SİSLİ DAĞLARIN ARDINA DÜŞMEZ BU ÇIĞLIK Yüzyıllardır peşimizde dolanıyor bu zalim Ölümün, kanın, açlığın, yoksulluğun uğrak yeriyiz Bize değmeden, canımızı, malımızı almadan yoluna gitmiyor İçimizde dolaşıyor ihanet Damarlarımızda Ruhumuzda Kapımızın önünde Bahçemizde Ağaçlarımızın gölgesinde yatıyor Bildiklerimizin içinde saklanıyor Ayaklarımıza dolanıyor Hayvanlarını otlatıyor bizimle Tarlalarını sürüyor Bir taşın sınır diye mesken tuttuğu o yerlerde Bir tahta köprünün üstünde karşılaşıyoruz Bir çeşme başında Bir düğünde Bir cenazede. .

 

 

 

SİSLİ DAĞLARIN ARDINA DÜŞMEZ BU ÇIĞLIK

Yüzyıllardır peşimizde dolanıyor bu zalim
Ölümün, kanın, açlığın, yoksulluğun uğrak yeriyiz
Bize değmeden, canımızı, malımızı almadan yoluna gitmiyor
İçimizde dolaşıyor ihanet
Damarlarımızda
Ruhumuzda
Kapımızın önünde
Bahçemizde
Ağaçlarımızın gölgesinde yatıyor
Bildiklerimizin içinde saklanıyor
Ayaklarımıza dolanıyor
Hayvanlarını otlatıyor bizimle
Tarlalarını sürüyor
Bir taşın sınır diye mesken tuttuğu o yerlerde
Bir tahta köprünün üstünde karşılaşıyoruz
Bir çeşme başında
Bir düğünde
Bir cenazede...



İhanet, zalimin koynunda sabahlıyor her gece
Yine vurulan biziz
Bir sabahın mahmurluğunda
Gözlerimiz çapaklı
Ovuşturmamışız daha
Bomba sesleri silah seslerine
Silah sesleri insan seslerine karışıyor
Zılgıtlar, havarlar, inlemeler yeri göğü inletiyor
Yine bizden ötesine ulaşmıyor bu ağıtlar
Bastırıyor sesimizi
Kinleri, öfkeleri
Kanımıza susamışlıkları
Talana doymuyorlar
Haraç mezat bölüşüyorlar
Evlerimizi, sokaklarımızı
Çocuklarımızı, kızlarımızı
Gerisi ölüm, yıkım, kıyamet
Toz izine karışıyor it izi...



Ölüyoruz yüzyıllardır
Kefensiz düşüyoruz toprağın karanlığına
Kolumuz, bacağımız yok
Gözlerimiz oyulmuş
Cesetlerimiz uçurumun dibinde
Leş kargaları üşüşüyor üzerimize
Kemiklerimizi kemiriyor aç yırtıcılar
Kanımız karışıyor suyun rengine
Nice beşikler boş
Yerde yatıyor süngülenmiş süt kuzuları
Çığlıklar dağların ötesine geçmeden geri dönüyor
Kulaklarımızda yankılanıyor her sabah
Yüreğimizi dağlıyor sorgusuz sualsiz
Geride kalanların etini yakıyor
Canını, aşını, yattığı yorganı
Kurumuş ve çatlamış vücdanları yüzünde donuyor insanlığın
Haklılığımız mapus yatıyor
Duvarın öbür yanına düşmüyor
Kahkahalarından duyulmuyor ölüm haberimiz
Çünkü ilk biz kurduyuz, ağacımızın...

Eyy sisli dağların ardı
Eyy Yusuf'un kör kuyuları
Yürüyen kırlangıç
Sürünen yılan başlı yengeç
Sabahın kekik kokusu
Söyleyin!
Hangi dinin
Hangi azizin fetvasıydı bu ölüm
Hangi suskun tarihin kirli sayfasından kopup geldi bu zulüm
Hangi yağlı urganla dolandı boynumuza
Hangi ruhsuz kefenle sardı bedenimizi
Söyleyin!
Nedir bu kan deryası
Nedir bu ölümün sesi
Üzerimizde dolanıp duran, bu kapkara bulutlar da neyin nesi
Söyleyin
Söyleyin ki,
Dağılsın gitsin bu bilinmezlik...