kendini bırakmış duygusunu verse de insan diridir. Halk dansları bize şunu söyler; “burada ben insanım, burada kendim olabilirim.” Bazen halk dansında bir kadın “kirpiklerini bir titreyişiyle, omuzunu bir kaldırışıyla, 100 vasat şairin hep beraber becerebildiğinden fazlasını ifade eden sanatıyla, susuşun işinin daha bitmediğini gösterir.

Modernitenin ayak sesleri sosyal özgürlük ütopyaları

“Yurttaş kıpırdanıyor, kendisine ait olanı arıyor.” – Thomas More

Bloch, T. More’un ütopyası için “İlk kez burada, insani anlamıyla, kamusal özgürlük ve hoşgörü anlamıyla demokrasi ve iktisadi kollektivizm bağdaştırılmıştır” der. More’a göre hala özel mülkiyetin olduğu, insanların tüm değerleri parayla ölçtüğü yerde, adil ve mutlu bir politika gütmek hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.

Campanella’nın “Güneş Devleti” ise More’nın zıttıydı ve sosyal düzen ütopyasını talep ediyordu. Yurttaş sonraları tam da yeni dayatılan cebri kabullenmişti. Bloch’a göre More’un özgürlük ütopyası yerine şimdi düzenin şarkısı çalınır, efendisi ve gözetimi ile.

27 yılını ona güvenmeyen İspanyol zindanlarında geçirmesine rağmen Campanella’nın İspanyol dünya egemenliğini ve sonradan Fransa’nınkini hararetle alkışlamasını Bloch eleştirmektedir. Her iki durumda da bu devletleri Mesihçi Güneş Devleti’nin hazırlandığı yerler olarak görür. Güneş ülkesinde herkes sahip olmadıkları hiçbir şeyi arzulamadıkları için zengin, hiç kimse bir şeye sahip olmadığı için yoksuldular. Dolayısıyla güneş ülkesindekiler şeylerin kölesi olmamışlardır, şeyler onların hizmetindedir. Güneşliler ihtiyaç duyduğu her şeyi toplumsal birlikten alırlar ve hükümet, hiç kimsenin hak ettiğinden fazlasını almamasını, herkesin zorunlu ihtiyacının karşılanmasını katı bir biçimde gözetir.

Hobbes Leviathan’ında ise insanlar egemen’in karşısında adeta bir hiçtir. Hobbes kendi doğa durumunda kurtlar kapitalizmini resmetmiştir. Hobbes’a göre “Herkesin herkese karşı olan savaşında adaleti otorite sağlar hakikat değil.” 2. Charles Leviathan için şöyle söylediği rivayet edilmektedir, “Bu kadar çok fitne, hıyanet ve dinsizlik ihtiva eden bir kitap okumadım.” Locke More’unkini hatırlatan bir ütopya çizer: “Doğa durumu-barıştır, iyi niyettir, karşılıklı destekler, korunmadır.” Rousseau’nun doğal hukukunda tümüyle yeni olan şey özgürlüğün devredilemezliği öğretisidir; “hakiki devletin anlamı ve ölçüsü bunun ve yalnızca bunun korunmasıdır. Bireyin özgürlüğü gibi halkın da hükümranlığı devredilemez, bölünemez, vekaleti verilemez, kısıtlama kullanamaz. Bir insan nasıl sözleşmeyle kendini köle olarak veremezse, bir halk da kendini bir prense teslim edemez.

Bloch’a göre sosyal ütopyaların yerini “aydınlanmış doğal hukuk” almıştır. Doğal hukuk bakışını keskinleştirmiş, nişan almış, talebini olay yerinde ortaya koymuş, burjuva anayasalarını atmış, yenilerini yazmıştır. Burjuvaca sınırlanmış doğal hukuk Bloch’a göre kapitalist demokrasinin sadece ana hatlarını çizebildi. Dolayısıyla 19’uncu yüzyıl başlarında Owen, Fourier, Saint Simon’la yeniden ütopyalar resimlere çizilmeye başlandı. Çünkü çağın ekonomik eğilimleri yavaş yavaş bulutlardaki komünizmi geri çağırıyordu. Bloch, hukuksal olarak bertaraf edilemeyen SORULAR her çıktığında, anında sosyal ütopyalarında yeniden belirdiğini söyler. Ona göre insan onurunun korunması düşünü, uzun vadede insan mutluluğu düşünün yerini tutamamıştır.


*Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı zamanda sosyoloji eğitimi aldı. 29 Ekim 2016’da Diyarbakır Eğitim Sen yöneticisi iken 675 sayılı KHK ile öğretmenlik mesleğinden ihraç edildi. Yazıları Emek ve İnsan dergisi, Gazete Emek, Gazete Duvar ve Artı Gerçek’in forum sayfalarında yayımlandı. Halen Gazete Karınca’da yazmakta.
Editör: Haber Merkezi