DİYARBAKIR- ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ- Yeni Yaşam Gazetenin köşe yazarı ve İlginç Zamanlarda yaşamak romanı yazan Gazeteci Yazar Hüseyin Aykol Gazeteci Hatice Bozkoç-Hamza Özkan'a Türkiye’deki mevcut siyasi atmosfer, Son 30 yıl Özgür Basın ve Cezaevlerin durumlarını tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Bilindiği üzere "Ötekilerin Gündemi" haber sitemizin yazılımını güncelleştirdik, bu doğrultuda daha önce (12/01/2020) yaptığımız söyleşi ve röportajlarımızı yeni sitemizde tekrar paylaşıp, sitemizin kategorilerini güncelleştiriyoruz.
* Biz son 30 yıldır çıkardığımız gazete ve dergiler ile yayınladığımız radyo ve televizyon kanallarının hepsine Özgür Basın Geleneği diyoruz. Otuz yılda, dönemin iktidarları tarafından her türlü baskıya maruz kalmasına rağmen, bir geleneğin bunca gazete çıkarması ve geldiği noktada muazzam bir medyanın 'sahibi' olması, bir nevi efsanevi sonuçtur. İnsan böylesi bir muzaffer yürüyüşü yazmasın da ne yapsın? Ancak bunun başarılması için çok büyük ama çok büyük bedeller ödendi. Biraz da ödediğimiz bedellerin tüm dünya tarafından duyulmasını, öğrenilmesini istediğimiz için yazıyoruz ve her fırsatta, her ortamda yaşadıklarımızı anlatıyoruz. Birlikte çalıştığın bir arkadaşın öldürülse; hem de sadece haber toplayan bir muhabir, gazete dağıtan bir dağıtımcı olduğu için öldürülse, insan ne yapar? O nedenle bağrımız yanıyor ve bu nedenle çığlık atıyoruz. Hawar diyoruz, hawar... dedi. Aykol’nun sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle;
Hüseyin Aykol’u herkes Özgür Basın'ın emekçisi, demokrat bir gazeteci-yazar olarak zaten tanıyor ama biz bir de sizden dinlemek istiyoruz: Hüseyin Aykol kimdir, hayata nasıl bakar, kendini hayatın neresinde görür?
* Manisa'nın bol etnisite barındıran Salihli ilçesinde 1956 yılında doğdum. Parasız Yatılı olarak dönemin en iddialı devlet kolejlerinden birinde okudum. Daha sonra ismi Bornova Anadolu Lisesi olarak değiştirilen İzmir Maarif Koleji, entelektüel temelimi oluşturdu. Ardından gittiğim Ankara'da üç yıl Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde ve dört yıl da Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okudum. Üniversite yıllarım da siyasi alt yapımın oluştuğu dönemdir. Sonra Hayat Okulu'ndan mezun oldum: 12 Eylül yıllarını 10 yıl boyunca hapishanelerde geçirdim! 1975 yılında katıldığım basın-yayın dünyasında halen bir şeyler yapmaya devam ediyorum. Hayata bakış açım, bir şeyler öğrenmek ve bunları faydalı olabileceğini düşündüğüm kesimlere aktarmaktır. Son derece masum ve meşru olan bu yaklaşımdaki hayat tarzımızda birlikte çalıştığım arkadaşlarım ve ben büyük bedeller ödemek zorunda kaldık-kalıyoruz maalesef.
Son günlerde yazılarınız bir cezaevi feryadına dönüştü. Yıllar nasıl geçti Türkiye için. Türkiye nerden nereye geldi ve nasıl geldi; bir gazeteci olarak tarihsel belleğiniz bu konuda bize neler söyler?
Türkiye, demokratik bir ulus devleti olma sürecini bir türlü tamamlayamadı. Bu yüzden, sürekli darbeler yaşandı ve yaşanmakta. Daha önce askeri cuntaların gerçekleştirdiği darbelerdi ve şimdi daha karmaşık darbe yöntemleri kullanılsa da, demokratik yönetimlere ara veriliyor sık sık. Bu yüzden, cezaevleri adli mahkumların yanı sıra, siyasi tutsaklarla da dolduruluyor maalesef. İçinde bulunduğumuz dönemde ise, cezaevi kapasitelerinin doluluğu açısından -kapasite fazlası 70 bin kişi yerlerde yatıyor- zirve yapmış durumdayız. Dahası insanların cezaevlerine atılması konusunda, şu ya da bu boyutta akla uygun bir yargı ölçüsü olduğu söylenemez.
