TARİHSEL GERÇEKLİKTEN TOPLUMSAL GERÇEKLİĞE

Kaynaklara göre; Sırp asıllı performans sanatçısı Marina Abramovic, 1974 yılında ''Rhythm 0'' adını verdiği sosyal mesaj içeren bir gösterisinde, bir galeri salonunun ortasında hiç hareket etmeden durur. Sosyal deney teorisi taşıyan ve bu düşünce üzerine inşa edilen dolayısıyla bu amaçla deneyimlenen bu performans, sanatçının; en sarsıcı, en vahşi ve en korkunç deneyimlerinden biri haline gelir. Sosyal bir tezden çok toplumsal bir deneye dönüşür. ''Kendini yaşayan bir sanat eseri olarak empoze etmek'' düşüncesiyle ortaya atılan ve 6 saat boyunca hiç hareket etmeden, adeta dondurulmuş bir halde, ayakta bekleyerek, devamlılığı sağlanacak olan bu performansın süreci, şu şekilde gelişir:  

1974 yılında henüz  tanınmayan Marina Abramovic, sosyal mesaj ileten performansının belkide en ilginç, en sıradışı, en korkunç ve en unutulmaz gösterilerinden birini gerçekleştirir. ''Rhythm 0'' olarak adlandırdığı bu performansın, en can alıcı noktası, olduğu yerde hiç hareket etmeden durmaktır. Yanlız bu performansa eşlik eden ilginç bir detay daha var. Gösteriye farklı bir yorum katmak için insanların inisiyatifine bırakılmak üzere önündeki masaya; tabanca, zincir, ip, makas, gül, jilet, bıçak ve benzeri materyallerden oluşan duygusallığı ve vahşeti simgeleyen objeler yerleştirir. ''Ben 6 saat boyunca burda hiç hareket etmeden duracağım, sizler bu objelerle bana istediğinizi yapabilirsiniz'' diye de bir not yazar. Gösteride, ilk başlarda herhangi olumsuz bir durumla karşılaşılmaz. Meraklı bakışlar arasında; kimi  masanın üzerinde bulunan gülleri sanatçıya takdim eder, kimi elini sıkarak gayet sevimli bir tepki verir. Yani herkes ilk başlarda gayet nazik ve saygılı bir yaklaşım sergiler. Her şey yolundaymış gibi görünen bu gösteri, aradan belli bir  zamanın geçmesiyle birlikte, sanatçı için bitmek bilmeyen bir kabusa, işkenceye ve eziyete dönüşür. Nezaketle başlayan gösteri, sanatçının geçen süre içersinde, herhangi bir hareketlilik göstermemesi üzerine ve karşılarında kendini savunamayan birinin varlığı, içgüdüsel ve düşünsel olarak kötü ruhlu insanları da harekete geçirir.

Bu durumdan cesaret alanlar defalarca şiddete, tacize ve işkenceye başvurur. Sanatçının üzerindeki tüm elbiselerini çıkarırlar, çıplak fotopraflarını çekerler. Vücudunun çeşitli yerlerine bıçakla, jiletle kesikler atarlar, yüzüne ve boynuna yazılar yazarlar.

Bununla da yetinmeyip, tecavüz dahi etmeye kalkışırlar. Vahşetin gölgesinde bütün bunlar olup biterken, durumdan rahatsız olan bir grup, ne yazık ki korktuklarından dolayı, ilk etapta sesini çıkarmazlar. Sadece şaşkınlıkla izlerler. Ta ki kalabalık arasından bir kadın, Abramovic'in uğradığı bu vahşi tablo karşısında dayanamayıp, karşı durana kadar. Kadının bu cesareti bu durumdan rahatsız olan diğer insanları da harekete geçirir ve hep birlikte sanatçıyı koruma çemberine alırlar. Gözyaşlarına rağmen, hareketsiz durmaya devam eden sanatçının vücudunda oluşan yaraları, temizleyip kapattırlar. Çıkarılan elbiselerini geri giydirirler.

Kendi varlığını bir sosyal tez haline dönüştürüp, bunu sıradışı bir yöntemle ortaya koyan sanatçının, 6 saatlik deneyimi kanlar içinde, gözyaşlarıyla ve vahşetle sona erer ne yazık ki.

İlk etapta gayet iyi başlayan bu performans, bir kişinin, sanatçının yanağına dokundurduğu tokat ile diğer vahşetseverleri de harekete geçirir. Bu ilk tokat, bir sosyal olayı, ardı ardına gelen bedensel ve ruhsal işkenceye dönüştürür. Bu toplumsal vaka, bir kişinin fitili ateşlemesiyle ortaya çıkmış ve bundan cesaret alanlar arasında yayılmış ve uygulanmıştır. Edindikleri bu cesaret ile, karşılarında kendini savunmayan, savunulmayan birini gördüklerinde ise saf-katıksız kötülükler zincirine dönüştürmüşlerdir. Üstelik, bu durumdan rahatsız olup cesaretlerini ortaya koyamayanlar, bu insanları daha da cesaretlendirmiştir. Ta ki bu durumu kabullenmeyen grubun, sessiz kalmayıp karşı koymalarına kadar. Bu karşı koyma davranışı, işin rengini değiştirir. Farklı bir yöne kaydırır. İyilikten, cesaretten beslenenlerin son anda ortaya koydukları doğru hamle, sanatçının durumuyla ilgili belirleyici rol oynar. Elbette beklenen, olay gerçekleşir gerçekleşmez cesaretlerini ortaya koyup karşı durmalarıydı. Ama bu müdahale ilk etapta olmaz ne yazık ki. Gösterinin sonunda kanlar içinde hareket etmeye başlayan sanatçıyı gören herkes kaçışmaya başlar. Kendi yarattıkları görüntüden dehşete düşmüşlerdir adeta.

