Geçtiğimiz günlerde, Uluslararası Çalışma Örgütü ( ILO) 2018-2019 yıllarını kapsayan, “Cinsiyete Dayalı Ücret Farklılıklarını Anlamak” isimli bir rapor yayınladı. Dünya nüfusunun yüzde 80’inin yaşadığı 70 ülkeyi kapsayan araştırmaya dayanarak hazırlanan raporda, çalışma hayatındaki cinsiyet ayrımcılığını gözler önüne seren önemli bilgiler var.

Cezaevi idaresinin, Yeni Yaşam gazetesinin “yasaklama” tutumu devam ettiği için, bu raporun gazetede ne kadar yer aldığını Maalesef takip edemedim. Ben önemli gördüğüm bir kaç noktayı vurgulayarak, bu konuda yerel yönetimlerde neler yapılabileceğine değinmek istiyorum.

Rapora göre, dünya genelinde “cinsiyete dayalı ücret eşitsizliği” yüzde 18,8. Yani kadınlar, erkeklerden yüzde 18,8 daha az ücret alıyor. Eğitime ve yüksek gelirli bir işe erişiminde kadınların önünde çok ciddi engeller var.
Rapordaki veriler, cinsiyete dayalı ücret farklılığının, kapitalizmin refah toplumu- devlet olarak sunduğu batıda da devam ettiğini, iş hayatındaki cinsiyet ayrımcılığının küresel bir sorun olduğunu, teyit ediyor.









Ülkelere dair ayrıntılı verilerin yer aldığı ILO raporuna göre, Türkiye’deki durum da vahim. Türkiye’de cinsiyete dayalı gelir farkı yüzde 12,9. Bu gelir farklılığının başlıca nedeni “eğitim düzeyi” ile açıklanmaya çalışılsa da, eğitim durumu tek başına gelir farklılığını açıklamaya yetmiyor. Asıl önemli etken çalışma hayatındaki cinsiyet ayrımcılığı.

Kadınlar eğitimli olsa bile “erkek işi- kadın işi” ayrımı nedeniyle yüksek gelir elde edilen işlerden dışlanıyor.
Kadınların çalıştıkları işte yükselmelerine fırsat verilmiyor. Kadınlar, güvenceli işe erişemiyor, kayıt dışı çalışmaya mecbur kalıyor. Çocuk bakımı, tek başına kadının sorumluluğu olarak görüldüğü için anne olan kadın, çalışma saatleri esnek, kısmi zamanlı, geliri düşük işleri tercih etmek zorunda bırakılıyor. Türkiye annelik ücret farkının en yüksek olduğu ülke. Türkiye’de anne olan kadın, anne olmayan kadına göre yüzde 30 daha az ücret alıyor. “Çocuk da yaparım, kariyer de” lafının gerçek hayatta Maalesef bir karşılığı yok.

Ücretli bir iş imkanından yoksun, işsiz ya da ücretsiz aile işçisi, ev emekçisi kadınların sorunları dağ gibi önümüzde dururken “kadınların çalışma hayatına katılması” doğal olarak feminist bir hedef oluyor. Ancak kapitalist üretim çarkı içerisinde, iş hayatı da cinsiyet ayrımcılığının yeniden üretildiği bir alana dönüşüyor. O nedenle kadın hareketleri, hayatın her alanında, eşitlik ve özgürlük mücadelesi veriyor, toplumsal mücadelelerin temel dinamiği haline geliyor.

tme mücadelesinde, kadınların son yıllarda en çok emek verdiği alanlardan biri de yerel yönetimler. Kadınların tamamen dışlandığı belediyelerde, verilen mücadele sonucunda önemli mesafeler kat edildi. Bunu daha da ileriye götürebilmek için belediyelerde kadın emeğini, cinsiyetçi önyargılardan kurtarmak gerekiyor. Eşbaşkanlık, kadın temsiliyeti kadar, belediyelerin kurumsal yapısında kadınlara alan açmak, görev ve sorumlulukta vermek önemli.

Belediyelerde kadın işi- erkek işi ayrımı ortadan kaldırmayı hedeflemek, kadın çalışan sayısını arttırmak, kadınlara inisiyatif vermek, yükselmelerinin önündeki cinsiyetçi yaklaşımlara müdahale etme, çocuk bakımının yükünü kadınların sırtından almak, erkek yönetici ve çalışanlarda “cinsiyet eşitliği” eğitimleri vermek, yerel yönetimlerin önceliklerini arasında yer almalı. Unutmamak gerekir ki kadın bakış açısıyla hizmet üretebilmek için kadınların karar ve üretim süreçlerinde söz sahibi olması gerekiyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı, demokratik, özgürlükçü yerel yönetim iddiası, sihirli çözümler beklemek yerine yarınları bu günden inşa etme yolunda yürümektir. Cinsiyetçi iş hayatını değiştirme mücadelesi de bu yol yürüyüşünün önemli adımlarından biridir. Şimdi yola koyulma zamanı.

( Kaynak: Yeni Yaşam Gazetenin yazarı Gültan Kışanak yazdı: Yerel yönetimler, emek ve cinsiyet eşitliği )
Editör: Haber Merkezi