Özgür Basın geçmiş notlarınız da bile Özgür Basın hakkında yazmadan duramıyorsunuz, bir Özgür Basın aşığı ve bağrı yanık bir insan okuyoruz. Nitekim yazdıklarınızın sıcaklığı bizi etkiliyor. Bağrınız neden bu kadar yanıyor? Bir duygudaşınız olarak, söz konusu sıcaklık buraya da yansısın istiyorum.
* Biz son 30 yıldır çıkardığımız gazete ve dergiler ile yayınladığımız radyo ve televizyon kanallarının hepsine Özgür Basın Geleneği diyoruz. Otuz yılda, dönemin iktidarları tarafından her türlü baskıya maruz kalmasına rağmen, bir geleneğin bunca gazete çıkarması ve geldiği noktada muazzam bir medyanın 'sahibi' olması, bir nevi efsanevi sonuçtur. İnsan böylesi bir muzaffer yürüyüşü yazmasın da ne yapsın? Ancak bunun başarılması için çok büyük ama çok büyük bedeller ödendi. Biraz da ödediğimiz bedellerin tüm dünya tarafından duyulmasını, öğrenilmesini istediğimiz için yazıyoruz ve her fırsatta, her ortamda yaşadıklarımızı anlatıyoruz. Birlikte çalıştığın bir arkadaşın öldürülse; hem de sadece haber toplayan bir muhabir, gazete dağıtan bir dağıtımcı olduğu için öldürülse, insan ne yapar? O nedenle bağrımız yanıyor ve bu nedenle çığlık atıyoruz. Hawar diyoruz, hawar...
Türkiye’nin demokrasi adına karanlık birçok dönemi oldu; sizce şu anda demokrasi adına en karanlık dönemi yaşıyor olabilir miyiz? Türkiye’yi bunca yıl yaşamış bir gazeteci olarak Türkiye’nin demokrasi yolculuğu ümit vaat ediyor mu?
* Darbe dönemleri, pek çok demokratik kurum ve işleyişlerin askıya alındığı zamanlardır. Hatta bunun normal olmadığını darbeciler dahi bilir ve bu yüzden en 'kısa' zamanda demokrasiye dönme konusunda, daha iktidarı ele geçirdikleri gün, söz verirler. Faşist darbeler, bu sözlere rağmen bazen epeyce uzun sürebilir. Yani onların gitmesi, onların lütfuna değil, onlara karşı verilen mücadelenin başarısına bağlıdır. "12 Eylül yılları mı daha karanlıktı yoksa bugün yaşamakta olduğumuz dönem daha karanlık-acımasızdır" tartışması bence gereksiz. Her ikisinin de birbirinden berbat olduğu yönleri var. Belki şu denilebilir: Darbeciler daha önce yaşananlardan ders çıkarıyor ve kendilerini kötülük yapma konusunda 'geliştiriyorlar'. Ancak bizim de kötülük yanlılarını yenecek aklımız var. Umudumuz da oradadır zaten.
Türkiye’nin demokrasi yolunda ilerleyebilmesi için siyasilerin ve iktidardan ümidimizi kestiğimiz için özellikle muhalefetin sorumlulukları neler, vatandaş olarak bizim üstümüze düşen görevler neler?
* Zaten iktidardan beklenti içinde olunmaz, olunamaz. Onlar ele geçirdikleri iktidarın nimetlerini sonuna dek kendi lehlerine kullanmak isterler. Bizim ya da bizleri temsil eden partilerin onları iktidardan etmek gibi bir amacı var. Bizler, vatandaşlar olarak, halktan yana programlara sahip olan muhalefet partilerinin iktidara gelecek şekilde örgütlenmelerine ve seçimleri kazanmalarına yardımcı oluruz. Elbette biz gazeteciler, bunu topladığımız ve yayınladığımız haberlerle yapıyoruz, yapacağız. Yoksa gazeteciler-medya, bugün muhalefette olan partiler iktidara geldiklerinde yanlış politikalar uygulamaya kalkarsa, onları da eleştiren haberler yapacaktır.