Aslında acı tecrübesiyle günümüze aktarılan olaya değinmemdeki amaç; sosyal bir mesaj ile başlayan bir olayın nasıl da vahşete dayalı toplumsal bir deney haline dönüştürüldüğüne değinmek ve günümüzde de artarak devam eden olayların insanlık değerlerinden uzak yine vahşi bir duyguya nasıl  dönüştürültürüldüğünü ve bu olaylarda rol oynayan insanlardaki zihinsel benzerliklere vurgu yapmak. Aynı zamanda, konunun içinde rol sahibi olan bazı kişilerin, zihninde bitmek bilmeyen kötülüğe ve bu kötülüğün yaygarasını yapanlara da dokundurma yapmaktır.

Abranovic'in, insanların kendi iç dünyalarında hangi dürtülerinin daha ağır bastığını, gerçekte insanların nasıl olduklarını vurgulayan bu performansı, bana toplumda çürümeye yol açan olayların yine toplumlar ve bireyler üzerindeki etkisini ve bu etkinin insanlarda var olan vahşeti, sapkınlığı nasıl da açığa çıkardığını ve tüm bunlardan beslenen insanları hatırlattı. Saldırıya uğrayan kadınların, çocukların ve diğer tüm canlıların maruz kaldığı bu korkunç olayların yıkıcı ve yok edici etkisinin toplum nezdindeki yansımalarını da birkez daha görme olanağı sağladı. Bir kez daha insanın içindeki kötülükle tanıştırdı bizleri. Acıdan beslenen bazı insanları anlamak gerçektende epey zor. Abranovic'e attığı ilk tokat ile diğerlerinin içindeki kötülüğü açığa çıkaranla, bugün içindeki çürümüşlüğü kabul etmek yerine karşısındaki insanları suçlu göstererek kötü emellerini harekete geçiren insanların ortaya koyduğu sebepler ve bu sebepleri destekleyenler aynı akıl fukaralılığını ortaya koymaktalar. İlkel bir dürtünün dayanağı haline gelen beyin, tüm sorgulama yetisini kaybeder. Son dönemlerde artan; kadın ölümlerinin, tacizlerin, ahlaki çöküşlerin, yaşanan güven problemlerinin, sıradanlaşan ilişkilerin, empati yoksulluğunun ve günlük rutin haline gelen şiddet görüntülerinin bu anlayıştan doğduğunu unutmamak gerekiyor. Kendinden daha güçsüz olana saldırmak ve onu incitmek bir güç gösterisi haline geldi. Karşılıklı dialoğun rafa kaldırıldığı ve direk şiddetin başrol oynadığı insan ilişkilerinde en büyük etken insanların içinde bulunduğu ruh hali, toplumdaki duyarsızlık, yetersiz kalan eğitim sistemi, yetiştirilme biçimi ve buna yönelik yasal yaptırımların olmaması. Her geçen gün, içinde çürüyen insan değerlerini farketmek yerine, karşısındaki kadınları, çocukları, insanları ya da herhangi bir canlıyı suçlu addederek kendi kirli dünyasının üstünü örtmek, bireylerin ya da toplumun refahı ve gelişmesi önünde en büyük engeldir. Tüm bunlara seyirci kalmak, alkış tutmak aynı derecede bu olaylarda rol oynamak anlamına gelir ve cesaretlendirici bir güç oluşturur.

Tokatı atan ile seyirci kalanların düşünce yapısı ve amacı aynıdır. Her ikisi de içinde barındırdığı tüm kötü niyetini, fırsatını bulduğunda, dışarıya kusar ve kendisi gibi düşünenlerden aldığı cesaret ve güçle, insanların yaşadığı acılardan beslenir ve bunu kendisi için malzeme haline getirir.

Dolayısıyla, zehiri alarak kendinden geçenler aynı amaca hizmet eder ve başkasına da taşır. Ta ki, içlerinden birileri  cesaretini toplayıp bu ruh ve vicdan fukaralılığına dur diyene kadar.

Toplumun olaylar üzerindeki etkisi, hiç de küçümsenecek bir durum değildir. Karısını döven, kadını taciz eden, hırsızlık yapan, haksızlığa-hukuksuzluğa hizmet eden, zalimlik yapan, insan kişiliğine-onuruna-bedenine saldıran insanlara yönelik geliştirdiği her tutum, söylem ve tavır en az yazılı yasalar kadar etkili ve güçlüdür. 

Unutmayalım ki;

Yangını çıkaranlara karşı,

yangına su taşıyan karınca olma isteği, bir tercih, ruhsal bir denge ve bir yaşam biçimidir...