AMED- Depremde 6 yakınını kaybeden gazeteci İrfan Uçar, Antakya ve Antep’teki gözlemlerini aktararak, “O insanlar bağıra bağıra öldü, köyler kaderine terk edildi, hiçbir yardım yok, bu halka karşı işlenmiş bir suçtur” dedi. 

Mereş'teki 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki 2 depremden en çok etkilenen yerleşim yerlerinden biri de Dîlok'a bağlı İslahiye ilçesi. Neredeyse her iki binadan birinin yıkıldığı ilçede ve bağlı köylerinde insanlar çığlık çığlığa yaşamını yitirdi. Hatay’ın merkez ilçesi Antakya, Yüzbaşı Asım Caddesi’nde 6 yakınını ve İslahiye’de çok sayıda köylüsünü kaybeden gazeteci İrfan Uçar, her iki bölgedeki gözlemlerini ajansımızla paylaştı. 

‘KUZENİM SESLENDİ AMA KİMSE ULAŞMADI’

Depremden hemen sonra İstanbul’dan yola çıktığını anlatan Uçar, “Önce köye uğradım o sırada çoğu ev enkaz altındaydı, sonra Antakya’ya gittim aileden 6 kişinin cenazesini çıkardım şu an dönüş yolundayım. İki dayımın kızı iki ayrı evdeydi, biz sanal medyada adresini paylaştık. Antakya’ya gittik, telefon çekmiyor, elektrik, internet yok,  bazı yerlerde çok az bir şekilde telefon çekiyor. Biz sanal medyada paylaşım yapmak istiyoruz, ‘şu adrese ekipler ulaşabilir mi biz ulaşamıyoruz’ diye ama Twitter’ı yavaşlatıyorlar, engelliyorlar. Yani insanlar arası iletişimi en yoğun olduğu anda sen Twitter’ın fişini çekiyorsun. Bu çok büyük bir suç, bu halka karşı işlenmiş bir suç.  Bağıra bağıra o insanlar yaşamını yitirdi. Çocuğu ölmüştü, kuzenim dışarıya seslendi ama kimse ulaşmadı. Çünkü kimse yoktu” dedi. 

‘CENAZELERİ İNŞAAT İŞÇİLERİ ÇIKARDI’

İstanbul’dan çıktığında yol boyunca iş makinelerinin deprem bölgesine hareket ettiğini gözlemlediğini belirten Uçar, “Ankara’ya geldim orası da öyleydi. Adana’dan sonra iş makineleri arttı. Antakya’ya gittim, orada iş makineleri TIR’ların üzerinde, koordinasyon yok, o iş makinelerini indirecek, çalıştırabilecek bir ekip yok. Bırakın, devlet olarak yapamıyorsanız sivil toplum örgütlerinin yapmasına izin verin. Kuzenlerimi enkazdan çıkaran ekiplerden birisi Siirt’ten gelmişti, 10-12 saat valilikten deprem bölgesine gitmek için izin beklemişler. Bu insanlar devletten kepçe, traktör, kamyonet, kazma istemedi. Bunlar inşaatçı insanlar, kendi imkanlarıyla deprem bölgesine gidip yardıma koştular ve en nihayetinde bizim cenazelerimizi de onları çıkardılar. Engelleri aşa aşa gelebildiler. Bu depremde hükümet imandan çok imaja önem verdi, imajı zedelenmesin diye her türlü ihmali ve manipülasyonu yaptı” diye konuştu. 

‘AFFEDİLMEYEN BİR DURUM’

Dîlok’un İslahiye ilçesine bağlı kendi köyü olan Kerküt (Boğaziçi) Mahallesi’nin 3’ncü kuşak deprem bölgesi olarak bildiğini ifade eden Uçar, “Fakat yapılan araştırmalarda 3’ncü kuşak değil 2’nci kuşak olduğu tespiti yapıldı. Yani deprem açısından daha tehlikeli olduğu ortaya çıktı. Özellikle 99 depreminden sonra yapılan araştırmalar bunu çok net gösterdi ve herkes de bunu gördü. Antep ve İslahiye Belediyeleri planlama yaparken yüksek kata izin verdiler. En tehlikeli 3’ncü sıradayken daha da tehlikeli hale gelip, 2’nci sıraya yükselen bir ilçeyi deprem konusunda daha yüksek kata izin veren bir politika izlediler. Bu affedilmeyen bir durum” diye belirtti. 