Yazılarınızda cezaevlerin yükselen hukuksuzluktan bahsediyorsunuz; cezaevlerinde neden hukuksuzluk yükselmeye başladı? Siz ne düşünüyorsunuz cezaevlerin geleceği konusunda?
* İnsanlar sosyal bir varlıktır. O nedenle, cezaevleri insan doğasına aykırıdır. Hırsızlık ya da insan öldürme gibi suçlarla hapse atılan adli mahkumların durumu başka bir konu ama siyasi mahpuslar, iktidarların kendisine rakip olarak gördükleri kişilerdir. İktidarlar, özellikle baskıcı olanları, elinin altında esir olan siyasi mahpusları, hep ezilmesi gereken insanlar olarak görürler. Ülkede uygulanmak istenen her baskıcı yöntem, öncelikle cezaevlerinde test edilir. Burada iki amaç birden hasıl olur: Genelde toplumda öncü konumdaki siyasi mahpuslara yönelik baskı, özünde mahpuslardan intikam almadır ama bu arada topluma da gözdağıdır. Nitekim böylesi baskının yeni tezahürleri, toplumun geneline de yayılacaktır; özellikle de cezaevlerinde bu konuda sonuç alırlarsa...
AKP, iktidarda olduğu yıllar boyunca birçok ülke ile değişik zamanlarda krizler yaşadı ve yaşıyor. Temelinde ne yatıyor bu krizlerin, Türkiye diğer ülkelerle ilişkilerinde eski gücünü yitirdi mi?
* AKP, nihai olarak şeriat düzenini amaçlayan ve bu yüzden birçok defa Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan "Milli Görüş" partilerinden koptuğunu iddia ederek iktidara geldi. Avrupa Birliği'ne üye olmak istediğini iddia etti. ABD ile uyumlu çalışacağının sözünü daha ilk günlerinde verdi. Ancak günümüzde, "Müslüman Kardeşler" örgütünün Ortadoğu'daki birçok ülkede iktidara getirilmesi için çalışıyor. Bu konudaki girişimleri, Mısır ve Suriye'de başarısızlığa uğradı ama büyük yıkımlara yol açtı. Şimdi de Libya'daki iç savaşa oradaki Müslüman Kardeşler yanlısı Sarraj güçlerini kurtarmak için karışıyor. Ortadoğu'daki iç savaşların tümünde taraf olmaya çalışan ve kendi ülkesinde de İslami rengini tüm kurumlarda giderek koyulaştıran AKP iktidarı, sadece içeride değil, dışarıda-dünyada da artık sevilmiyor.
Doların çok yükseldiği günleri yaşadık. Türkiye ile ABD arasında yaşanan krizin temelinde neler var ve çözülebilecek mi? ABD’nin son zamanlarda uyguladığı dış politikanın dünyaya ve bize etkisi nasıl olacak?
* ABD, 1970'li yılların başlarında Dolar'ın karşılığında altın verme taahhüdünü kaldırsa da, Dolar uluslararası ticarette en önemli para birimi. Saddam'ın başına gelenler, "Dolar haricindeki paralarla da petrol satacağını" açıklamasından sonra geldi örneğin. ABD yönetimi, İsrail'e tehlike olmasın diye, İran'ı hep baskı altında tutmak istiyor on yıllardır. Hatta yapabilse, İslamcı rejimi değiştirmeyi. Bu nedenle, İran'a ekonomik yaptırımlar uyguluyor. Türkiye, bu yüzden İran'da petrol ve doğalgaz almayı kesmesi gerekiyordu; ancak "aslında biz enerjiyi dolarla değil, altınla alıyoruz" anlamına gelen bir çark kurdular. Rıza Zarrab ile İranlı ortağı Babek Zencani, bu yasadışı çarkın yönetimindeydi. Zarrab'ın bu işi yönetirken, içine düştüğü rüşvet ağı, İran'ı zarara uğratınca, İranlı ortağı yargılandı ve idama mahkûm edildi. Bu işin kendisine kadar uzanacağını fark eden Zarrab, ABD'ye sığındı ve itirafçı oldu. Zarrab'ın işlerinde kullanılan Halkbank hakkında ABD'de açılan dava, aslında ABD'nin ambargoyu delen Türkiye yönetimine -her zaman kullanabileceği- bir tehdit durumunda. Çok yüksek dış borcu olan Türkiye'nin, her zaman büyük miktarda Dolar'a ihtiyacı olduğu için Dolar'ın TL fiyatı çok yükseldi zaman zaman.
