Zindanda 30 Yıl!...

Hepsi 90’lı yılların başlarında zindana atılmışlardı. Ne şekilde olursa olsun hepsi özgür, eşit, kimlik ve kişilik sahibi bir yaşam uğruna devrimci mücadele içine atılmışlardı. Kürt halkının, Apê Musa’yı heyecanlandıran uyanışı, kimlik ve özgürlük isteyen serhıldanları bu kuşağı 20’li yaşlarında karşılamıştı.

90’lı yıllar kuşağıydı onlar. On-binlerler, yüz-binlerle ifade ediliyorlardı.

Reel sosyalizmin çöküşü ardından, devrimler çağının “sona erdiği” bir zaman diliminde, kapitalist modernitenin “tarihin sonu” diyerek dünya hakimiyetini ilan ettiği bir zamanda, Kürt halkındaki bu uyanış ve hareket dünyayı şaşırtan bir gelişme izliyordu. Sosyalizmin bayrağının yerlerde süründüğü, 70 yıllık deneyimin sembollerinin yıkıldığı bu dönemde, Kürt halkı, bu yıkıntılar arasında demokrasi, eşitlik ve özgürlük bayrağını tekrar yükseklerde dalgalandırarak, adeta “Sosyalizm mücadelesi insan olma mücadelesidir” dedi.

İşte 90’lı yılların kuşağı bu gelişmenin öncüsü, temsilcisi ve yaşatanı idi.

Çok bedel veren fedai bir kuşaktı. Grup grup toprağa düşenler oldu. Şehirlerde köylerde toplu kırımdan geçirildiler. Evleri, köyleri şehirleri başlarına yıkıldı. Ülkeleri baştan başa mezarsız yatanlarla doldu. Faili belli operasyonlar sonucu bir mezar bile çok görülen bir kuşaktı.

Devletin varlığının en önemli göstergesi olan zindanlara atılanlar vardı. 90 yıllarda cezaevlerine atılan bu kuşak mensupları sayıları on-binleri buluyordu. Hemen hemen Türkiye ve Kurdistan’ın her ilinde ve ilçesindeki cezaevleri bu kuşağa mensup tutsakları barındırıyordu. Cezaevlerin tip ve şekilleri o kadar çoktu ki alfabede harf kalmadı. Z tipi cezaevleri bile ürettiler.

İçeri atılıp toprağından, yurdundan, dışarının sıcak mücadelesinden uzak tutulmak istenen bu kuşak cezaevine atıldıktan itibaren başka bir türlü direnmenin ve öncülük etmenin içinde oldular. 80’li yıllarda, 12 Eylül döneminden kalan tutsaklarla aynı mekanı paylaştılar. Cezaevi direnişinin onlar için engin bir tecrübesi hazırdı. Mazlum’u, Hayri’yi, Kemal’i okudular içeride. Ve kitapla tanıştılar. Hemen hemen tüm dünyayı okudular. Dünya klasiklerini, edebiyatını, tarih ve mitolojisini ve ille de felsefeyi okudular. İçinden geldiği serhıldan kuşağına ve ülkelerinin özgürlük mücadelesine bir de bu engin bakış ve kültür ışığında baktılar. Bir kez daha bağlandılar.

Egemenler bu tutsaklara karşı 12 Eylül döneminde olduğu gibi kaba işkence ile üzerlerine gidemedi. 91 yılı Nisan ayında yürürlüğe giren Kanun ile ağırlaştırılmış müebbet ve müebbet cezaları yaygınca kullanıldı. Bu cezalara göre yaşadıkları sürece içeride kalacaklardı. Müebbet olanlar ise eğer iyi halleri olursa 30 yılı tamamlayıp çıkabilirlerdi. Ama onların “iyi hal” dedikleri keyfiyet de yazılı ve yazılı olmayan kanunlarında yer alıyordu. Uzun sürece yayılmış bir yıpratma, hasta düşürme, delirtme ve çok çeşitli psikolojik saldırılarla baş başa bırakıldılar.

90’lı yıların sonunda da “bizi diri diri yaktılar” diye haykıran devrimci kızın çığlıklarının toplumda yarattığı infial ile f tipi dönemleri başladı.

Egemenlerin zindan anlayışı ve uygulamaları tarihlerinde görülmüş en üst düzeyde gerçekleşirken bu tutsaklar da buna direnişlerle cevap vererek kendi gündemlerini oluşturuyorlardı. Bu sayede güzel eserler yarattılar. En başta ana dilleri ile edebiyat yapmayı başardılar. Cezaevlerinden Kürtçe, zazaca şiirler, öyküler ve romalar yazdılar. Türkçe edebi eserler ortaya çıkardılar. Kitapçıların rafları zindanın dip köşesinde yazılan bu edebi kültürel eserlerle doldu.

Mezopotamya topraklarında iyi ve güzel olan, tarihi ve kültürel olan her şeyin bedeli ağır olur. Bu tarihi gerçek zindanlar için de geçerli oldu. 1996 Diyarbakır E-Tipi cezaevinde, 19 Aralık 1999 İstanbul Bayrampaşa cezaevinde olduğu gibi açıktan saldırı ile katledilenler oldu. 30 yıl boyunca ağır bedeller ödediler. Hasta tutsak gerçekliği yaygınlaştı. Yüzlercesi ağır hastalıklarla baş başa kaldı. Ortalama her ay bir cenaze çıktı cezaevlerinden. Ve en son da, ceza süreleri bittiği halde keyfiyet ve diktatörlerin zindanlarında uygulanan yazılı olmayan yasalar gereği tutsak etmeye devam etme durumları başladı. Kamuoyunun ve ailelerin direnişi ile tek tek bırakılmaya başlandılar.

Evet bu kuşak ağırlıklı olarak Kürt halkının heyecanla ayağa kalktığı 91 ve 92 yıllarında tutsak edilmişlerdi. Ve şimdi son bir yıldır bu tutsakların 30 yılı doldu, dolmak üzere. Tek tek, ikişer üçer ve sessizce çıkıyorlar cezaevinden. Her biri birer Mandela. Kürt halkının Mandelaları…

Newroz alanları sizleri orada hiç yalnız bırakmadı. Biliyorum o alanlardan aldınız heyecanla dayanma ve sabırlı olma bilincini… Bu halk sizi çok sevecek. Umudunuz, direnciniz kadar güçlü olsun…

Hoş geldiniz…