‘KÖYDEN 45 CENAZE ÇIKTI’

Dîlok ve Nurdağı arasındaki köprünün depremden yıkılmasından kaynaklı tüm sistemin çöktüğünü vurgulayan Uçar, şöyle devam etti: “Bu köprüler neden yıkıldı? Bu köprüler, hastaneler yıkılmaması gereken özelliklere sahip yapılardı. Ama köprü yıkıldı. Peki, köprü yıkıldı, o taraf savaş bölgesi, Suriye Savaşı’nın koordine edildiği Antep, İslahiye, Kilis, Hatay gibi bölgelerde çok sayıda askeri birlik, tank, araçlar var. Bir köprü yıkıldığında savaşta ne yaparlar? Askeri bir araç gider, o köprüyü ayakta tutarlar, o yeniden ikame edecek bir politika izlerler. O köprü yapılamadı ve hemen yapılamayınca da yardım ulaşmadı, elektrik, internet, telefon sistemi kesildi, şehir kendi canına düştü. Ama bunun medyada temsili, özellikle İslahiye için söylüyorum, çok sonra temsil edilmeye başladı. Başta temsil edilmedi. Görülmedi, gösterilmek istenmedi. Antakya için de aynı şey söylenebilir, kısmen de Maraş için aynı şey söylenebilir. Sonra işin şu farkına vardılar, Antep Belediye Başkanı, ‘ilçenin yarısı gitti’ gibi çarpıcı bir cümle kullanınca herkesin dikkati ilçeye çevrildi ama ilçenin merkezine çevrildi. Köylerde yıkılan evler, yıkılan evlerin altında kalan dünya kadar insan vardı. Bunların hiçbirisine ne gönüllüler ulaşabildi, ne profesyonel arama kurtarma ekipleri ulaşabildi. Köylüler kendi kaderiyle baş başa bırakıldı. Yalnızca Kerküt köyünden 45 tane cenaze kaldırıldı. Sadece cenaze kaldırılma sürecinde gönüllüler ve iş makineleri gelip onları gömdü. Aydınoğlu köyü (Altınüzüm) var, sayısını bilmiyorum ama çok sayıda insan öldü. Arama kurtarma konusunda kimse kimseye yardım edemedi. 

HALK KENDİ KADERİNE TERKEDİLDİ 

Halk kendi kaderiyle baş başa kaldı. Kendi çabalarıyla çıkarabildiklerini çıkardı. Sonradan ilerleyen günlerde özellikle yemek konusunda dışarda kalanlarla ilgili çok sınırlı sayıda çadır geldi. Sınırlı sayıda insanlara verilebildi. Herkese veremediler. İşin trajik tarafı bir tedbir almıyorsun, insanlar ölüyor. Kalansa soğukla boğuşuyor, sen onlara çadır vermiyorsun, peki çadırı yetiştiremedin varsayalım, yurtdışında kalan köylüler kendi aralarında birlik oluşturup kendi köylerine çadır ulaştırmaya çalışıyor ama AFAD o çadıra da el koyuyor. Kabul edilemez noktası buralar.”

‘ASKERİN İŞİNİ BEYAZ YAKALILAR YAPTI’

Alanlardaki arama kurtarma çalışmalarına dair de gözlemlerini paylaşan Uçar, sözlerini şöyle tamamladı: “Bölgeye asker gönderildi ama benim gördüğüm kadarıyla asker hiçbir arama kurtarma çalışmasına katılmadı. Asker asayişi sağlamaya dönük çalışma yürüttü, İstanbul’da beyaz yakalı olarak bildiğimiz pek çok insan gelip oradaki trafiği düzenledi ama asker öyle bir şey de yapmadı. Yani niye yapmadı? O zaman niye o kadar asker oraya gönderildi? Belki alet edevatı yoktu bilemiyorum. Ne için yapılıyor anlamakta güçlük çekiyorum.” 

MA / Eylem Akdağ

Editör: Haber Merkezi