Sizinle söyleşi yapan bir özgür basın emekçisi öğrenciniz olarak, hepimiz gerçekten ilginç zamanlarda yaşadık. Kitabınız "İlginç Zamanlarda Yaşamak" hakkında ne söylemek istersiniz?
* "İlginç zamanlarda yaşamak" bir Çin atasözü. Çok kibar söylenmiş bir söze benzese de, aslında bir beddua. Birine, ilginç zamanlarda yaşayasın, dediğinizde; başınıza her türlü bela gelsin de, gör gibi bir şey yani. Nitekim benim yaşımdaki biri, Türkiye'de başarılı ve başarısız kaç tane darbe yaşadı, bir düşünsenize. Kaldı ki, kitabın her yeni baskısında söz konusu darbelerin sayısı artacak gibi görünüyor. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin (hem de ilçe seçimlerine dokunmadan) tekrarına karar veren Yüksek Seçim Kurulu kararı, bir nevi darbedir. Sadece seçim kanunları değil, Anayasa ihlal edilmiştir, Anayasa...
Pek çok gazeteci şu anda demir parmaklıklar arkasında; yazılarınızda bu durumun sizin ruhunuza yansımalarını görüyoruz. Bir gazeteci, arkadaşını haber yapmak durumunda kalınca ne hisseder? Bununla nasıl baş edebiliyorsunuz?
* Hep eksikleri olsa da, uluslararası kurumların hazırladığı "cezaevlerindeki gazeteci sayısında" on yıllardır Çin ile yarışıyoruz(!) Çin'in birinci olduğu yıllar var; ancak Çin'in nüfusunun Türkiye'nin 20 katı olduğunu hatırlarsak, Türkiye hep açık ara birinci durumda. Kendi arkadaşlarımı doğal olarak ve başka yayın organlarından cezaevine atılan gazetecileri yakından tanıyorum. Hem bizimkiler hem de onlar en verimli, en çalışkan kişiler genelde. Yaptıkları haberlerle iktidarları korkutan kişiler. Onların hapse atılması, beni psikolojik olarak çok etkiliyor. Hele hele öldürülen arkadaşlarımız!.. Onlar en değerlilerimiz olduğu için seçiliyor aslında. Yani rastgele bir durum yok. Onların cezaevlerine atılarak geçici, öldürülerek daimi kaybının bende yarattığı ruhsal yıkımı, onlara sahip çıkarak, onları sürekli gündemde tutarak aşmaya çalışıyorum. Yeterli mi, elbette değil ama yapabileceğim başka bir şey de yok.
Türkiye’de gazetecilik yaptığınız günden bugüne basın özgürlüğü nasıl bir seyir izledi, şimdi basın özgürlüğü ne durumda?
* Ülkemizde basın özgürlüğünün durumu, ülkenin durumu gibidir. Yani bizim durumumuz yani çıkardığımız gazeteler ve yayınladığımız televizyon kanallarının hali, ülkenin durumunu yansıtır. Halklarımıza ne kadar baskı varsa, bize de o kadar olur, belki biraz daha fazla. Faili meçhul cinayetler varsa, gazeteci arkadaşlarımız da öldürülür mesela. Hatta dağıtımcılarımız bile öldürüldü bu ülkede maalesef.
Yazmak ve gazetecilik sizin için nasıl bir anlam taşıyor ve Türkiye’de gazeteci olmak size neler yaşatıyor ve hissettiriyor?
* Gazetecilik benim için bir yaşam biçimi. Okuduğum Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni zor da olsa, Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni kolayca bitirebilirdim. Dönem arkadaşlarım gibi, söz konusu dallarda bir profesör olup, sınıf atlayabilirdim. Çok zengin olabilirdim mesela başkaları gibi. Ancak burada olmak bana, ruh sağlığı veriyor. Ülkemin tiranlardan kurtulması ve demokratik bir yer olması için -gazetecilik yaparak- mücadele ediyorum. Demokratik bir ülke idealim kendime yetişmese bile çocuğuma ve muhtemel torunlarıma anlamlı bir miras olarak bırakmak istiyorum.
Zaman ayırıp, sorularımıza yanıt verdiğiniz için Ötekilerin Gündemi olarak teşekkür ediyoruz...